Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




Röportajlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Röportajlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Temmuz 2014 Cuma

1 Kitap 1 Mektup'ta Kılkuyruk Popi'ye Prenses Tacını Veren Özlem Korçak var :)

Özlemle tanıştığımızda Mira henüz annesinin karnındaydı. Çok fazla konuşma imkanımız olmamıştı ama Özlem'in on parmağında 15 marifet birden taşıdığını hissetmiştim :) Derken "Kılkuyruk Popi" kitabı yayınlandı ve ben bu kitabın şarkısını her gün söylemeye başladım; mutlu oldum.
1 Kitap 1 Mektup etkinliğinde bu kez hem illüstratör hem de annelik sohbeti bir arada oldu; bence çok da güzel oldu:

Özlem Merhaba;
Bildiğim kadarıyla sen hem doktoralı bir mühendis hem tiyatro oyuncusu/yönetmeni hem fotoğrafçı hem çocuk kitapları çizeri hem müzisyen hem de annesin :) Atladığım bir şey var mı bilmiyorum ama hepsini bir arada nasıl yürütüyorsun?
Sanat benim hayatımda hep yanımda yürüyen bir yol arkadaşı oldu aslında, bana bir nefes alma alanı yarattı. Öncelikle müzik ve resim girdi ufak yaşlarda hayatıma. Müzisyenim diyemem zaten, ama şarkı çalıp söylemeyi çok seviyorum. Müziksiz bir hayat düşünemiyorum bile. Resim hep vardı ama son 5 seneki kadar ön plana çıkmamıştı. Tiyatro ve fotoğrafla baya geç tanıştım 1999 gibi üniversite yıllarında. Tiyatro ve fotoğraf hayata karşı alternatif yollar olabileceğini öğretti, çok güzel dostlar kazandırdı bana.O gün bugündür hepsi dönem dönem artar veya azalır bende. Aynı anda yapmaya çalışmıyorum çünkü hepsi ciddi emek gerektiren şeyler.

Zaman zaman bu aktivitelerin/hobilerin birbirinin önüne geçtiği oluyor mu? Sanırım en önde annelik geliyor olsa gerek :)
Aslında bu sorunun cevabını yukarıda verdim sanırım. Ama tiyatronun herzaman ayrı bir yeri var bende. Bu yüzden de en çok emeği tiyatroya verdim sanırım. Annelik herşeyden önce geldiği için onu bu gruba dahil etmiyorum :) Mira doğduğundan beri onun zamanından çalmadan idare etmeye çalıştım veya onu da dahil ettim hep. Tiyatro çalışmalarımızın çoğuna geldi, resimi beraber yapıyoruz zaten hatta ondan baya fikir alıyorumJ Ona da gitar ve fotoğraf makinesi aldık.


Bir günün nasıl geçiyor?
Son 7 aydır Londra da yaşıyoruz.Hayatımızda kısa süreli olarak zamanı yavaşlattık :) Öyle diyoruz çünkü Ankara ‘da çok hızlı ve zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadan sürekli oradan oraya koşturuyorduk. Burada daha organik ve minimal bir yaşam alanı tanımladık. Tv yok, araba yok, bisiklet kullanıyoruz, uzun yürüyüşler yapıp etraftaki sesleri dinliyoruz :) Sabah 9 gibi Mirayı okula bırakıp mutlaka biraz yürüyorum, sabahları hava tertemiz oluyor burada. Sonra eve gelip çalışıyorum. Evde olmaya ve evden çalışmaya biraz zor alıştım ama şuan problem yok. Mirayı okuldan aldıktan sonra bir programımız var, serbest oyun saatinden sonra mutlaka dışardayız. Gününe göre park, kütüphane, müze, aktivite, tiyatro geziyoruz. Akşam 9.30 da Mira yatağa ben çizime :)

 “Annelik” kısmında en çok keyif aldığın ve en çok zorlandığın şeyler neler?
Eşim de ben de Mira ile beraber büyümeye çalışıyoruz.
Annelik başlı başına bir komedi filmi gibi benim için. Bebek büyütmenin her anı çok eğlenceli. Hayatınızda sınır kalmıyor, gorklar, pırtlar en başa yerleşiyor, kakaya şarkılar besteliyorsunuz. Bebekle beraber herşeyi en baştan siz de öğreniyosunuz. Bu acemilik de tam bir durum komedisi yaratıyor, tabi bazen traji komik :)
Ama en çok, ortak sevdiğimiz şarkıları çalıp söylemeyi seviyorum tüm aile olarak, bir de hep beraber bisiklete binmeyi :) Mira bebekken zorlandığım şeyler olmuştu, ama şuan hatırlamıyorum bile. En çok Miranınçabucak büyümesinde zorlanıyorum. Bir de hayatı tanımaya çalışırken sorduğu bazı sorularda zorlanıyorum. Dünyanın adaletsizliğini ve savaşları anlatmak zor geliyor.

Bir süredir Londradasınız. Orada nelere vakit ayırabiliyorsun? Çok yağmurlu olduğu için genelde evde misiniz yoksa Mira ile Londra sokaklarını mı keşfediyorsunuz?
Biz pek yağmur çamur takmayan bir aileyiz. Hatta özellikle Mira yağmur birikintilerinde zıplamak için yağmurda çıkmayı daha çok seviyor. Yağmuru takarsanız hiç dışarı çıkamazsınız zaten burada. Sürekli dışarıda yeni keşifler yapıyoruz. Yeni yerler ve yeni kültürler keşfediyoruz. Çocuk öncelikli bir şehir olduğu için şanslıyız.
Londra da istediğiniz her türlü etkinliğe kolay olmasa da bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. Hatta ücretsiz çok fazla etkinlik var. Biz de etkinlik kovalıyoruz. Mira ile burada en çok kütüphane sömürüyoruz :) Çocuk kitapları ortak ilgi alanımız olduğu için eve baya kitap getirip inceleme ve piyasayı tanıma fırsatım oluyor. Çocuk tiyatro oyunlarına gidiyoruz bol bol. Parklar ve müzeler yetiyor zaten.
Bende kendi adıma çizim alanında eğitimler alıp kendimi geliştirmeye çalışıyorum.

Mira’ya kaç yaşından beri kitap okuyorsun? Neler okuyorsun? Favori kitaplarınız hangisi?
Miraya anne karnında okumaya başladım aslında. O zamanlar çok fikrim yoktu çocuk kitaplarının nasıl zengin bir dünya olduğundan. Araştırdıkça, okudukça, tam da ortasında buldum kendimizi. İtiraf etmeliyim ki bir yerden sonra kendim için çocuk kitabı alıp Mira ile paylaştım :) Kitap almadan önce mutlaka hikayesini okurum ve ne anlattığına dikkat ederim. Ama önce bizi çeken şey resimlemeleridir. Aslında bir sürü favori kitaplarımız var ama bu sıralarda Sakar Cadı Vini serisi Mira’nın en sevdiği, binden fazla kez okumuşuzdur. Ayrıca OliverJeffers “How to Catch a Star”, “LostandFound” ve aslında tüm kitapları da diyebilirim hastasıyız. Hugless Douglas serisine bayılıyoruz (David Melling’ le tanışma fırsatım da oldu burada). Julia Donaldson’lar, Koyun Russel, Memo ve Ay, Pezzetino, İyi Kapli Küçük Tavşan…of o kadar çok var ki aslında sayamadım burada, hepsinin yeri ayrı :)


Amanııııın, bunu çok sevdim :)
Sence bir çocuğa/bebeğe ne zamandan itibaren kitap okunmalı?
Bebekle kitap nekadar erken tanışırsa okadar iyi bence, sadece okunmamalı yırtılmasından korkmadan eline verilmeli, sayfalarını koklamalı,kağıdını hissetmeli bir tadına bakmalı, resimlerine dokunmalı…

