Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




Çocuk kitabı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çocuk kitabı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2016 Çarşamba

Bir Fil Nasıl Uyur? / Salim Keskingöz / Özlem Korçak

Dünkü yazıdan sonra hemen  "Okul Öncesi" kategorisinden bir kitap yazmak istedim buraya. İlk kitabın uyku ile ilgili olması da tamamen tesadüf (!).
"Bir Fil Nasıl Uyur?" bilmiyorum ama son 2 yıldır "1 Esoş Nasıl Uyur?"onu  biliyorum.
En iyi bildiğim konu başlığı ise "1 Elif Nasıl Uyumaz?" :)
Neyse konuyu dağıtmış olmayayım.
Salim ve Özlem'in "Kıl kuyruk Popi" çalışmasından sonra (burada da yazmışım şimdi gördüm) yeniden bir arada olmalarına çok sevindim. Bence uyum içerisinde olabilen yazar-çizer ikilisi kitabın ruhuna yansıyor. Mesele sadece güzel bir hikaye ve teknik olarak düzgün çizimler değil çünkü. Ben okul öncesi kitaplarda artık çok daha farklı şeyler arıyorum.
5 sene önce olsaydı, okuduğum birçok metni beğenir, çizimler konusunda pek fazla yorum yapamazdım. Şimdi ise en azından genel bir çerçeve çizebiliyorum, o da bana yetiyor :)

Bir Fil Nasıl Uyur, (Salim kusura bakmasın ama) açıkçası benim çizimleriyle okuduğum bir kitap. O kadar eğlenceli ki tüm sayfalar, Özlem'in mizah anlayışını gerçekten çok seviyorum. Birkaç örnek de vereyim:


Bu kitabı Elifle çok fazla okuyamadık çünkü Elif içinde "uyku" geçen kitaplara şu ara mesafeli, "bittiii" diye kitabı kapatıyor içinde uyku varsa. (Acaba neden?) Ama açıkçası ben birkaç kitap haricinde şimdiye kadar okul öncesi kategorisinde aldığım kitapları hiç Elif'i düşünerek almadım, onu da itiraf edeyim. Ne bencilmişim yahu, yazınca ortaya çıktı :) Ama bence insanın kendini mutlu etme sebeplerinden biri sevdiği bir kitabı almasıysa, bu kategoriyi çocuğu olmayanlara da özellikle tavsiye ederim. Lütfen bu eğlenceden mahrum kalmayınız...
Bir çocuğun gözünden bu kitabı okuyacak olursak bence çocuk farkında olmadan hayvanların dünyasına giriş yapacaktır. İsmini duyduğu hayvanlar hakkında spesifik bir bilgiye -nasıl uyuduklarına- odaklanacak ve belki kitapta adı geçmeyen diğer hayvanların nasıl uyuduğuna da ilgi duyacaktır.
"Peki bukalemunlar nasıl uyur anne?"
 Esoş -desteksiz-cevap: "Önce tek gözlerini kapatırlar, o sırada diğeri etrafı izler. Sonra diğerinin uykusu bitince, yer değişirler. İki gözleri aynı anda kapalı olursa canları sıkılır" gibi :)

Pembe bir fil eşliğinde hayvanların nasıl uyuduğunu tek ve sade cümleler halinde okumak oldukça keyifli. Çizimler metnin önüne tam olarak geçmemiş belki ama açıkçası -çizimlerin başarısı olsa gerek- bu kitabı ben çizimleriyle okumayı daha çok seviyorum. Sonra da düşünüyorum, "Bir inek nasıl uyur?, Peki kurbağalar uyurken de zıplar mı? Aklıma Koyun Russell geliyor, yani kısaca tüm canlılar bir şekilde uyur... DA,  Elif?" O ara farklı hislere bürünsem de Allah kimseyi uykusuz bırakmasın der, deliksiz uykular dilerim :)


* Özlem ile Londra Turu yapayım derseniz şuraya, Akça'nın Özlemle neler konuştuğunu okuyayım derseniz de buraya lütfen :)


Bir Fil Nasıl Uyur?
Yazan: Salim Keskingöz
Resimleyen: Özlem Korçak
Yaş grubu: 2+
Mikado Yayıncılık, 2015, 20 sayfa, karton kapak
Devamını oku »

1 Nisan 2016 Cuma

Mart Ayı Okumalarım :)

Bu ay okuduklarımdan çok keyif aldım. Napoli Romanları Serisi ise sadece bu ay için değil uzun zaman etkisinde kalacağım kitaplar oldu. Sgardoli ile devam etme kararı aldım zaten, inşallah Nisanda da İtalya ile devam etmeyi düşünüyorum. 
Mart ayının ilk kitabı Joan Aiken'den:
Bu kitap hakkında bloga detaylı yorum yazamadığım için üzüldüm. Yazarın 1924 doğumlu olduğunu kitaptaki bazı cümlelerden anlamıştım. O kadar muzip ki, kitabı kıkırdayarak okudum. İçinde 8 tane öykü var, benim favorim: Üç Gezgin.  Yazarın diğer kitaplarını da okumayı çok isterim. Kitapçıda gezerken keşfettiğim bir kitap olduğu için de ayrıca mutluyum.

Bu kitap hakkında taslaklardaki yazımı er geç tamamlayıp yayınlarım :) Colas Gutman'ın Rose ve Çocuk kitaplarını da çok sevmiştim. Feride'nin kızı Saliha'nın eğlenerek okuduğunu duyunca hemen aldım, Salihayla zevklerimiz pek uyuşuyor :) Kısacık bir öğle arasını neşelendirecek keyifli bir kitap.
Burada yazmıştım, yazdıktan sonra da Sgardoli'nin tüm kitaplarını aldım. Ancak ne yazık ki henüz okumadım, sebebi de az sonra aşağıda :) Güncelleme: Mart ayına son dakikada bir Sgardoli daha ekledim :)
Çukurlar kitabını da er ya da geç bloga yazacağım için çok detaylandırmıyorum ama sonu haricinde beni genel olarak tatmin etti kitap. Sacher'ı Yamuk Okul hikayesi ile tanımıştım(sadece ilk kitap var elimde ne yazık ki, baskısı yok) Çukurları ise Goodreadste devamlı görüyordum. İletişim Yayınları beni yine şaşırtmadı. Hemen ardından filmini de izledim, Banu'nun dediği gibi film gerçekten güzel bir uyarlama olmuş.



Vay be! demek istiyorum. Elena Ferrante hayatımın 2016 Mart ayında rüzgar gibi geldi geçti. Ard arda okudum hepsini. İlk kitaptan sonra 2. kitabı (normalde yemem) tırnaklarımı yiyerek bekledim, o arada da Çukurlar'ı okudum. Detaylı yorumumu ayrıca yazacağım ama Nurşen Abla "çok satanları/ gündemdeki kitapları okumam ama Napoli Romanları'nı okuyun" demeseydi, ben bu seriyi uzun süre okumazdım. Kitap beni sahiden çok etkiledi, buraya da yazdım.
Sgardoli'nin okuduğum ikinci kitabı oldu. Tek günde bitirmiş olmamın da etkisiyle hikayenin bayağı içinde yaşadım. Pek güzel bir gençlik romanı olmuş. Devamını yorum olarak yazayım. Sgardoli kalp ben bundan sonra :)
Bu ay başlayıp da bitiremediğim (tüm suç Ferrante'de) kitaplar da şöyle:

Rodari'yi seviyorum ama bu kitap biraz yanlış zamanda elime geçti, 65 sayfa ancak okudum, umarım devamını da okurum :)
Baskısı olmayan bu kitabı canım Serra bana bulup göndermiş, büyük bir heyecanla başladım ancak aklım Napoli'de olunca onu araya sıkıştırmak istemedim. Okuduğum kadarıyla çok sevdim.
Devamını oku »

22 Aralık 2015 Salı

2015 Kitap Günlüğü ve 2016 için Aklımdakiler :)

2014 ve 2015 kitap okuma hızı açısından beni çok tatmin etmemiş olsa da açıkçası nitelik olarak sonuçtan oldukça memnunum.
Geçen yılda hangi kitapları okudum, neleri çok sevdim, neleri okumasam da olurmuş dedim, bir bakıp görmek istedim.
İşin aslı "okumasaydım olurmuş" dediğim kitap çok fazla yok.
Bana bir şey katmayacağını düşündüğüm kitapları yarısında bırakabiliyorum çünkü. Bir kitabı illa bitireceğim gibi bir durumum yok çok şükür, Filiz sana göz kırptım buradan ;)
Böyle bir raporu ilk defa tutuyorum çünkü ilk defa "görece"biraz daha kayıt altında okudum.
Normalde okurum, geçerim, unuturum ve kaybolur gider zihnimde kitap.
Şimdi ise biraz daha kayıt altında okudum.
Okuduklarımın büyük bir kısmını bloga yazabiliyorum, kalanlar ise masamda yazılmayı bekliyor.
Bir kısım ise "unutulanlar" rafında, orası cidden kara delik gibi, bazen bakmaya korkuyorum kaybolabilirim diye.
2015te o kadar güzel kitaplar okumuşum ki, hangisinden başlasam ve raporumu nasıl yazsam bilemedim.
Rapor yazmayı zaten bilmediğimi fark edince de (şu an) içimden geldiği gibi yazmaya karar verdim.
Yaptığım en güzel okumalardan biri yazar okuması oldu. Buraya yazmaya fırsatım olmadı ama Roald Dahl, Andrew Clements (Gizemli Anahtar kitabını bitiremedim baskı hatasından) ve Melek Özlem Sezer'in kitaplarını (13 tanesini) okudum (bazılarını 2. defa) ve "yazar okuması" işini çok sevdim. 2016 için de nasip olursa birkaç yazar var aklımda ama buraya yazıp kendimi kısıtlamayayım. Çünkü ne zaman buraya yazsam kendimi kısıtlamış gibi hissediyorum, tuhaf.
Yetişkin edebiyattan oldukça az okuma yapmışım, hani sayı versem vermeye utanıyorum :)
2016 için aklımdaki hedeflerden biri de ayda 1 yetişkin kitabı okumak olacak, uygulayabilirsem (sanki çokmuş gibi yazdım ya :P)
Nurşen Abla sayesinde "Dünya Bu Kadar" ile bu döngüyü başlatmış oldum aslında. "Kürk Mantolu Madonna"yı da Elif sayesinde okumuştum.
2016 için güzel bir liste yaptım ve bazılarını toparlamaya başladım.
İşin aslı 2016'da biraz daha "elimdekileri eritme" hedefim var. Ama bunu ne zaman söylesem ertesi gün kendimi kitapçıda kitap alırken buluyorum, insan yeni çıkanları da merak ediyor tabii ne yapalım :)
Ne kadar dağınık bir rapor oldu yalnız bu, yazarken daha iyi anladım.
Başlığı değiştirmem lazım, "günlük" demek daha doğru olacak.
2015 Kitap Günlüğümde sevgili Yasemen'in pek sevmediği bir şey yapıp "en"leri yazayım :)


- Beni en çok etkileyen kitap: Yıldız Kız / Yıldızlı Sevgi (tercih yapmam gerekse 2. kitap)
- Okurken ağzım haricinde de her yerimden gülme tozu fışkırttığım kitap: Babam Süt Peşinde
- İkinci Kez okuduğuma çok mutlu olduğum kitap(lar): Balık, Uçan Sınıf, Miguel ve Clementine
- Lisede okusaydım kendimi daha iyi hissederdim dediğim kitap: Gülümse
- Çizimleriyle deriiiin bir aşk yaşadığım kitap: Kıyıya Vuran Kız
- Okuduğum gün, saat ve mekanı aynen hatırladığım kitap: 35 Kilo Tembel Teneke (14 ay sonra ilk defa yalnız dışarı çıkıp, sahaf gezip kahve içip kitabımı başladığım gibi bitirmişim nasıl unutayım)
- "Bu nasıl bir aşk?" kitabım: Kürk Mantolu Madonna
- Hayallerimin peşinde olmayı bana hatırlatan kitap: Hayal Peşinde
- Okurken kalbimde önceden çıkmış dikenleri hatırlatan ve onları iyileştiren kitap: Kirpi Kız
- Elif'in favori kitapları: Oskar ve Güvercin Geç Yatmasın
- Roald Dahl'ın en sevdiğim kitapları: Matilda, Koca Sevimli Dev ve Dev Şeftali
- Andrew Clements'in en sevdiğim kitapları: Bunun Adı Findel, Sıradan Bir Çocuk
- Melek Özlem Sezer'in en sevdiğim kitapları: Büyüklerle Dalga Geçmesi Dersleri, Eldivenlerimi Kim Çalıyor, Sakız Çiğneyen Kedi
- 2015'te okuduğum iki klasik: Gizli Bahçe ve Pal Sokağı Çocukları
- Yüzümde gülümsemeyle okuduğum kitap: Küçük Hanım
- Kedili kitaplar: Miks, Maks ve Meks'in Öyküsü (başka yokmuş meğerse ama başlığı silmeye kıyamadım :)
- Okuduğum tek mini biyografi: Ara Güler
- Okuduğum tek mektup: Canım Aliye Ruhum Filiz
- Anneliğime dokunan kitap: Bir Pekin Ördeğinin Tam 15 yıl 5 Ay Süren Yolculuğu
- Güzel bir derleme olduğunu düşündüğüm çizgi roman: GABO
- Çizimlerinin hikayenin önüne geçtiğini düşündüğüm kitap: Can ile Zortan (Tüm suç, Gökçe'de :)
- Yeniden okumak istediğim harika kitap: Mucizeleri Saymak
- Yarım bıraktığım/bitiremediğim kitaplar: 10 taneden fazla olunca yazmaktan vazgeçtim :)
- En sona bıraktığım ve benim için sadece 2015'e damgasını vurmayan kitap: KUMKURDU


En sevdiğim 21 çocuk kitabını daha önce yazmıştım, 2015'in en'leri ile ikisi birbirini tamamlamış görünüyor :)
Kaba bir hesapla 60-70 arası bir kitap okumuşum gibi görünüyor yanlış hesaplamadıysam tabii. Gerçi bu sayının da pek bir önemi yok, okurken mutlu oldum mu oldum, gerisi boş :)

2016 için Aklımdakiler:
- Daha fazla çizim yapmak, özledim aslında bir şeyler karalamayı ama beni tutan nedir bilmiyorum, belki bahanelerdir, "çizemiyorum" kaygısıdır :)
- Yağmurla konuştuğumuzdan beri aklımda olan bir şey, yeni kitap almadan kitaplıktaki kitapları okumak&kütüphaneden kitap ödünç almak. Kütüphane kısmı mevcut mesai saatleriyle bana şu an çok gerçekçi gelmese de kitaplığımdaki kitaplara odaklanabilmek için geçtiğimiz günlerde bir çalışma yaptım. Sonuç, yetişkin edebiyatından en azından 20 adet kitap var okumak istediğim, onları ayrı bir yere yerleştirdim. Yeniden okumak istediklerimden biri de Biçem Alıştırmaları. 2007de okumuşum, okumayanlara önerebilirim. (Bu seneki okuma planımda yok gibi duruyor ama okumamış olanlara Tatar Çölü kitabını da önereyim, ben çok sevmiştim.)