Bir dolu güzel hobin var biliyorum ama bunlar sadece hobi mi yoksa profesyonel olarak yaptığın işler mi?
Aslında sanırım hobiden bir tık ötede hepsi. Tiyatroyu Tiyatro Kulübesi olarak yapıyoruz. 2004 yılında Tiyatro Kulübesi’sini kurduk. Üniversitede Tiyagamm topluluğunda olup mezun olan arkadaşlarla çalışan tiyatrosu olarak derdimizi tiyatro aracılığıyla anlatmaya çalışıyoruz. Ast, Nazım Kültür Evi, Tiyatro Tempo gibi sahnelerde ve birçok festivalde sahne alıyoruz. Londra’ ya gelmeden önce bir arkadaşımla düğün, doğum ve anı fotoğrafçılığı yapıyorduk, şimdi burada zamanım olmasa da daha çok sokak fotoğrafçılığına yöneldim. Müziği genelde eş dost ortamında ve tiyatro sahnesinde yapıyorum. Ama hepsi bir yana artık serbest çizerim diyebiliyorum :)

Çocuk kitaplarına resim yapma fikri nasıl oluştu? Hangi kitapları resimledin?
Mira doğduğunda evde vakit geçirecek daha fazla zamanım olmuştu. Ufak ufak ona çizimler yapmaya başladım. Oyun araçları veya onunla bir anımızı çiziyordum. Bazılarını bloğumda yayınlıyordum. Sonra birgün bir e-book yaptım “İyi uykular Momo” diye. Mira ile uyku rutinimizi anlatan bir kitaptı. O zamanlar kendine Momo diyordu :) Bloguma koydum bu kitabı bayağı ilgi gördü. Sonra çok yakın ve çok yetenekli arkadaşım Salim Keskingöz (o da çocuk oyunları yazıyordu, ödül almıştı o dönem ve yeni bebeği olmuştu) neden denemiyoruz dedi. O günden sonra o yazmaya ben çizmeye başladım. Ben genelde soyut resimler yaptığım için öncesinde kitap resimlemesi konusunda baya çalışmam gerekti. Beraber Kılkuyruk Popi’yi yaptık. Elma Yayınevi’yle yollarımız kesişti ve Kılkuyruk Popi “Güzellik Tacı” ve “Uykusuz Hergece” kitapları 2012 gibi basıldı. Salim’ le çok eski dostuz birbirimiz çok iyi yönlendiriyoruz. Daha çok güzel projelerimiz var. Sonra ben Ferrin İlbay Yalnız’ın yazdığı Kayıp Madalyonun Peşinde kitabını çizdim, yine Elma Yayınevi’nden piyasaya çıktı.

Sevdiğin çizer/illüstratörler kimler?
Son dönemde Oliver Jeffers ve Shaun Tan hastasıyım. Rob Scotten gibi komik karakterler çizmeyi seviyorum mesela. Eva Montanari'yi çok yaratıcı buluyorum.Ayşe İnan Alican’ı çok beğeniyorum. (biz de biz de :)  Ben tarz olarak biraz gerçek dışı bakış açılarını ve komik karakterleri seviyorum.

Biraz da fotoğraf konusunda bir şeyler sormak istiyorum. Hangi makineyi kaç yıldır kullanıyorsun? Benim gibi fotoğraf çekmeyi çok seven ama uzun ara vermiş birine ne tavsiye edersin :)
Benim makine biraz eskidi aslında artık, Canon 40D kullanıyorum ben, en çok kullandığım lensler 70-200mm f2,8 ve 50 mm. Makinen sürekli yanında olsun en çok bunu tavsiye ederim. Makinen yanındaysa mutlaka çekersin çünkü. Her şeyi çek, özellikle de bebeğini. O anları gerçekten ölümsüzleştirmek gerekiyor.

Salimle beraber yazar çizer buluşmalarında çocuklarla buluşuyoruz fırsat buldukça. Bu buluşmalarda bizden hatıralarında bir şarkı kalsın istedik. Salim yazdı ben besteledim ve Popi’nin şarkısı çıktı ortaya.

Londra ve Türkiye’yi –biliyorum saçma olacak ama- kıyaslayacak olsan özellikle parklar/bahçeler/aktiviteler/sanat/müzeler neler söylersin? Tabii bir de hava durumu :)
Londra bu kadar etnik grubun mutlu mutlu bir arada yaşadığı bu dünyadan olmayan uzay gibi  bir yer. Çok fazla olanak var bir kere dediğin gibi parklar/bahçeler/aktiviteler/sanat/müzeler ne ararsanız mutlaka ulaşırsınız. Yine de kıyaslamayı çok sevmiyorum. Burada Türkiye’yi çok özlüyorum. Eminim dönünce de Londra’dan özleyeceğim çok şey olacak. Hava durumuna hiç girmeyelim. Yazın ortasında burada üşürken Türkiye’de denize girenlerin olduğu fikri bizi travmaya sokuyor :)

Çocuk kitaplarının resimlenmesi süreci nasıl oluyor? Önüne bir metin geldiğinde karakterleri nasıl belirliyorsun?
Öncelikle hikayeyi bol bol okurum. Ana karakteri gözümde bir canlandırıp kağıtta eskizler yapıyorum. Abartılı mimik kullanmayı çok seviyorum karakterde. Hikayedeki karakterin duygu değişimlerinin denemelerini yaparım. Sonra hikayeyi sayfalara bölüp kaba bir eskiz storyboard oluşturmaya çalışıyorum kağıtta yine. Bunlardan sonra artık ped de çiziyorum. Her çizdiğimi mutlaka eşime ve Mira’ya sorarım onlardan tiyolar alırım.

Çizimlerini yaparken hangi programı kullanıyorsun?
Genellikle AdobePhoshop kullanıyorum. Bir de CoralPainter.

Annelik ve diğer tüm aktiviteleri nasıl bir arada yetiştiriyorsun? Zamanı çok iyi kullandığını sanıyorum.
Genelde geç yatarım ve programlı olmaya çalışıyorum. Gece çalışmak daha keyifli geliyor. Tabi her zaman beceremiyorum sıkışınca. O dönemlerde eşim çok yardımcı ve tabi annelerden yardım alıyoruz. Destekçim çok; çok şanslıyım bu konuda.

Çizim yaparken belli bir rutinin var mı? İçecek ya da müzik gibi?
Çok bir rutinim yok aslında. Ama mutlaka çay veya kahve alırım yanıma. Müzik fonda sürekli var zaten :)

Şu an üzerinde çalıştığın proje var mı? Kısaca anlatabilir misin? (Tabii ki sürprizi kaçmadan)
“Annesini Arayan Minik Rondi” diye ödüllü bir hikayenin çizimine çalışıyorum. Salim’le beraber çok güzel projelerimiz var.

Türkiye’den en çok neleri özlüyorsun?
Etsiz çiğ köfte, Aspava bir de Ankara simidi :) Tabi ki ailemi ve dostları, uzun süren dost sohbetlerini. Burada en çok bunların yokluğundan zorlanıyoruz. Bu yüzden de çok konuştum sanırım :)

Etkinliğimize katıldığın için çok teşekkürler; Mira’ya biiiir dolu öpücükler :)
Asıl ben çok teşekkür ediyorum. Mira da ben de kocaman sevgiler yolluyoruz taa uzaklardan…www.miraninsandali.com ’a ve www.ozlemkorcak.com'a da bekliyorum.

* Kılkyruk Popi hakkında benim daha önce yazdığım yazıyı okumak isterseniz; buraya bakabilirsiniz.