- Yazar Okumaları: Çocuk edebiyatı için özellikle aklımda böyle bir şey var. Birkaç ismi not ettim şimdiden, kitaplarını toparlamaya çalışıyorum kendimce.
- Ülkelere Göre Edebiyat: Bu okumada yalnız değilim ancak niyetim bu kapsamdaki sayıyı kendime göre arttırmak
- Daha Fazla Not Almak:Bu konuda o kadar kötüyüm ki, kitabın kapağına aldığım tarihi, okuduktan sonra neler hissettiğimi yazabilmişsem harika. Oysa benim istediğim yanımda not defteriyle okuma yapıp kendimce notlar almak ve bunları kaybetmemek, bunların devamını getirebilmek.
- 1 Kitap 1 Mektup etkinliği 2015te bana çok keyif verdi, umarım 2016 için de güzel insanlarla yapabilirim bu etkinliği.
- Elif'in kitaplığı ve okul öncesi kitaplarından çok az paylaşım yapmışım, belki bu sayıyı arttırabilirim. Yazarken duygularımı daha net görebildiğimi fark ettim kitaplar konusunda(gerçi her konuda bu böyle ama diğer konu başlıkları bu yazının konusu değil :)
- Bloga daha çok yazmak: Okuduğum kitapları bitirir bitirmez soluğu burada alabilsem ne güzel olur-du değil mi?
- 2016 için "reading challenge" yapacak olursam bu,
yetişkin edebiyatı için 20-30 arası, çocuk edebiyatı için de 70-80 arası bir sayı olurdu.
Ama rakamlarla aram çok iyi olmadığından ben sadece "harika ötesi, ayağımı yerden kesecek, muhteşem bir film izliyormuşum gibi beni büyüleyecek, çocukluğumdaki eksik an'ları tamamlayacak, hayal gücümün -varsa- sınırlarını aşacak, yüreğimi titretecek, kokusu burnumdan hiç gitmeyecek" kitaplarla tanışmayı diliyorum diyebilirim.
Bu, beni daha çok yansıtıyor :)

Dilerim öz'den uzaklaşmadan, sağlık dolu, kitap kokusunda geçer 2016 yılı da.
Çok şükür :)


Görsel buradaki tatlı hatundan :)
*Hem belki bu sene ben de atlı karıncaya binerim. Kim bilir :)



Devamını oku »

2 Ağustos 2015 Pazar

Yıldızkız ve Yıldızlı Sevgi

Bazı kitaplara torpil yaptığımı hissediyorum.
Bu iki kitap da onlardan, okurken torpil yapmayı sevdiklerimden.
Bazı yerlerde daha yavaş bazı yerlerde de daha hızlı okuyup kitabı -bence- tam olarak içime sindirebildim. Banu yazdığından beri aklımdaydı ancak "baskısı olmayan" kitaplardan oldukları için birazcık peşlerine düşmem gerekti.
Kafamdaki üçlemeden sonra araya giren kitaplar beni çok da mutlu etmemişti,sanırım aradığım böyle bir tatmış.
Devam niteliğinde gibi dursalar da aslında bambaşka bir anlatımları var. Hatta neden bilmiyorum, üçüncü kitap beklentisine bile girdim.
İkinci kitabın anlatım dili daha çok hoşuma gitti çünkü Yıldızkız'ın bakış açısını birinci kitapta çokça merak etmiştim.
Kitabın konusundan da unutmazsam bahsedeyim ama öncelikle beni en çok etkileyen yerleri yazayım:
- Yıldızkız'ı "yıldızkız" yapan yani onun "kendisi" olmasına izin veren bir anne-babaya sahip olması. Babasının mühendisliği bırakıp "hep yapmak istediği bir iş olan" sütçülük yapmaya başlaması ve annesinin sahne kostümleri dikmesi bile bence harika. (Aklıma Clementine'in apartman görevlisi babası ve ressam annesi geldi :)
-Archie. Kumkurdu gibi... Böyle bir dost bir insanın hayatında kesinlikle olmalı.
- Dootsie: Kitaba neşe katan bazı yerlerde bana kahkaha attıran 6 yaşındaki küçük komşu kızı-kardeş
-Betty Lou ve bülbüller ve senede 1 kere açan -ismini unuttuğum-kaktüs
- Margie: çöreklerinin kokusu burnuma geldi. (Z.Cemali'nin Ballı Çörek Kafetaryası geçti gözümün önünden)
- Alvina: Neden bilmiyorum, siz de sormayın ama bana küçüklüğümü hatırlattı :)
- Charlie ve Grace: Büyük aşk... 6 yaşındayken aynı balığı istediklerinde tanışmışlar, ne tatlı bir hikaye.
- Huffelmeyer'lar: Keşke evlerini ben de görebilseydim.
- Tarçın: Bu harika sıçan ile burun burun yapmayı isterdim.
- Perry: İlk başta hiç sevmedim, sonra sever gibi oldum ama kitaptaki rolünü çok iyi oynamıştı, aklımda limonun çekirdeklerini Yıldızkız'a tükürüşü geldi.
- Leo? "EVET!" Kalp kalp kalp. Heyecan, merak,aşk.
-Gündönümü: Keşke ben de yapabilseydim dediğim ve bu kitabı benim için hep özel kılacak olan olay. Aklıma denizevinde güneş doğmadan önce denizi seyrettiğim zamanlar geldi.

İkinci kitabı henüz bitirdiğim için ondan daha çok etkilenmiş gibi olmayayım ama sanırım gerçek bu. İkinci kitap beni çok daha fazla etkiledi.
Birinci kitapta "yıldızkız" gizemdi, birden ortaya çıkıp ukulelesiyle şarkı söylüyor, o gün doğum günü olan kişiye doğum günü kartı gönderiyor, kaybeden takım için üzülüyor, çölde meditasyon yapıyordu.
Kendine "yıldızkız" diyen evde eğitim görmüş tatlı bir kızın "normal"dünyayı keşfinde aşık olma hikayesi diyebilir miyim bu hikayeye? Derim ama bu cümle çok eksik kalır.
Kitabı okurken aklıma Enginar Kalpler, Mucize Günlükleri kitapları geldi. İlkini neyse ki yazabilmiştim buraya ama ne yazık ki ikincisinden bahsedememiştim, çok etkilenmeme rağmen.
Bir kitap kişiyi nasıl etkiler diye hep düşünmüşümdür. Yani konusu güzeldir ama sana hitap etmeyebilir. Belki harika bir adı vardır ama sen hala 10. sayfadasındır (Yüzyıllık yalnızlık)
Bu kitap da benim için güzel bir tavsiye ve ardından ilk cümlesi ile "etkileyici" oldu.

Elifin güneş doğmadan önce uyandığı, bizi de uyandırdığı ve geri uyumadığı zamanlar geliyor aklıma. (mesela bu sabah :) Demek ki yavrumun bir bildiği varmış. "Uyanın, gökyüzüne bakın ve güneşin doğuşunu kaçırmayın" diyormuş, işte şimdi anladım :)

Çok sevdim ben Yıldızkız'ı.
*Berna, sana da sevgilerimi gönderiyorum :)
** Bir de acaba "Yıldızkız" İthaki Yayınlarından mı çıksaymış diye düşündüm, belki de Hayalperest'e daldım...
*** Kitap çizimimi de yapmadan yatmayayım yoksa rüyamda yıldızların arasında dolaşabilirim :)
Devamını oku »

22 Nisan 2015 Çarşamba

Günün Mutluluk Sebebi

Blogum taslaklarla dolup taşmaya devam ediyor.
Wordde yazsam da olur yani, nasılsa yayınlamıyorum :)
Paylaşmak istediğim onca şeyi o kadar parça parça yazmak zorunda kalıyorum ki, bütünden kopuyorum sonra (Eksik Parça-Shel :)
Son okuduğum kitap hakkında yazmak istiyorum ama yere yıkılmadan önce uyumam da lazım,
bu sabah gerçekten anlam veremediğim birkaç mesaj aldım, üzüldüm.
neyse ki o ara kitabımı okuyordum.
sonrasında tüm gün düşündüm de sahiden çocuk kitapları olmasa ben ne yapardım dedim :)
Aşağıdaki parağraf da okuduğum kitabın son satırlarından, hangi kitap olduğunu söylemeyeyim:
*selcen sen okuma gerisini

"Sen bir kahraman değilsin, ben de güzel değilim ve büyük olasılıkla sonsuza kadar mutlu yaşayamayacağız." dedi kız. "Ama şu anda yaşıyoruz ve birlikteyiz, her şey yoluna girecek."