Özlem'in anlattıklarından sonra Londra'ya giden ilk uçağa atlayıp çocuk kütüphanelerine çadır kurasım geldi ama bizi Elifle alırlar mıydı bilmiyorum. Neyse ben şimdilik Ankara simidimin tadını çıkararak kitaplarımı Elif'e okumaya devam edeyim :)


8 Ağustos 2014* tarihine kadar "Kılkuyruk Popi için yazacağınız iki satırlık (daha çok da olabilir) şarkı sözünü"  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. (Kılkuyruk Popi/Ne de sevimli gibi) Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Kılkuyruk Popi" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.
* Katılmak için başka şartımız yok :))

HERKESE KENDİ GÜZELLİK TACIYLA MUSMUTLU GÜNLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

25 Mart 2014 Salı

1 Kitap 1 Mektup Etkinliği: "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" :)

BDK Yıldıray'dan yakın zamanda bir kitap bekliyordum ama nedense aklımda hep ŞuŞu kitabının devamı vardı. Japon karakter Şuşu'yu çok sevmiş, doğumgününden sonra üçtekeriyle neler yaptığını merak etmiştim. İnsan bazen okuduğu kitaptaki karakterleri özler, neler yaptığını merak eder ya sanırım öyle bir şey.
İkinci kitabının konusu bir hayli ilginç gelmişti bana henüz incelemeden. "Sıradan şeyler" neydi ki acaba??? "Arka cebinizdeki taraktan yediğini hamburgere"diyordu kitabın başlığında.
Birkaç gün sonra kitap elime geçtiğinde ilk hoşuma giden şey kitabın tasarımı oldu. Hayykitap bence bu konuda oldukça başarılı.
Keyifle okudum ve bir dolu şey öğrendim. Kitap bitince de aklımda bir dolu soru olduğunu fark ettim. Madem öyle, ben bu soruları Yıldıray'a sorsam ya diye düşündüm :) İşte bu etkinlik de böyle oluştu. Doğurmama ramak kala hiç aklımda yokken sorularımı Yıldıray'a gönderdim ve o da sağolsun bu kadar işin arasında kısa sürede bana dönüş yaptı.

Görseldeki kıvır zıvır tamamen benim katkım, yanlış anlaşılmasın :)
Röportaja geçmeden kitapla ilgili kendi düşüncelerimi/kitaptan öğrendiklerimi yazmazsam çatlarım :)
Genelde okuduğum kitaplar bittikten sonra ilk sayfalarına kısacık not yazarım; bana bu kitap ne hissettirmiş vs. diye.Bu kitaba da "eğlenceli bir ansiklopedi" demişim.(insan hamileyken 2 gün önce yazdığı şeyi 2 yıl önce yazmış gibi olabiliyor) Bir taraftan -söylesem mi emin olamadım ama- cahilmişim gibi hissettim. Hani çok bilindik bilgilermiş de ben bilmiyormuşum gibi. Mesela uçurtmanın savaş sırasında kullanılması gibi. Bazı yerlerde çok güldüm ki annem benim ciddi duruşumun arkasındaki gülüşlere anlam veremedi. Bazı çizimler o kadar güzel anlatmış ki yazıyı, resimleri yapan Ali Çetinkaya kimmiş merak ettim. (Hala merakımı gideremedim ama...)

Kitapta tam 21 adet "nesne"nin tarihi var özetleyecek olursam ama hiç sıkılmadan okunabiliyor. İşin sırrı bu olsa gerek çünkü bilgiler hem detaylı hem de merak uyandıracak şekilde yazılmış. "Bundan bana ne" demedim hiç hatta "inanaaamıyooruuum, bunu da mı yapmışlaaaar" diyip gözlerimi faltaşı gibi açtığım oldu.
Neler öğrendim:
* Türkiyede 1 tane de olsa uçurtma müzesi olduğunu ( Mehmet Naci Aköz Uçurtma Müzesi)
* Eskiden erkeklerin topuklu ayakkabı giydiğini
* Balıkesirin Havran ilçesine bağlı Çakmaklar köyünde kütüphaneli köy çamaşırhanesi olduğunu
* Hamburger deneyinde 1 yıl bozulmadan bekleyen bir hamburger olduğunu
* Yanında yoğurt olan bir bulgur pilavının 10 kaplan gücünde olduğunu (ondan maş. Elif çabuk büyüdü :)


* İlk yoğurdu kimin yaptığını (maya olmadan) şimdiye kadar hiç merak etmediğimi
* Bisikletin, bir yerden bir yere ulaşmanın hem sağlıklı hem çevreci hem sportif hem kolay hem dengeli hem de daha eğlenceli bir yolu olduğunu
* Gözlüğe yitirdiği itibarı dörtgöz Harry Potter'ın geri kazandırdığını :)
* Gözlük merceği ve mercimeğin arasındaki ilişkiyi
* Kimin gözlüğe ihtiyacı var başlığında oldukça ilginç bilgiler var ama burada yazmayayım, okurken hevesiniz kaçmasın
* Cd'lerin çalma süresiyle Beethoven ilişkisini
* Şemsiyenin yağmurdan önce güneşten korunmak için kullanıldığını
* Bardak kenarındaki şemsiyelerin buzları güneşten koruduğunu :)
* Yoyonun uzaya giden ilk oyuncak olduğunu (1985)
* Bugün herkesin cüzdanını cebinde taşıması gibi 1700lerde herkesin kaşığını cebinde taşıdığını
* 'Kot' isminin bir marka değil bir ailenin adı olduğunu
* Dünyanın hemen her yerinde "ketçap"a "ketçap" dendiğini

İçinde ayrıca:
* Şeytan uçurtması yapımı
* Müzik aleti olarak tarak
* En iyi cacık tarifi (inanılmaz sabır gerektiriyormuş bence)
* Evde kendi yoyonuzu yapın
* Zihin gücüyle kaşığın nasıl büküleceği gibi konu başlıkları da var.

Anılar:
Kitapta böyle bir bölüm elbette ki yok ama nesneleri ve onların tarihini okurken insan kendindeki tarihi hatırlamaktan da geri kalmıyor. Mesela benim için bir tanesini yazayım. Babam uçurtma yapmayı çok severdi hatta çocukken tüm arkadaşlarının uçurtmalarını kendisinin yaptığını söylemişti. Bir pazar günü evde harika bir uçurtma yaptık ve damdan uçurtmaya çıktık...(neden dışarısı değil hatırlamıyorum) Başlarda harika uçuyordu ve ben çok eğlenmiştim. Ancak sonra benim uçurtmam çooooook uzaklardaki bir ağaca (sahiden uzaktı) takıldı ve ben uğraştıkça da ip kesildi ve uçurtmam o ağaçta kaldı. Sonrasında babam başka uçurtmalar da yaptı ama hiçbiri o uçurtmamın yerini tutmadı. Ve kimse kusura bakmasın ama o ağaca uzun yıllar sinir sinir baktım :) (tabii ki hata bende değildi, uçurtmamı yutan o ağaçtaydı :)

Kaynak: burada
Lafı sanırım çok uzattım. Ama bu kitabı okuduktan sonra aklımda o kadar çok şey kaldı ki yazmazsam bir şeyler eksik olurdu.
Daha önce 1 Kitap 1 Mektup'ta eğlenceli röportajlar olmuştu, hatta tesadüf bu ya son röportajı Yıldıray'ın oyun arkadaşı BDK Banu ile yapmıştık :)
Benim sorularım ve Yıldıray'ın verdiği -bence gerçekten- oldukça samimi cevaplar:
1. Henüz kitabı okumaya başlamadan aklıma gelen bir soru aslında bu: "böyle bir fikir/proje aklına nereden geldi?
Çok derin bir yanıtı yok bu sorunun. Bunlar merak ettiğim şeyler. Merak ettiğim şeyleri öğrenmek güzel, insanlarla paylaşmak da güzel, ama elbette bir öyküsü var. Yıllar önce (ne olduğunu söylemeyeceğim) benzer bir proje gelmişti aklıma. Daha doğrusu televizyon için birkaç bölümlük belgesel projesiydi bu. Gerçekleştiremedim. Gerçekleşmesi için çok çalıştığımı da söyleyemem aslında. Bir biçimde bu proje hep aklımın bir kenarındaydı. Derken bir gün bir metin yazma işi geldi. Benim şu ne olduğunu söylemediğim projenin konularına çok benzer bir metin sipariş ediliyordu. Metni yazdım ve çok büyük keyif aldım. Fakat o proje gerçekleşmedi. Aldığım keyif o kadar büyüktü ki, sürdürmek için bir yol aradım. Hayykitap'la görüştük ve proje onların da aklına yattı. Sonra çalışmaya başladık.