Devamını oku »

25 Mart 2015 Çarşamba

Çöplük

Kitap siparişlerim geldiğinde resmen kendimle mücadele veriyorum ya da kitaplar kendi arasında tartışıyor bilmiyorum, "önce beni okuyacak", "haayııır, beni" şeklinde sesler duyuyorum :)
kendimce bir liste yapıyorum ve sonra okuyacaklarımı kitaplıktaki "sonra okunacaklar" rafına diziyorum keyifli oluyor. Çöplük de onlardan biriydi hatta elimde gayet de güzel bir kitabım vardı bile. Kitaplıktan geçerken "oku beniii" diye seslendiğini hep duymazdan geldim. Ama baktım olmuyor pes ettim. Kitap resmen beni mıknatıs gibi kendine çekti.
yazarın diline, zekasına, kurgu gücüne, hayal dünyasına hayran kaldım. Zihnimde o kadar net görüntüler oluşmuştu ki tam da o günlerde filminin olduğunu öğrendim. henüz izlemedim, hem merak ediyorum hem de "acaba kitap tadında mı bıraksam" diyorum.
Kitabın bence en çarpıcı tarafı benim gözümde "mucizevi" olan bir şeyi "soğukkanlılıkla" anlatmış olması ve benim kitabı okurken heyecandan kalp atışlarımı duymuş olmam. Güm! Güm Güm Güm! Gümmm! şeklindeydi sanki...
Kapağına bakınca "çöplükte yaşayan 3 oğlanın başından geçen bir hikayeye benziyor" diye düşünmüştüm. Kitabı okuyunca bu hikayeyi ne kadar küçümsediğimi fark edip utandım.
Kitap gerçekten de bir çöplükte başlıyordu ve hikayede 3 oğlan vardı. Burası doğru ama oldukça eksik.
Hikaye devamlı olarak farklı kişilerin ağzından anlatılıyor ve bunu o kadar güzel kurgulamış ki yazar hikayede hiçbir kopukluk yok.
Görmediğimiz, bilmediğimiz bir dünyada meğer neler yaşanıyormuş diye kalakaldım kitap boyunca.
Manila'daki bu çöplüğe gidecek olsam sanırım ben de aşık olur ve gönüllü olarak orada kalmak isterdim. peki bunu yapabilir miydim? Sanmıyorum.
Hikayenin ne kadarı gerçek bilmiyorum, yazarın son notunda aslında açıklayıcı bir bilgi var ama yine de kafam karışık.
Bundan sonra okuduğum kitaplarla ilgili yazacağım yazılar hakkında bir karar aldım:
vaktim olmadığı için detaylıca yazamayacağımdan burada birçoğunu paylaşmıyordum :/ Yani ya hep ya hiç demiş oluyordum. Şimdiyse şöyle bir orta yol buldum: Kitap biter bitmez aklımda kalanları, çoğunlukla duygularımı, azıcık da hikayeyi anlatıp ortadan kaybolacağım :) Çünkü buraya da yazmazsam iyice unutuyorum. En son okuduğum kitabı hala yazamadım "Mucizeleri Saymak".
O yüzden de "Çöplük" ne anlatıyor derseniz:
"Çöplükte ne bulacağınızı asla bilemezsiniz" cümlesiyle başlayan arka kapağından alıntı yapabilirim.
Raphael, Graco ve Jun-Jun çöplükte yaşayan 3 arkadaş. Bir gün çöplükte içi para dolu bir çanta bulurlar. O günden sonra hayatları değişir çünkü polis de bu çantanın peşindedir çünkü çantada sadece para yoktur, ülkenin kaderini değiştirecek bir harita ve anahtar da bu çantadadır.
Hikayenin başlarında çocuklarının devamlı olarak "kaka" bulmalarına çok üzülmüştüm. hele Jun-Jun'un farelerle yaşadığı yer tüylerimi ürpertmişti. meğerse çok daha çarpıcı hikayeler beni bekliyormuş.
Neredeyse her satırda heyecan, şaşırma, hüzün, inanamama(şaşırmadan farklı bir tür bu), isyan etme gibi değişik duyguları bir arada yaşadım.
En sevdiğim karakter Jun-Jun, Kahya ve Olivia oldu galiba.
Hikayenin sonunda kendimi sorguladım: "Ben böyle bir şeyi yapabilir miydim?" "Cesaret edebilir miydim?" Yok, yapamazdım :/ Ama bu cesarete sahip insanların var olduğunu bilmek (kurgu bile olsa ki bence değil) bana umut verdi.
Filmi izlemek konusunda hala kararsızım ama yazarın tüm kitaplarını okumazsam çatlayabilirim. "Okula Dönüş" ve "Yaşam Tehlikelidir" kitaplarının Roald Dahl "En komik kitap" ödülüne aday olduklarını okudum, kaçırmamam lazım :)


Künye:
Çöplük
Andy Mulligan
Çevirmen: Arif Cem Ünver
Tudem Yayınları, 216 sayfa 

Devamını oku »

1 Mart 2015 Pazar

(Daha da Fazla) Kumkurdu :)

Kumkurdu ile Çağla sayesinde tanıştım, bir gün -yine- kütüphanesini karıştırırken "al bunu oku, çok seversin" diye elime tutuşturmuştu 3 kitabı birden. Okudum, çok sevdim, bayıldım, kitabı geri vermemek için türlü yalanlar düşündüm ama sonra bu yalanlara ben bile inanmadım, kitabın peşine düştüm(baskısı yok), çok aradım, tamm buldum dedim yine bulamadım, kütüphanemde olması gereeeeek diye inat ettim ve kitapları topladım. Kumkurdu'nu yine okudum, yine çok sevdim, yine çok ağladım, yine çok güldüm, üzerinde durup düşünmekten ilerleyemedim, derken karabalığa kitapları anlattım "aklımda kalanlar"la tabii. Sonra da BDK'ya Kumkurdu hakkında bir yazı yolladım. Karabalık bu yazıyı okudu ve "az önce anlattıkların daha güzeldi" dedi, Türkçesiyle "anlatımın iyi ama yazı fıs" gibi bir şeydi (itiraf edeyim). Çok sevdiğim bir kitabı anlatamıyorum, onu fark ettim. Sanki ne kadar yazarsam yazayım o heyecanı veremiyorum yazıda :/ Ama siz yine de okumak isterseniz "fıs yazımı" :) link burada 
Kumkurdu'nu (daha da fazla) merak ederseniz de çayınızı kahvenizi alın gelin, ben size anlatayım :) (*Misafirperver olmadığım buradan bile belli, eve gelene çay/kahve ikram etmiyorum; içeceğinizle gelin diyorum :))
Zackarina'yı asabi erkek pozunda çizmişim gibi ama Kumkurdu çok tatlı değil mi :))

Devamını oku »

12 Şubat 2015 Perşembe

1 Kitap 1 Mektup: "Beyhan Kafası"nda Bir Alice :)

Beyhan'ı BDK sayesinde tanıdım, uzaktan uzaktan yaptığı işleri ve çizimlerini hayranlıkla takip ettim ve bir gün çekinerek "merhaba" dedim ona :) Alice, Yeni Okul, Dünyalı Dergi, annelik... Aklımda neler varsa sordum, kısaca  "Beyhan kafası"nın içine girdim biraz -ucundan- :)