2. Seçtiğin objeleri neye göre seçtin? Neleri eledin ve neden "21" tane (özel bir anlamı var mı?)
Kitabın başında da anlattım aslında; kitaba konu olan nesneleri neredeyse rastgele seçtik. "Seçtik" diyorum çünkü o toplantıda Banu ve editörüm Gökçe de vardı. Elbette böyle bir kitap projesini önerirken aklımda birkaç tanesi zaten vardı. Uzun bir liste yaptık ve herkesin yaşamında bir biçimde bulunduğunu ve hatta büyük yer tuttuğunu tahmin ettiğimiz nesneler kalana kadar eleme yaptık. 
Elediğim nesneler arasında sabun vardı mesela. Biraz araştırdım ve fazlaca kimyayla karşılaştım. Konu çok keyif vermedi. Anahtar da elediğim konulardan biriydi. Başka nesneler de var ama aklıma gelmiyor şimdi.
"21" özel sayılardan biri bana göre. 7 ya da 13 de öyle. Uğurlu sayı falan gibi bir geyik değil söz ettiğim. Bu rakamlar akılda daha kolay kalıyor, daha çok ilgi çekiyor. Fakat 7 ya da 13 nesne az olurdu. 49 nesne de çok olurdu. 21 oldukça ideal bir sayı. Doğrusunu söylemek gerekirse kitabın tam adının ne olacağını, hangi nesnelerin kitapta yer alacağını, hatta nesnelerin kitapta nasıl yer alacağını bile bilmeden önce kitabın adında "21" sayısının olmasına karar vermiştim. Daha kısa ifade etmek gerekirse, bu kitabı yazma kararımdan sonra aldığım ikinci karar kitabın adında "21" sayısının olmasıydı. Dolayısıyla 21 nesne hakkında yazdım.

3. Ne kadar zamanda hem okumaları yaptın, onları süzgeçten geçirdin ve yazdın?
Kitabı çalışmaya başladığımda Tayga henüz annesinin karnındaydı. Tayga'nın doğumuyla başlayan uykusuzluk hali ve Gezi Direnişi zaman zaman kitabı bir kenara bırakmama neden oldu. Bu hesaba göre tüm çalışma 13-14 ay kadar sürdü diyebilirim. 

4. Hangi kaynaklardan faydalandın? Kitabın sonunda yer alan kaynaklardan başka neler sana yol gösterdi?
Daha fikri bile aklımda yokken bazı nesneler hakkındaki görüşlerim oluşmuştu bile. Örneğin kot pantolon hakkında uzun zamandır, "Islanınca kurumaz, soğukta ısıtmaz, taşlanırken öldürür," diyordum. Konularımı ele alırken bu görüşlerim bana gayet güzel yol gösterdi. En önemli yol gösterici ise merak aslında. Bunun yanında internet muhteşem bir kaynak. Çoklukla insanlar internete bir şey aradıklarında ilk sayfanın en üstünde çıkan birkaç linkteki bilgilerle yetinmeyi tercih ediyorlar. Oysa gerçek deneyimler daha derinlerde bir yerlerde bulunuyor. Hemen her nesne hakkında gerçek kişilerin aktardığı gerçek deneyimler bulunabiliyor. Daha iyi ne yol gösterebilirdi ki?

5. Senin için en ilginç "tarih" hangisiydi?
Hakkında yazdığım her nesnenin tarihi benim için çok ilginçti. Beni en çok etkileyen ise "ruj" oldu. 

6. Kitapların hitap ettiği yaş grubu ifadesine çok inanmasam da sence bu kitap kaç yaştan itibaren çocukların ilgisini çeker?
Hiç bilmeden çok ilginç bir noktaya dokundun bu soruyla. İşin aslı, ben bu projeye bir çocuk kitabı yazmak üzere başladım. Nesneleri araştırdıkça şaşırdım. Karşıma çıkan bilgilerin çoğunu eleyemedim. Anlatımlarım uzadıkça uzadı. Sonunda hedef yaş grubu olmayan bir kitap çıktı ortaya. Bana kalırsa 10 yaşındaki meraklı bir çocuk kitabın birçok bölümünü keyifle okuyabilir.

7. Her bir başlığın önünde yer alan eğlenceli tanıtım mottosu sana mı ait? (örnek: kirli çamaşırların süper kahramanı: çamaşır makinesi)
Bazıları bana ait. Bazıları sevgili editörüm Gökçe'nin katkısı. 

8. Peki sence ilk yoğurdu kim nasıl yaptı :)
İşte çocukluğumdan beri kafamı kurcalayan soru! Milliyet Çocuk'taydı sanırım, "Pamuk Nine" adında masalımsı bir öykü okumuştum. Çaktırmadan yoğurt hakkında bilgi veren bu öyküye göre, ilk yoğurdu Pamuk Nine yapmıştı. Nedense pek inanmamıştım bu öyküye. O zamandan beridir merak eder durum yoğurdu ilk kimin yaptığını.  

9. En iyi cacık tarifini denedin mi?
İlginç bir durum daha: Annem cacığı zaten böyle yapar. Hemen hemen böyle demeliyim aslında, ayrıntılarda farklar var. Yani yakından tanıdığım bir tarif bu aslında.

Her şey 1 "merak"la başlar ve 21 kısa öyküyle devam eder. Hepsi hayatımızın içindeki "sıradanlaşmış" nesneler  ve çoğunun farkında bile değiliz. Bu kitapta ben kısa da olsa bu "sıradışı" tarihleri okumaktan keyif aldım. 

15 Nisan 2014* tarihine kadar "Tarihini en çok merak ettiğiniz 'sıradan şey'in" ne olduğunu  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz. 
* Elif'in aramıza katılmasıyla süreç uzarsa şimdiden affola :)
** Röportaj için sevgili Yıldıray'a teşekkür etmeyi unutmuşum :))

HERKESE BOL ŞANS & 10 KAPLAN GÜCÜNDE MUTLU GÜNLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

27 Eylül 2013 Cuma

1 Kitap 1 Mektup Etkinliğinde Şimdi Sefer Zamanı ve Hediye Kitap: Moby Dick :)

Sizleri bir süredir beklettiğimizi fark ettik. Ve etkinliğimize kaldığımız yerden devam edelim istedik.
"1 Kitap 1 Mektup" bu kez sefere çıktı ve uzak denizlere yol aldı :) Geri döndüğünde yanında kaptan da vardı. Biz de bulduk 1 Kaptan, kaçırmayalım dedik ve ona uzak denizleri sorduk :)

Kaynak. burada
Merhabalar Alper,
Sanırım ilk soru olarak neden “denizci” olmak istediğini sormamız gerekiyor çünkü hikayenin başlangıcı orası.
Aslında bu soru için tirajı komik bir cevabım var diyebilirim. Dinleyince siz de öyle olduğunu göreceksiniz. Henüz lise 2. sınıf öğrencisi iken arkadaş grubumuzla beraber dershaneleri geziyoruz, hangisi nereye öğrenci göndermiş onu tartıp, kayıt için karar vereceğiz. Malum sonraki yıl büyük final var, ÖYS’ye girilecek. Dershanenin birinde kantin duvarlarına kazandırdıkları öğrencilerin isim ve bölümlerini yazıp asmışlar, sıradan okuyoruz, tıplar mühendislikler var, bir de "İTÜ Güverte" yazmışlar. Benim için hiçbir şey ifade etmediğinden başladım makaraya almaya, ama arkadaşları nasıl güldürüyorum, yok efendim adı İTÜ olsun da isterse tüpçülük olsun, İTÜ’de okudum demek için insanlar ne bölümlere gidiyorlar, daha neler neler, çok iyi hatırlıyorum, abartısız bir saate yakın insanları güldürmüştüm.
Sonra aradan zaman geçti sınav yaklaştı, bir banka hesap açtırana meslek tercihler rehberi veriyor. Sıradan meslekleri ve iş alanlarını okuyorum. G harfinde Güverte var, anımsadım hemen insanları ne güldürdüğümü, neymiş diye daha bir dikkatli okudum. Güvertenin ne olduğunu bilmiyordum ama okuduğumdanda pek bir şey anlamamıştım, bir şey hariç; "Yatılı üniformalı bir okuldur, mezuniyetten sonra zorunlu hizmeti vardır (o yıllar içindi), mezunları gemilerde uzakyol vardiya zabiti olarak çalışır. Armatör şirketleri mezunların bir çoğu için zorunlu hizmet tazminatlarını ödeyerek yüksek ücretle gemilerinde çalışmaktadır" demekteydi. Bu açıklamada yüksek ücret hariç pek bir şey anlamamıştım. Armatör nedir, uzakyol vardiya zabiti ne demek. Sonra daha fazla hakkında okuyup daha fazla araştırınca fırsatların fazlaca olduğu bir sektör izlenimi bıraktı ve tercih ettim. Hani derler ya insan dalga geçip küçümsediği şey başına gelmeden ölmezmiş diye, bu tabir için iyi bir örneğim herhalde. Kısacası çocukluğumda babamla yelkenli turuna çıkardık, yaz tatillerinde kayıklardan teknelerden hiç ayrılmazdım veya deniz benim için bir zevk değil tutkuydu o yüzden tercih ettim diyebileceğim duygusal bir hikayem yok ne yazık ki. Ama gün sonu itibari ile, hem keyif hem de profesyonel hayat açısından alternatif zenginliği itibari ile girilebilecek en iyi sektöre girdiğimi görüyorum.

Kaynak: burada
Karadan ayrıldığın ilk seferde kendini nasıl hissettin? Sadece deniz görmek bir süre sonra tuhaf bir duruma dönüşmüyor mu?
İlk seferi unutmak mümkün değil. Bugün bile o günün heyecanı, seferin devamında yaşadığım hem motivasyon hem de sıkıntılar aklıma net bir şekilde geliyor. Acente botu ile boğazdan geçen bir konteyner gemisine katılmıştım. Varış saatine göre 6 saat gecikeceğinden botta uyumak zorunda kalmıştım, deniz hırçın hava sert, bot inanılmaz sallanıyor ve ben alışmaya çalışıyorum. Ama hiç kolay olmuyor. Kendimi gemi, bu botun 1000 kat büyüğü o sallanmaz diyorum. Ama sallantıya alışmak zor. Sonra ayrılıyoruz iskeleden ve boğaz girişinde demirde bekleyen gemime doğru gidiyoruz. Şeytan çarmıhından (İki halat arasına ağaç basamaklarla yapılan bordadan sarkıtılan merdiven) çıkarken biraz içim burkuluyor, meğer bu burkulma bir şey değilmiş. Demir alıpta pervaneye yol verilince kara gözünde bir perde arkasında gibi gözükmeye başladığında asıl anlıyorum yola yolculuğu özleme hasrete ait gerçekleri ve  asıl özlem saatlerini. Bu, kalbimin bir parçası. Diğer parçası heyecanlı. Ufukta ise pürüzsüz engin bir deniz var. Yeni heyecanlar ve maceralar var. Her şeyden önce sefer boyunca 5 ülke göreceğim. Beş medeniyet, beş lisan, beş ayrı dünya. Her biri için ayrı ayrı heyecanlıyım. Staj için çıktığım bu gemide bir gün ben de kaptan olacağım. Gemiyi ben yönetecek, kararları ben vereceğim. Birileri canını, başka birileri canı bildiklerini bana teslim etmiş olacak. Başka birileri gemisini, daha başkaları gemiden de kıymetli mallarının emanetçisi olacağım. Büyük iş. Bir üniversite öğrencisi için büyük motivasyon açıkçası. Bu ilk seferimde bana vardiya teslim etmemişlerdi ama ikinci seferle beraber bu andığım sorumlulukların hazzını bizzat yaşadım. Birileri aşağıda yataklarındayken geminin sevk ve idaresi köprüüstünde bendeydi. Yani birilerinin canı, başka birilerinin ise malı.
360 derecelik ufuk boyunca denizi görerek gemi ile ilerlemekle, bir çölde bulunmak arasındaki yegane fark birinde tuzlu su diğerinde ise kum görüyor olmandır. Deniz, kara ile bir bütünken güzel ve büyüleyicidir diye düşünmüşümdür. Yoksa günler boyunca bir okyanus geçişi yaparken, vardiya usulü çalışıyor olduğundan hep aynı 3-4 yüzü görür, boyları değişmekle dalgalar aynılıklarını korur ve  tabi bulutlardır şekilden şekle girip dolaşan üstünde. Onların değişiklikleri de hep aynıdır. Sıkar bir süre sonra. Ta ki radarda veya ufukta bir gemi görürsün. Karanın gözle görülmesi ayrı bir zevktir, müthiş bir mutluluk. Hele hele gözüken kara varacağınız limansa.

Aileni,arkadaşlarını özlüyorsun ama sıklıkla arayamıyorsun da galiba, bu durumla nasıl baş ettin?
Aslında alternatif çoktur iletişim için. Bir okyanus geçişinde telsiz üzerinden ‘Türk Radyo’ ya frekansından ulaşabilir, uygun fiyatla istediğin görüşmeyi yapabilirsin. Görüşme kalitem yüksek olsun ben paradan çekinmem dersen uydu telefonlarla irtibat mümkün. Neredeyse tüm gemilerde internet var artık. Limana geldiğinden yerel bozukluklarla veya telefon kartı temin ederek de arayabilirsin aileni. Cep telefonları ayrı bir avantaj. Gemiden dünya ile irtibat kurmak aslında sanıldığı gibi ciddi bir handikap değildir. Göremezsin özlersin hala ama iyi olduklarını bilirsin, iyi olduğunu bilirler, bu da yeter.

Kaynak: burada
Denizde -hele ki uzak bir seferde- 1 gün nasıl başlar, nasıl biter?
Bir kere klasik olarak çalışmalar vardiya usulüdür. Seyirde de limanda da güverte sınıfına vardiya vardır. Geminin ihtiyaçları bitmez. Bakım ister, boya ister. Kimse boş bırakılmaz. Hiçbir iş yoksa uluslararası uygulamalar kapsamında role talimi dediğimiz tehlikeli durumlarla mücadele provaları yapılır. Batan gemiyi terk etme, yangın, denize adam düştü, dümen arızası gibi. Ama rutin olarak köprü üstü dediğimiz, geminin sevk ve idaresinin yapıldığı tüm seyir cihazlarının bulunduğu ve geminin çevre hakimiyetinin görsel açıdan en üst düzeyde bulunan yerinde, 24 saat boyunca üç vardiya zabiti tarafından 4 saat boyunca vardiya tutulur ve bu vardiyayı 8 saatlik istirahat izler. İstiharat, anladığımız anlamda istirahat değildir, ilk 8 saatlik istirahatinizde gemini size ait diğer işlerini hallederseniz. İkinci 8 saatlik istirahatte ise dinlenirsiniz. Vardiya esnasında esas geminin seyir ekipmanları kullanılarak sağlıklı ve selametli bir şekilde sevkinin devamının sağlanmasıdır. Radarlar, gözcü veya serdümen  dediğimiz gemiadamları bu esnada size yardımcı olur. Gemi mevkisini kontrol ederek rotada olduğunu aralıklarla kontrol edersiniz. Rotadan düşmüşse gereken manevra ile gemiyi rotaya alırsınız. Çapariz veren, yetişen, pruvadan gelen gemilerle emniyetli geçiş kuralları çerçevesinde kontrollü geçişlerinizi tamamlarsınız. Meteorolojik bildirimleri takip edersiniz. Örneğin 8-12 vardiyacısı iseniz ve vardiyanız bittiğinde, öğlen yemeğinizi yer bu sefer gemiye ait sorumluluklarınızın peşine düşersiniz. Yangın söndürücelerin, can güvenliği ekipmanlarının bakım tutum ve kontrollerini yapar, evrak işlerinizi halledersiniz. Akşam 8-12 vardiyasına çıkarsınız. Bu sefer gece seyrindesinizdir. Onu tamamlar istirahatinize gidersiniz ta ki sabah 8-12 vardiyasına kadar.