Beyhan Merhaba,
“Beyhan kafası”nda harika çizimlerin var. Bu kafaların içini nasıl dolduruyorsun? Hayal gücünü nasıl besliyorsun?
Genelde ne çizeceğimi bilmeden başlıyorum. İlk "Beyhan kafası" da böyle ortaya çıktı. Şaşkın bakışlı bir surat çizdim sonra saçlarını çizeyim derken bir baktım bir kurt ve elinde sepetiyle kırmızı başlıklı kız çizmişim. Sonra aynı şekilde başlayıp Maurice Sendak’ın "Where The Wild Things Are" kitabından canavarlar ve onlara hükmeden Max'i tıkıştırdım bir başka kafaya. Böyle bir seri olmaya başlayınca biraz kurgu girdi işin içine bir kaç gece deli gibi çizdim sonra durdum tabi ki.. Şimdi, tekrar akışa ve rastlantıya bırakmam gerekiyor kendimi. Şimdiye kadar yaptığım kafalar masallardan izler taşıyor. Masalların hayal gücünü besleyen eşsiz bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Ki bunu  bir tek ben düşünmüyorum tabi ki.

Çizimlerden başlayınca oradan devam etmek istiyorum. Çizdiğin desenleri şimdilik sadece blogunda yayınlıyorsun galiba, başka mecralarda bir paylaşım düşünüyor musun? Bu kadar güzel şey 1 kitapta bir araya gelse keşke :)
Çizimlerimi blogdan çok sosyal ağlarda paylaşıyorum aslında çünkü orada daha hızlı bir iletişim var ve beni heyecanlandıran bir şey, paylaşmak. Bir şey buldum, başkasına da  bulaşsın gibi enteresan bir istek  beliriyor içimde paylaşım yaparken. Önceleri blogum daha aktifti  bir de Dipnot Tablet isimli bir dergide “beyhan’ın seyir defteri”  adlı köşemde yazıp çiziyordum. Sonra orada yazdıklarım bir Ipad kitaba dönüştü.  Şöyle dokunduğum, sayfalarını kokladığım kitabım olamadı der dururum ama yine de. Dünyalı dergi var neyse ki.  İçinde yazmaktan mest olduğum bir dergi.

Senin sevdiğin çizer, illüstratörler kimler?
Öyle çok ki. Kimi önce söylesem. Suzy Lee’den başlayım.Dalga, Ayna, Gölge üçlemesiyle vuruldum ona. 3 kitabı birbirine bağlayan,sayfaları da birbirine bağlayan (ya da ayıran) orta çizgisine yüklediğianlamlar etkiledi beni.  (*Wave'i sanırım ben de çok sevmiştim :) Bir de bu kitapları okurken sanki  Lewis Caroll’un Alice’ini görüyorsun ara ara. Alice’i çizmiş tüm çizerleri severim unutmadan araya sıkıştırayım.
Shel Silverstein var sonra. Şaka yapar gibi yazıp çiziyor. Hep bir muziplik. Bayılıyorum. Gençlerden Oliver Jeffers'a çok özenirim. Kendi de bir çizgi karaktermiş gibi geliyor bana. Bu üç çizer aynı zamanda yazıyorlar. Yazıp çizen biri daha geldi şimdi aklıma. Maira Kalman. Bitmedi. Sara Fanelli var mesela. Sara Fanelli’nin çizgisinden çok kafasının içine hayranım.
Ouentin Blake’i tek başına söylemek lazım. Çalakalem çizilmiş gibidir ya. Nasıl yapıyor bilmem ama o çizgilere bakıp mutlu olursun.
Yine genç kuşaktan (haha, orta yaşı geçince böyle konuşulur ya, bayıldım buna)   Eva Odriozolayı severim, Anna Emilia Laitanen var  bir de . Anna’nın bir kitabı çıkmamıştı henüz ben onu keşfettiğimde bloğunda karda çektiği fotoğrafları ve suluboya çiçek çizimlerini paylaşıyordu. Onun fotoğraflarından, resimlerinden mevsimleri izliyordum ben de. Bir ara Portekizli illüstratörler rüzgarına kapılmıştım, Ana Ventura, Joao Vaz de Carvalho, Ines Oliveira var o dönem dakikalarca işlerine baktıklarım arasında.
Sedat Girgin’i unutuyordum az daha. Onun da çizdiği her karakter çok etkileyici. Daha devam edebilirim ama diğer soruları merak ediyorum :)

Dünyalı Dergide ise bambaşka bir alanda ismini gördüm; gezi yazıların var. Sanırım gezmeyi çok seviyorsun? Şimdiye kadar nereleri gezdin, nereleri “henüz göremedim ama kesinlikle gitmeliyim” dedin/dersin?
Evet, birkaç sayı boyunca gezi köşesini hazırladım Dünyalı Dergide. Daha önce de gezi yazıları yazıyordum ama daha küçük yaş grubu için yazmak ilginç bir deneyim oldu. Gezmek değil de gitmek diyorum ben seyahatlerime. Sanki bir şeyler beni çağırıyor ben de o an elimde ne var ne yok bırakıp gitmek şeklinde gerçekleşiyor benim gezmeler. Ne kadar uzağa gidersem içimdeki gezme canavarı o kadar  memnun oluyor. İlk önce Avrupa’yı gezdim. Hevesli bir mimarcıktım o zamanlar ve ünlü mimarların eserlerini  görebileceğim bir rota peşinde dolandım durdum. Sonra iş nedeniyle de defalarca Avrupa’ya  gitmem gerekti. Bir iki ülke hariç her yerine gittim sanırım. Eski kıta güzel hoş tabi ki ama benim kendimi özgür hissettiğim yerler dünyanın  başka yerleri. Yoksul ama mutlu, koşturup durmayan anı yaşayan insanların yaşadıkları yerleri çok daha fazla seviyorum.  Vietnam, Kamboçya ve Tayland seyahati böyle bir seyahatti. Bir de yine alıp başımı gittiğim,  Bolivya, Peru gezilerim var. Yalnız başına seyahat etmek için biraz zor bir rota seçmişim gerçi ama şu özgür olma halini iliklerime kadar hissettiğim bir geziydi. Bambaşka bir dünyada kendinle baş başa, kafanın içinde sohbet ede ede gezmek, herkese önerdiğim bir gezme türü.Nereye kesinlikle gitmeliyim derim? Galiba Afrika kıtasını gezebildiğim kadar gezmek isterim.  Bir de bir daha gidebilsem başka türlü gezerim dediğim yerler var. Kamboçya’yı otobüsle değil de motor üstünde gezmek. Peru’ya bir daha gitmek ve MacchuPicchu’ya İnka Yolunu yürüyerek ulaşmak gibi şeyler. Mümkün olur mu bilmem ben isteyim yine de J

Sahiden de 1 sırt çantasıyla mı yolculuk yapıyorsun?
Evet. Sırtçantalılardan biriyim ben de. Uzun yolculuklarda o çanta tam bir işkenceye dönüşebiliyor ama yıllar geçtikçe kendimi bu konuda terbiye etmeyi başardım. Bir arkadaşımla yaptığımız Vietnam ve Kamboçya’ya seyahatimizde çok hafif bir yolculuk yaptık. Bir yerde okuyup mu yapmıştık bilmiyorum ama geride bırakacağımız kıyafetlerle yola çıkıp, her konakladığımız yerde bir eşyamızı bırakarak yolculuk ettik. Ben biraz abartmıştım hatta J  Her şeyimi dağıtıp  en son  üstümdeki ince bir elbise  ve  kopmak üzere olan bir terlikle kalmıştım. Aralık ayıydı. Havaalanından eve dönene kadar donmuştum J