Kaynak: burada
Kara görmeden en fazla kaç gün denizde seyir halinde kaldın?
En uzun seferim Kuzey Avustralya’nın Gove limanından kalkıp, İzlanda’nın başkenti Reykavik’e yaptığımız seyirdi. Gove, Aborjin bölgesiydi ve Aborjinleri görüp tanıma fırsatım oldu. Seyir tam 48 gün sürdü. Avustralya’dan çıkıp Hint Okyanusu boyunca Somalinin şimdi korsanlıkla meşhur Scotra Adasına kadar 23gün boyunca hiç kara görmemiştik. İlk kez farklı bir yüzle de Süveyş geçişi esnasında 30 gün sonra karşılaşmıştık. Daha önce dediğim gibi değişen tek şey hayatınızda dalgaların boyları ve bulutların şekilleri, kalan herşey aynı, dışarıdan bu durumu hayal etmek güç.

Denizcilikte bildiğim kadarıyla çok fazla terim var. Yabancı dil öğrenir gibi mi öğrendiniz bu terimleri?
Eğitim esnasında birçok yükleme yapılıyor. Ama esas öğrenme staj ile başlıyor. Öğrenci iken bizzat gemiye çıkıyorsunuz ve daha bu safhada 1 yılınız gemi üzerinde uzak seferlerde geçiyor. En güzel mektep burası, işin pratiğinin yapıldığı yer. Ama hocalarımızın sıralarda yaptıkları katkıyı da ihmal etmemek gerekir.

Yaşadığın en maceralı olay neydi, nasıl kurtuldun?
Aslında iki maceralı olayım var, paylaşmak istediğim. İlki ikinci stajımdan. Gemiye katıldıktan sonra Brezilyaya doğru yol alıyoruz. Varış Limanımız Paranagua. Okyanusu bir nehir girişinden terkedip, nehir boyunca ilerledikten sonra limana varıyorsunuz. Nehir ağzına demirlememiz istenildi, süperkargo gelip gemi ambarlarının yüke uygun olup olmadığına karar verecek. Demir manevrasından dolayı vardiyamdan önce kalkmıştım ve demir atıp demir vardiyasına başladım. Süperkargo geldi ve ambar diplerinin raspo boya yapılmasını istedi ve bu iş için iki gün verdi. Yükü kaçırmamak için hummalı bir çalışma başladı. Ben ya demir vardiyasındayım veya ambarın birinde ekibe yardım ediyorum. Zaman geçti ve neredeyse son 30 saattir yere paralel olamadan geçen yorucu bir zaman dilimi var. Bunun üzerine 4 saat daha demir vardiyası tuttum, akşam 8-12’yi. Vardiya devir tesliminde geminin üçüncü kaptanı bana ikinci kaptana gözük öyle yat yatacaksan dedi, ama ikinciyi arayacak mecal yok. Gittim yattım kamarama, ne de olsa ambarlar hazır sabah süperkargo gelecek biz limana gireceğiz. Daha yarım saat olmamıştı kamarama gireli ki, telefon çaldı, ikinci neredesin diye soruyor, geliyorum dedim ve çıktım. Bana tüm ambarları gezmemi ve herşeyin yolunda olup olmadığını rapor etmemi istedi.  Buna sancak iskeleye yerleşik 36’ya yakın ambar havalandırmasının gemi kreynlerinin kaide kulelerinin yerleştirilmiş olduğu ve herbirine ayrı ayrı tırmanmanız gereken portuç dediğimiz yerlere çıkarak yaptım. Artık inanılmaz yorgunum, ikinci kaptanı arıyorum herşey yolunda demek için ama yok, kendisi bana işi verip yatmış. Bunun üzerine,geminin ikinci mühendisi yakın arkadaşım, aslında okuldan benden önce mezun o nedenle abi diyorum. Onun kamarasına gidip uyandırdım, ikinci kaptanla ilgili biraz serzenişte bulundum, o yatağında bense onun kamarasındaki çekyatta uyumuşuz. Birkaç saat sonra manevra için onu aramışlar o da tulumunu giyip makine dairesine inmiş, ben uyumaya devam ediyorum onun kamarasında.
Sonra pilot geliyor gemiye, gemi hazır süperkargodan geçmiş limana girecek. Dördüncü kaptan (ikinci stajımda 4. Kaptanlık yapıyordum) yok. İkinci kaptan en son ambarlara gönderdiğini rapor ediyor süvariye, üçüncü kaptan en son ikinci kaptana yönlendirdiğini söylüyor. Kamarama, tüm ambarlara olası heryere bakıyorlar gemide yokum. Makine dairesine bile iniyorlar, odasında uyuyor olduğum ikinci mühendis anlamıyor ama kalabalığı seziyor, aslında geminin olası her ücra köşesinde beni arıyorlar. Sonra Brezilya Arama Kurtarma'ya haber veriliyor. Kayıp gemiadamı muhtemelen denize düşme veya intihar diye. Sonra ben uyanınca doğrudan köprü üstüne çıkıyorum, herkes önce şaşkın sonra kızgın. Boş olan pilot kamarasında uyuyakalmışım diyorum, ikinci mühendisinde başı ağrımasın diye. Gemiye gelen pilot tekrar arama kurtarma birimleri ile irtibata geçiyor. Kayıp şahıs bulundu, yorgun çıktı diye.

Kaynak: burada
İkincisi ise, tam bir kaostur. Ölümü beklediğim bir hadisedir. İtalya ile Yunanistan arasındaki bölgeye Mataban denir ve fırtınaları ile meşhurdur. Gemi tweendeck tulum ambar bir gemi yani ambarın içinde açılıp kapanabilen kapaklar var, bu özelliği ile de alt ambarda başka kapakları kapatıp oluşan üst ambarda başka yük taşınabiliyor. Gemi boşken ara kapaklar kalkık ve gemi iç bordasına dayalı duruyor. Kapatma esnasında kullanılan uzun demir kütük ve bloklar ise yaşammahalli önünde ambar içine sabitleniyor. Mataban geçişinde çok şiddetli bir fırtınaya girdik, ben istirahatte kamaramdayım. Gemi dayanılmaz bir şekilde sallanıyor. Birden büyük gürültüler gelmeye başladı. Ben anladım demir kütük ve bloklar lashinglerini yani zincirlerini kırmış ve yaşammahalli önünde istiflendikleri yerde gezmeye başlamıştı. Göremiyordum ama artık gemi sancağa yattığında tüm bu kütle sancağa kayıyor ve gemi tamamen suyun içine gömülüyor, tekrar iskeleye yöneldiğinde o kuvvetle hızla savruluyor ve gemiyi bu sefer iskeleden suyun içerisine gömüyordu. Bulundukları yerden sancak iskele yönünde değil de daha serbest hareket etmeye başladıklarında ise bu kütük ve bloklar boş olan ambarın içerisine yüksekten düşecek ve gemi dibini delerek su almasına sebep olacaktı.
Bu sallantı esnasında hem bunları düşünüyor hemde kamaramda savrulan herşeye rağmen kendim bir alabandadan diğerine uçmamak için kendimi yatağımın yanındaki alabanda ile yatağımın korkulukları arasına annekarnı pozisyonunda şıkıştırdım. Gemiyi terk sirenleri çalıyordu. Koşturmaca sesleri duyuyordum, herkeste bir panik. Ama ben bu havada filikaları (can kurtarma botları) denize indiremeyeceğimizi muhtemelen filikaların indirme operasyonu sırasında gemi bordasına çarparak parçalanacağını düşünerek, ondan da öte, bu korkunç denizde geminin sallantısına tahammül edemezken küçük filikanın içerisinde o işkenceye kesinlikle tahammül edemeyeceğimi biliyordum. Yatağımdan hiç kalkmadım, mücadele edecek bir şey yoktu. Suların kamaraya girmesini bekliyordum. Nasıl öleceğimi düşünüyordum, boğulmak nasıldı acaba. Muhtemelen suya da çok fazla direnmeyecektim, ve o sallantı bitecekti.
Gemi terk sirenleri çalmaya devam ederken, birden demir bloklardan biri biraz öne kayıyor ve diğer blokların hareketini engelleyecek şekilde sıkıştırıyor. Gemi kaptanı bunu fırsat bilip, geminin rotasının rüzgara doğrudan alıyor ve 180 derece değiştiriyor. Rüzgar kıçtan gelmeye başlayınca gemi rahatlıyor ve personel ambar içerisine inip tekrar demir bloglarılaşingliyor.
O nedenle en çok hayranlık duyduğum insanlardan bir grup da balıkçılardır. O küçücük teknelerinde o sallantı ile mücadelelerini çok önemli buluyorum. Bir balıkçı teknesi boyutunda olan gemi filikası ile hayata tutunmanın olasılığına bile tahammül edememiştim.