Profilinde senden daha çok Alice var. Alice’in Harikalar Diyarını gezmeyi de çok seviyorsun sanırım :) Sormak istediğim şey, sende Alice’i çeken şeyin ne olduğu?
Başka bir dünya hayali sanırım. Alice’i ne zaman okusam ben de bir rüyadaymışım hissi oluşuyor. Özellikle ikinci kitapta  “aynanın diğer tarafı”  kendimi evimde hissediyorum. Hani Alice aynanın içinde geçer ya ve gittiği dünyada her şey terstir. Geri geri yürürler, dün yarındır , yarın dün işte bu tersliklerde kendimi buluyorum galiba.  Tanısız bir terslik var benim zihnimde. Sağımı solumu bilmem. Hangisiydi diye  düşünmeye kalksam başım döner. Solak olmadan solak olmak gibi bir şey. Kapıları açmayı beceremem. Üniversiteye kadar baktığım şeyin tersini çizdiğimin farkında bile değildim. Neyse işte böyle şeyler işte,  özetle benim dünyam aynanın öbür tarafında.
Bir de Alice’le bir geçmişimiz, bir hukukumuz var :) Alice çocukken okuduğum ilk kitaplardan biri. Pek çok çocuğun aksine ben çok beğenmiştim. Kitapta azıcık renksiz bir kaç resim vardı. Tam da Alice’in bahsettiği resimsiz kitaplar gibi sıkıcı olması gerekirdi ama okudukça kafamın içinde rengarenk resimler oluşuyordu.  Çay partisindeki çayın kokusunu aldığıma yemin edebilirim.  

İznin olursa Samirle ilgili de birkaç soru sormak isterim;Annelik nasıl gidiyor? Samirli hayattan neler öğrendin? Zorlandığın şeyler oldu mu?
Samir hakkında konuşunca susamayabilirim ama :) (Her anne gibi) 
Ben kendi bebek olduğum dönem dışında tüm hayatım boyunca çocuklarla ilgilendim. Mahallede doğacak çocukların listesini tuttuğumu ve ben bakabilirim diye kapılarını çaldığımı hatırlıyorum. Kendim de çocuktum ama bir çocukla ilgilenmek,  benim için dünyanın en keyifli oyunuydu. Büyüdükçe bu değişmedi hatta biraz daha fena bir hal aldı. En olmayacak an ve ortamlarda 3-5 çocuğu bir arada gördüğümde onların dünyalarına dalmak için yanım tutuşurdum. Dalardım da. Yaşsız olmayı dilek olarak günlüğüne yazmış bir çocuğum ben. Büyüdükçe çocukluktan sürülürsün ya ben ona sımsıkı tutunmaya çalıştım. Neyse ki ben lisedeyken ablalarım doğurmaya başladı. Ve  ne şanslıyım ki sürekli anne oldularJ Böylece istediğim gibi bol bol oynayacağım ve doğumları itibariyle elimde büyüyen bir sürü bebeğim oldu. Defalarca teyze  ve hala olduktan sonra bir gün bi baktım anne olmuşum.  
O “bir gün” çok da erken olmadı aslında. Çocuklukla vedalaşmamak, sonra insanın kendini unutacağı tempoda bir iş hayatının içinde debelenmek gibi türlü nedenlerle SuSamiri’nin gezegene gelmesi biraz gecikti.  İlk 3 ay  bir kedi yavrusu doğurduğuma emindim. Miskin, ağlamaya üşenen, badem gözlü bir kedicik.  O böyle sürekli uyurken ben, "ee ne zaman oynayacağız" diye sabırsızlanıyordum ki oyun dönemler geliverdi. Şimdilerde tıksırıncaya kadar oynuyoruz diyebilirim :)
Sadece oyun karın doyurmuyor tabi. Anneliğin daha doğrusu ebeveyn olmanın ağır yükleri de var. Ben o kısımda sınıfta kalıyorum işte. Zorlanıyorum, eşimin annesinin  sadece Samir’i değil hepimizi kanatlarının altına alması sayesinde bazı şeyler telafi oluyor ama  kendime biraz kızmıyor değilim ara ara. Keşke büyüseydim dediğim nadir durumlardan biri bu mevzular.

“Yeni Okul” hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum. Sadece İstanbulda olan bir okul galiba? Ve sen de okulda “Reggio Emilia Yaklaşımı Sorumlusu” olarak görünüyorsun. Bu yaklaşımın içeriğinden bahsedebilir misin? Klasik yöntemlerden oldukça farklı olduğu çektiğiniz videolardan bile anlaşılıyor. Çocuklar özgür ve mutlu görünüyor :)
Evet, Yeni Okul İstanbul’da Esentepe’de, Reggio ilhamlı bir ilkokul. Yapılandırmacı eğitim olarak da tanımlanıyor bu yaklaşım. Reggio Emilia Yaklaşımı bir model, sistem değil. Alınamıyor satılamıyor. İtalya’nın kuzeyinde Reggio Emilia kentin ortaya çıkmış bir eğitim felsefesi. Yeni bir şey de değil aslında. 2. Dünya savaşı sonrası, kentlerini onarmaya çalışan ve çocukları için yeni bir gelecek var etmeye çalışan anne babalar tarafından başlatılmış. Bu yaklaşım o hep bahsedilen ama bir türlü uygulanamayan çocuğun merkezde olduğu, çocuğun haklarına, fikirlerine saygı duyulan, merakı doğrultusunda öğrenmesi destekleyen bir eğitim kültürü. Çocuğun kendini ifade etmesi için birçok dili olduğunu ve katı bir eğitim sisteminde bu dillerin,  renklerin yok edildiğini söyleyen Çocuğun 100 dili metaforu her şeyi anlatıyor aslında. Her çocuk farklıdır ve her çocuğun öğrenme şekli de farklıdır. Klasik eğitim çocuğa bakmadan ona neleri öğreteceğine bakarken, bu yaklaşımda çocuğa bakılarak sadece neyi değil nasıl öğrendiği anlaşılmaya ve bu doğrultuda bilgisini arttırıp genişletebileceği çevre yapılandırılmaya çalışılıyor. 
Gelelim bana. Reggio Emilia Yaklaşımı sorumlusu olmam,  bana bir isim bulamamamızdan kaynaklanıyor :) Mimarlık eğitimi alıp uzun yıllar bu alanda çırpınmış bir kişi olarak hayatımın eğitim sektörüyle kesişmesi ancak Reggio Emilia Yaklaşımı gibi özgür ve yaratıcı bir ortamda gerçekleşebilirdi galiba. Ben Yeni Okul’da bir çeşit danışmanlık yapıyorum denilebilir. Öğretmenlerle yaratıcı bakış üzerine çalışıyorum. Projelerin öğrenme çevrelerini geliştirmeye çalışıyoruz hep birlikte.  Çalışıyoruz  diyorum çünkü bunu tek başıma yapmıyorum. Benim gibi farklı disiplinlerden gelen bir çok insan var Yeniokul’da. Başka neler yapıyoruz? Reggio Emilia yaklaşımında çocuğun nasıl öğrendiğini takip edebilmemiz için  sonuca değil sürece bakıyoruz ve süreç çeşitli yollarla dokümante ediliyor. Ses kayıtları, video , fotoğraf çekimleri , gözlem notları... Yani klasik bir eğitimde karnede göreceğiniz notun karşılığı bu  süreçte gerçekleşen şeylerin kayıtları diyebiliriz. Binlerce fotoğraf, yüzlerce video, notlar incelendiğinde (incelemek için oturduğumuz masada ben de oluyorum) öğrenmeleri de yakalayabiliyoruz. Almış olduğum eğitim bu yakaladığımız öğrenmelerin görünür hale getirmemizi destekliyor.
Çok mu karışık oldu :) Kısaca şöyle söyleyeyim. Ben çocukların öğrenme anlarını yakalamaya çalışıyorum. Yakaladığım noktada da bu öğrenmelerin görünür hale gelmesi için büyü yapıyorum. Ha işte şimdi oldu :)

Farklı dallarda çalışmalar yapmak zaman zaman zorlayıcı oluyor mu? Ya da dönemsel olarak biri mi ağırlık kazanıyor?
Önceki hayatımda (sanki yeni bir hayatta dirilmiş zombi konuşuyor gibi hissediyorum böyle söylediğimde :)  çok yoğun çalışan insanlardan biriydim ben. 7/24 iş insanı. Yani sahiden de bir zombi. İstifa etmeye karar verdiğimde benim bu halimi bilen insanlar bunu yapamayacağımı söyledi. Hayatının çok büyük bir bölümü iş olmuş onu çekince boşluğa düşeceksin dediler. Hayır yapacağım dedim o zaman. Haklılarmış.  Büyük bir boşluk oluştu. Kocaman bir boşluk. Biraz korktum o boşluktan.  Ve yeniden  doldurmaya başladım onu. İlk önce uzaklara giderek  rengarenk kültürler topladım ve onlarla doldurdum. Sonra çizdim, çizdim bir sürü defterde topladım çizdiklerimi. Hoop  attım onları da boşluktan içeri. Sonra yazıp insanlarla paylaşmaya başladım içimdeki boşluğu. Bir sürü insan boşluğu ziyaret etmek istedi. Nasıl olsa herkese yetecek kadar boşluk vardı davet ettim. İnanır mısın daha bir sürü yer var orada :)
Sanırım insan gerçekten istediği şeyi yaptığında yaptıklarını iş yoğunluğu olarak hissetmiyor. Şimdi saydım da sanırım ben düzenli olarak dört  farklı yerde çalışıyorum. Her birinde yirmi kadar insanla doğrudan iletişime geçiyorum, bu işlerin biri hariç hepsi Samir’i kucağıma alıp gidebileceğim ortamlar olduğu için kendimi Samir’den koparılmış da hissetmiyorum.  Şimdilik bir sıkıntı yok özetle ama bunlar dışında da yapmak istediğim o kadar çok şey var ki, ben bundan korkmaya başladım biraz.

Sevdiğin çocuk kitaplarını da merak ediyorum. Ö.T.E.K.İ. kitabını sende görmüştüm ve çok beğendim:)
Denizden babam çıksa yerim gibi bir durum var İletişim Çocuk yayınlarında. İletişim’in çocuk kitaplarının hemen hemen hepsini çok severim. Ö.T.E.K.İ’ye bayılmıştım. Rose, Kirazın Şarkısı, Miguel, Çocuk, Benim Bütün Ördeklerim, Ördek Ölüm ve Lale son olarak da Ev Canavarları  en en en sevdiklerim. Roald Dahl ne yazsa ona da bayılırım. (Bak bu yolla sevdiğim tüm kitaplar hemencecik aklıma geliyor.) Oliver Jeffers‘ın “Heart in the bottle” ,”Stuck” “ Lost and Found”. Sendak’ın Where the wild things are” ı. Daha bir sürü var ama en önemlileri  nasıl unuttum diye ah ah dersem,  yorumlara eklerim ben J

Çizim yaparken belli bir rutinin var mı? Müzik, kahve gibi?
Müzik ve kahveyi çok severim. Tek tek ve birlikte. Bazen de çizimle birlikte ama genel olarak aynı şekilde tekrarını sağlayabildiğim hiçbir ritüelim yok.Olsun çok istiyorum ama olamıyor bir türlü. En fantastik illüstrasyon ekonomi üzerine aldığım eğitimler sırasında ortaya çıkmıştı mesela. Çizmek için keyif almam gerekmiyor diye yorumluyorum bu durumu J

Yanından hiç ayırmadığın bir kalem var mı? Sihirli kalem gibi de düşünülebilir :)
Yok, ama genelde aynı tür  kalemlerle çizerim. Ağırlıklı siyah beyaz (kağıt beyaz değilde sararmış beyazsa daha çok severim.) çalışırım. Yanımdan kalem değilde defterlerimi ayırmıyorum galiba.

Çizim yapmaya ne zaman başladın?
İlkokula başlamadan önce çizmeye başladım.  Bol miktarda abla abi durumlarından ötürü evimiz karnaval alanı gibiydi, resim ise kendi kendime kalabildiğim kurtarılmış bölge. Şimdi yaptığım desenler gibi desenler çizdiğimi hatırlıyorum. 

Biliyorum tekrar bir soru olacak ama nasıl bu kadar harika şeyler çiziyorsun?
Teşekkür ederim :) Ben, çizimlerimden ötürü böyle yorum ve tepkiler aldıkça öyle mutlu oluyorum ki. Bu röportaj için de çok çok teşekkür ederim. Çok keyif aldım yanıtlarken. Ne kadar geveze olduğumu bir kez daha anladım.
Sevgiler,
Beyhan
Katıldığın için asıl ben teşekkür ederim sevgili Beyhan :)

"Ben Alice olsam..." diye aklınıza gelen ne varsa -mesela "Ben Alice olsam uyanmayı hiç istemezdim" gibi- yazın ve 14 Mart 2015'i bekleyin.
Çekiliş sonucuna göre 1 kişinin kapısını elinde mektubuyla Alice çalabilir.
Demedi demeyin :)



Devamını oku »

8 Şubat 2015 Pazar

Kıyıya Vuran Kız :)

Bu kitabı "son çıkanlar" arasında görür görmez vuruldum ancak kavuşmamız biraz vakit aldı. Kitapçıda raflarda aradım buldum 1 tane ve okumaya başladım. Bırakamadım elimden, derken Elif uyandı ve çıkıverdik kitapçıdan. İnternet siparişini de bekle bekle gelmedi.Tüm koliyi bu kitaba kavuşacak olmanın heyecanıyla açtım desem doğru. (*Babil.com bu ara çok mu geç gönderiyor, bana mı hep öyle denk geldi bilmiyorum)
Sonra hatırladım ki çok merak ettiğim iki kitabı daha sipariş vermiştim. Off ne zor bir seçim bu. Üçünü yan yana koydum, hepsini aynı anda okusam diye düşündüm eskiden öyle yapardım. Şimdiyse kafam çok dalgın, hepsini aklımda tutamam dedim. peki, en en çok hangisi beni gıdıklıyordu? Kesinlikle "kıyıya vuran kız".(Diğer kitapları da okudukça yazarım.) Lafı çok dolandırdığıma göre kitaba bayıldığımı bilmem belirtmeme gerek var mı? Çok güldüm, çok eğlendim, çok heyecanlandım ve ara ara ağlayacak noktaya geldim. Bu nasıl oldu?