Sen anlatırken biz heyecanlandık,bayağı maceralı olaylar yaşamışsınız gemide.  Peki,  geminin sallantılarına karşı normalde nasıl dayanıyorsunuz?
Aslında dayanamıyoruz. Eğer birisi  büyük denizci edasında bana bir şey olmuyor demeye başlamışsa o zaman anlıyorsun onu da tuttuyor olduğunu veya tutmaya başladığını. İnsan gemi üzerinde sürekli yaşamak üzere yaratılmamış diye düşünüyorum. Fizyolojisi buna uygun değil. Sadece tahammül etmeye alışıyorsun. Durdurun sağda ineceğim deme şansınız yok. İlk stajımda Mataban’ı (Yunanistan İtalya arası, fırtınası ile meşhur) geçerken neden doğdum diye ağladığımı bilirim. Beni deniz tutmuyor diyen insan aslında aldırış etmiyorum demek istiyor. Değil sancak iskele (sağ sol ) yalpası veya geminin baş kıç (ileri geri) yapması ben geminin dev dalgaların içine başını gömüp havada 8 çizdiğini bilirim. Bu durumu da gülün dikeni olarak değerlendirmek lazım.

Kaynak: burada
Şu an karada çalışıyorsun, peki denizi özlüyor musun; belki bir gün döner misin gemiye?
Herzaman hayatımda A, B ve C planları vardı. Deniz şimdilik C planı olarak da olsa var hayatımda. Benim mesleğim altın bilezik gibi ve herzaman bir yeri olacak. Ama tahmin ediyorum artık denize çıksam kabotajda çalışmak isterim veya en azından Akdenizde dolaşan bir gemide, daha kara ile bütün bir deniz daha güzel diye düşündüğümden muhtemelen. Ama arada bir de olsa rüyalarımda köprüüstünde vardiya tutuyor veya ambara inip reise iş vermiyor değilim. Gemi kadar geminin pek de hoş olmayan o kendine ait kokusunu sanki daha çok özlüyorum. Tekrar deniz hayatı neden olmasın, tabi ki olabilir.
* Denizcilik terimleri için buraya da bakabilirsiniz

Alper'den 2balık1kedi için özel not :)
Denizi biz de ev'cek çok zeviyoruz. Hele Lokum... Deniz olsun da pardon balıklar olsun da işin içinde :) Alper ile konuşunca Aborjinlerle tanışmış, fırtınalarda kaybolmuş, uzak diyarları keşfetmiş kadar olduk; bu keyifli sohbet için ona çokça teşekkürler :)

24 Ekim 2013 tarihine kadar "Gemi ile nereye yolculuk yapmak istersiniz?"  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Moby Dick" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.

Pusula Lokum'un, yanlış anlaşılmasın :)
* Bu çekiliş haberini sosyal medyada duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)

HERKESE KENDİ KAPTAN KÖŞKÜNDE KEYİFLİ SEYİRLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

5 Temmuz 2013 Cuma

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde Bu Kez Konuğumuz; ÇAĞLA ENES: Tatlı Bir Yüzücüyle Keyifli Bir Sohbet & Sofie'nin Dünyası :)

Bu yazı  da zorlandığım yazılardan biri oldu çünkü Çağla benim kuzenim.
Teknik ve biyolojik olarak kuzen çocuğu olsa da yaşlarımız yakın olduğundan (14-28) bence biz kuzen sayılmalıyız :) 
Çağla neredeyse doğduğundan beri anne ve babasının desteği ve azmi ile yüzüyor.
Sıklıkla antrenman yapıyor ve emek sarf ediyor.
Geçen ay yapılan Kaş-Meis maratonunda da bu emeklerin karşılığını aldı ve Çağla 1. oldu :)
Biz de yakından tanık olduğumuz spor faaliyetleri/yüzme sürecine dair Çağla ile keyifli bir sohbet yaptık.
Sonucu hemen söyleyeyim; çocuğunuzu en az 1 spora yönlendiriniz :)
Gelelim sohbetimize;
Sevgili Çağla,
Küçüklüğünden beri yüzdüğünü, antrenmanlar arası koştuğunu, yüzmeyi çok sevdiğini, yarışlara katıldığını biliyorum ama bugün senden “yüzme” konusunda daha detaylı bilgiler öğrenmeye niyetim var :) Başlayalım o zaman :)


Çağla ve Kahve :)
Yüzmeye kaç yaşında ve nasıl başladın, seni kim yönlendirdi?
Kuzenlerim yüzücü, dayım da antrenörüm. Küçükken onlar antrenmana giderken ben de onlarla havuza gelir ve onları izlerdim. Bu sayede yüzmeyle tanışmış oldum. Onların yönlendirmeleriyle de yüzmeye başladım ve çok sevdim. Bunların ben kaç yaşımdayken gerçekleştiğini bilmiyorum ama sekiz yaşımdayken takımla beraber çalışmaya başladığımı hatırlıyorum.

Kaç yıldır yüzüyorsun?
On dört yaşımda olduğumu düşünürsek tam altı yıl olmuş.

Haftada kaç gün yüzüyorsun? Kaç antrenman yapıyorsun?
Sezon arası tatillerimiz dışında haftanın her günü yüzüyorum. Yakında önemli bir yarış varsa ve sezon ortasındaysak bazı günler çift antrenman yapıyorum. Çift antrenman yaptığım zamanlarda haftada on iki antrenmanım oluyor.

Antrenmanlara yetişmek, bazen sabahın köründe uyanmak zor olmuyor mu?
İlk başlarda tabii ki alışmak ve zamanında kalkmak zor oluyor ama alışıyorsun. Ama sonuçta bu benim sorumluluğum ve bunu isteyerek ve severek yapıyorum.



Sporcu beslenmesi diye bir şey uyguluyor musun? Ya da yediğine içtiğine dikkat ediyor musun?
Tabii ki uyguluyorum. Bunu hem sağlığım hem de performansım için yapıyorum. Çünkü antrenmanlarda harcadığım enerjiyi sağlayabilmem için bazı şeyleri daha çok yemem ya da daha az yemem gerekiyor. Aynı şekilde vücudumun antrenmanlardan kötü etkilenmemesi için de yeme içmeme dikkat etmem gerekiyor.

Sence yüzme zor bir spor mu, neden?
Yüzmenin zor bir spor olduğunu düşünüyorum. Çünkü diğer sporlara göre daha çok kondisyon ve çalışma gerektiriyor. Bir sporda iyi yerlere gelebilmek için örneğin beş antrenman yapman gerekiyorsa yüzmede on antrenman yapman gerekiyor. Bireysel bir spor olmasının da zorlukları da var. Çünkü tek başına yarışıyorsun ve asıl o mücadeleyi kendinle veriyorsun. Bu büyük ölçüde de özgüven gerektiriyor.

Yüzerken aklından neler geçiyor ya da ne hissediyorsun?
Yarış yüzerken sadece yarışı düşünüyorum. Yorgunluğumu düşünmeyip kendimi biraz daha zorlamaya çalışıyorum. Antrenmanlarda ise yüzdüğüme göre düşüncelerim de değişiyor. Örneğin uzun mesafe yüzüyorsam tempomu ve nefesimi ayarladıktan sonra içimden şarkı söylüyorum, o gün yaptıklarımı falan düşünüyorum.


Çağla ve Kahve :)
Yüzmüyor olsaydın hangi sporu tercih ederdin?
Voleybolu tercih ederdim gibi geliyor. Çünkü solak olmam ve boyum bana büyük bir avantaj sağlardı.

Gelelim yarışlara… Birlikte antrenman yaptığın arkadaşların da yarışlarda rakibin olabiliyor sanırım. Bu biraz garip oluyor mu ya da birbirinize kızma/küsme durumlarınız oluyor mu :)
Bence bu garip bir olay değil. Yüzme bireysel bir spor olduğundan takım arkadaşlarınla rakip olman fazlasıyla normal. Yarışa girip çıktıkça buna da alışıyorsun. Zaten depar taşına çıktığında öyle bir psikoloji içerisinde oluyorsun ki yanındaki kardeşin bile olsan tanımazsın ve gerçek bir sporcuysan tanımaman gerekir :) Kızma küsme olayları da olmuyor değil. ( ne kadar olmaması gereken bir şey olsa da ). Böyle davrananlar sporun bir kuralı olan kazanmayı ve kaybetmeyi öğrenememiş kişiler.

Hangi stilde yüzmeyi daha çok seviyorsun? Ya da öyle bir tercih yapma şansınız var mı?
Bir yüzücü her stili yüzmeyi bilir ve yüzer. Ama hangi stilde daha iyiyse yarışlarda çoğunlukla o sitili yüzer. Kendi tercihine göre değil. Ama en iyi yüzdüğün stil en sevdiğin stil oluyor zaten :)

Yarışlarda uzun mesafe yüzmek mi daha zor kısa mesafe mi?
Bu yüzücüden yüzücüye göre değişir. Bazı yüzücüler kısa mesafeci bazıları da uzun mesafecidir. Yani kimisi kısa mesafeyi kimisi uzun mesafeyi daha kolay yüzer. Ben uzun mesafeciyim ve uzun mesafeyi daha rahat yüzüyorum.

Kaş-Meis maratonuna ilk defa mı katılıyorsun? 
Evet ilk kez katıldım.

Geçtiğimiz ay yapılan Kaş- Meis maratonunda 1. oldun :) Bu sonuca şaşırdın mı, sevindin mi ya da neler hissettin?
Kendimden böyle bir sonuç beklemiyordum. Açıkçası oldukça şaşırdım. Ama tabii ki sevindim de. Uzun zamandır ağır bir şekilde antrenman yapıyordum ve bu antrenmanların hakkını almak beni mutlu etti.


Kaş-Meis Maratonu :)
Maraton süreci ne zaman/nasıl başlıyor? Kimler katılabiliyor?
Maraton tam olarak ne zaman başladı hatırlamıyorum :) Ama sabah sekiz ya da dokuzdu. İlk olarak bütün maratona katılacak olan bütün sporcular belirli bir yerde toplandı. Sonra görevli hakemler bütün sporcuların kollarına numaralarını yazdılar. Herkes teknelere bindi ve teknelerle Meis adasına doğru yol almaya başladık. Adada bizlere vazelin ve güneş kremi sürmemiz için biraz zaman verildi ( vazelin suda üşümememize yarıyor ). Sonra hepimiz oradaki marinadan denize girdik ve start verilmesini bekledik. Start verilmeden önce de hepimize rotamızı ayarlayabilmemiz için nereye yüzeceğimize dair bilgi verildi. Sonra start verildi ve yarış başladı :) Ve bu yarışa on beş yaş ve üzerindeki insanlar katılabiliyor. Ama en küçük olarak ben 14 yaşındayken veli izni ile katılarak 15-19 yaş kategorisinde yüzdüm. Yaş dışında bildiğim kadarıyla başka bir sınırlama da yok.

Sen bu maratona katılmaya nasıl karar verdin?
Kuzenlerim  her sene bu maratonlara katılıyorlar. Geçen sene onları izlemeye ben de gitmiştim. Onları izlerken bunun eğlenceli bir şey olduğunu ve yapabileceğim bir şey olduğunu düşündüm. Sonraki sene ben de katılırım diye düşündüm.

Yüzmeye başlamak için sence kaç yaş daha uygun?
Küçük yaşta kurslara gitmekle bir başlangıç yapılabilir. Ama profesyonel yüzücülüğe başlamak için sekiz ya da dokuz yaş bence en uygun yaş.

Sadece amatör olarak yüzmek isteyen ama yaşının çok ilerlediğini düşünenlere tavsiyen var mı? Su gerçekten  ne yaparsak yapalım- bizi kaldırır mı :)
Onlara yüzmeye devam edin derim. Amatör olarak yüzmek istiyorlarsa hiçbir yaş geç değildir. Ama profesyonel olarak yüzmek belirli bir yaştan sonra gerçekleştirilmesi gerçekten çok zor bir durum. Bu arada suyun biz ne yaparsak yapalım bizi kaldıracağını sanmıyorum :)

Asıl bomba soruyu sona saklamıştık; havuzda ya da denizde boğulan birini görsen (mesela beni :) hemen suya atlayıp kurtarır mısın :)
Tabii ki kurtarmaya çalışırım. Ama ben birinin boğulduğunu görene ya da fark edene kadar çoktan başkaları onu kurtarır bile :)

Biraz da genel sorulara geçelim:
Dinlerken acayip mutlu olduğun şarkı/şarkıcılar var mı?
Michael Jackson ve Bruno Mars dinlerken çok zevk aldığım şarkıcılar ve onları dinlerken gerçekten mutlu oluyorum.
Unutamadığın bir çocuk kitabı ya da kitap var mı?
Isabel Allende’nin "Canavarlar Kenti" adlı kitabını gerçekten severek okumuştum. Hayatımda okurken en çok eğlendiğim kitaplardan biriydi. Aynı zamanda Jostein Gaarder’in "Sofie’nin Dünyası" adlı kitabı da beni çok etkileyen kitaplardan biriydi.
Yüzmeden sonra en çok keyif aldığın aktivite/spor/hobi hangisi?
Sanırım kitap okumak ve arkadaşlarımla vakit geçirmek. Çünkü yalnız kalmayı hiç sevmem ve hep yanımda birileri olsun isterim.

Bizim için keyifli bir sohbet oldu; teşekkürler Çağla …Sana bol yüzmeli, çokça kitaplı, Kahve’li günler dileriz :)

Ben teşekkür ederim; size de Lokum'lu günler :)
* Bazı yazılar kaymış, fark ettik, düzeltemedik, belki yakında düzeltebiliriz :)
                                                                            ***
"1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinde 2. konuğumuz sevgili Çağla oldu. Yüzme ile ilgili meğerse ne çok sorumuz varmış. Küçük yaşta en az 1 spor ile tanışmalı ve bu tanışıklık ister hobi ister profesyonel olarak devam ettirilmeli -bizce-. Zira kuzenler bir araya gelince maş. boy konusunda "senin oralarda havalar nasıl?" esprilerine maruz kalabiliyorsunuz :)

26 Temmuz 2013 tarihine kadar "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" (böyle bir yer yoksa onu da yazabilirsiniz :)  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Çağla'nın seçimiyle "Sofie'nin Dünyası" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.


Kaynak: burada
* Bu çekiliş haberini kendi blogunda/facebook ve twitter hesabında duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)
**Sevgili Çağla, son sözümüz sana; iyi ki varsın, tatlı sohbetin için teşekkürler :)


HERKESE KENDİ DENİZ KOKUSUNDA MUTLU GÜNLER, SOFİE İLE  TANIŞMA İMKANI DİLERİZ :)

Devamını oku »