Günlerden bir gün Wammers Kasabası'nda kıyıya küçücük bir kız vurdu. Bu kız ne adını biliyordu ne de yaşını. Hatta nereden geldiği bile meçhuldü.
Hikayenin kalbimi çarpan yerleri burada başlıyor tam olarak. "Bu kız kimdi, nereden gelmişti, amacı neydi?"... Tüm bunlar esrarengiz bir biçimde hikayenin içinde devam ederken yavaş yavaş Kasabalılarla tanışıyoruz: Belediye Başkanı Bay Santori, Fırıncı ve Rosa, Bayan Suyarpuzu, Komiser Willy, Koca Jos, Mathilda Vızıltı, Bay ve Bayan Daluyku, Bayan Keskinnişan, Binbaşı Max, Ieza Hanım, Bay Engüçlühalka, Joep Bey, Çarpıkbacak Ailesi, Doktor Hendrik ve Püskül... Bu kadar çok ismi aklımda tutamayacağım ben galiba derken bir de baktım ki hepsiyle ben de arkadaş olmuşum. Aralarında en çok Koca Jos ve Doktor Hendrik'i sevdiğimi düşünüyordum ki kitabı bitirdiğimde beni en çok güldürenin  Komiser Willy olduğunu anladım. O kadar tatlı konuşuyordu ki: "Kınışması bir tıhaftı" :)
 Kitabın tamamı oldukça akıcı, heyecan dozu yüksek, akıcı ve etkileyiciydi. Ancak bazı yerler daha da güzeldi sanki. Onlardan biri Kazazede ile Ayı'nın birkaç defa buluşması, Kazazede'nin Doktor Hendrik ile çıktığı Hayalet Avı, Koca Jos'un ona çocuk kitabı okuması, Komiser Willy'nin poposundaki sivilceye iğne batırması, arkadaşı Matilda'nın ona bıraktığı defter için bulduğu mavi çiçekler, fırıncının 11 oğlundan biri olan Willem ile bakışmaları, ballı krepler, orman meyveli pasta ve traktöre binmesi... Daha da yazacağım ama hikayenin hepsini anlatmış olmaktan korkuyorum :)
Kitabı benim için bu kadar özel yapan da KESİNLİKLE çizimleri oldu. Hatta kapaktaki görselin çizimini bugünlerde yapmazsam kaşınmaya başlayabilirim. Çizim yapmaya başladıktan sonra şunu fark ettim: Bakarak çizmek, çizerin dünyasına giriş için harika bir rehber. Neyi neden yapmış, nasıl yapmış, hangi renkleri kullanmış bunlar üzerinde düşünmek bile keyif veriyor bana.
Kitabın çevirisini de oldukça başarılı buldum. Özellikle Komiser Willy'nin o "tıhaf" konuşmasını çok iyi çevirmişler, o kısımlarda çok eğlendim.
Bu arada hala kitabın konusunu anlatmadığımı fark ettim. Kitabı okumak isteyenlerle buradan ayrılalım o halde, ben de rahat rahat konuşayım :) Kazazede kıyıya vurduktan sonra (nereden geldiğini yazmayacağım, kitabı okuyun), kasaba halkıyla tanışır kaynaşır ve ondan kendisine bir aile seçmesini isterler. Gönüllü olan 3 aile vardır ve Kazazede onların yanında birer gece geçirerek karar vermeye çalışır. Of işi çok zordur. (Aileler kim ve minik kız kimi seçti yazmayacağım, kitabı okuyun.) Bir gün yürüyüşe çıktığında Wammers Ormanında Karanlık Tepe'de bir ayı ile karşılaşır. Hatta bu ayıyı hikayenin ilerleyen bölümlerinde de görürüz. Orman güzeldir ancak onu bekleyen bir tehlike vardır: Lunapark yapımı! Olaylar bir yerde iyice karışıyor, düğümleniyor, kasaba halkı da birbirine düşüyor ve bu işi de Kazazede çözüyor. (Nasıl çözüyor, ne yapıyor yazmayacağım, kitabı okuyun.)

Kısacası biraz eğlenmek, çokça gülmek, bazen de duygusal anlara tanık olmak isterseniz "Kıyıya Vuran Kız" kitabını hemen alın.
 Kitabın heyecan dozu o kadar yüksek ki; az uyuyan, etrafı bolca keşfetmeye çalışan, yaramaz bir bebeğiniz yoksa (ki bu tanımlar bana nedense Elif'i çağrıştırdı) kitabı elinizden bırak(a)madan bitireceksiniz :)
Ben de bir sonraki yazımı "tekerlekkule"den yazıyor olacağım, biraz sallantılı yazabilirim o halde :)

KIYIYA VURAN KIZ
Stefan Boonen 
Resimleyen: Tom Schoonooghe
Çeviren: Burak Şengir
Hayykitap
2014, 192 sayfa, 





Devamını oku »

8 Aralık 2014 Pazartesi

"Pera Günlükleri" Çekiliş Sonucu :)

1 Kitap 1 Mektup etkinliklerine o kadar çok katılım oluyor ki isimleri yazarken kolum yoruluyor; dile kolay tam 5 kişi :))
Ben eğleniyorum ve öğreniyorum ya sanırım önemli olan da bu.
Bu sefer kazanan instagram hesabından yorum bırakan "kavunyiyenkedi" oldu. Normalde sadece blog yorumlarını kabul ediyordum ancak bu yorum çok güzeldi, onu da çekilişe eklemiştim.
Katılan herkese çok teşekkürler ve sevgiler...


Devamını oku »

1 Aralık 2014 Pazartesi

Şuşu'nun Hem Üç Tekeri Hem Dört Tekeri ve tabii bir de Can :)

Bazı kitaplar var, okudukça okuyasım geliyor.
Neden bilmiyorum her seferinde farklı bir duygu açığa çıkarıyor bende.
Bu ara mutluluk kaynağım da ŞuŞu :)
Sebebi de var elbette.
Şuşu'yu Elif'e o kadar çok okumuşm ki- cidden farkında değilim- Elif benim mimiklerimi, el-kol hareketlerimi kapmış. Bugün fark ettim. Bebeklere kitap okumak çok güzel ancak her kitap bu kategoriye uygun olamayabiliyor. Ya yazıları uzun oluyor ya konusu bebeğin ilgisini çekmiyor(buna kesinlikle inanıyorum) ya da resimleri cezbetmiyor. Halbuki Şuşu tam bize göre. Her sayfada birkaç cümle var, konusu çok eğlenceli ve resimleri de çok şekil :) Bir de yazarını tanıyorum diye hava atayım tam olsun. Gerçi herkes tanıyor Yıldıray'ı çünkü kendisi BDK'nın kapaklarından biri :)
Sevdiğim insanlardan harika işler çıkınca çok mutlu oluyorum.

Gelelim bugüne.
Bugün yine Elif'e Şuşu'yu okurken "yaşasııııın" diye bağırdığımda kollarımı kaldırdım(farkında değilim) bir baktım ki Elif sıpası da aynı şeyi yapıyor. Tesadüf heralde dedim. Birkaç denemeden sonra anladım ki durum tesadüf değil. Nasıl mutlu oldum anlatamam.
Çocuklar sahiden oyunun içinde öğrenirlermiş ya, sanırım o hesap. Yoksa "yaşasın" dendiğinde kollarını kaldırması için bir uğraş vermemiştim hatta bunun farkında bile değilim. (demek ki ben böyle şaşkın devam edebilirim halime)
1. kitap yani "Şuşu ve Üç Tekeri"nde Şuşu ile tanışıyoruz hem de doğum gününde. Yaklaşık 4-5 yaşlarında sanırım ve oldukça heyecanlı bir kız. Dayısıyla önce muhallebiciye gidiyorlar sonra da tabii ki oyuncakçıya. Ve oradan aldıkları üç tekerden eve gidene kadar inmiyor Şuşu. Hatta evde bile inmiyor üzerinden. Sonra da... Sonrasını anlatmayayım orası da size kalsın ama okuması/canlandırması pek keyifli. O yüzden "yaşasııııın" diyoruz :)

Bu kitaptaki muhallebici, üç teker, doğum günündeki aile birliği, nenenin/teyzenin/halanın ayrı ayrı söyledikleri gibi detayları çok sevdim. Nine tam bir nine :)
Resimlerdeki ayrıntılardan da bahsetmeden geçemem. Dayısının kapının önündeki yorulmuş dili dışarıda haline çok güldüm. ŞuŞu uyurken etrafındaki tüm oyuncakların da uyuması çok tatlı :) Oyuncakçıda resmen Moli ile Olaf ve Kedimiyo'yu gördüm, selam verdim onlara da. Ağaçta oturmuş örgü ören siyah bir karga var, onu keşfetmek bile keyif verdi.Hatta aynı kargayı Şuşu'nun penceresinde bile gördüm, gerçekten! Klasik bir ev halinde dede ve baba ne yapar? Tabii ki tavla oynar :) Hemen her karede yer alan minik yuvarlak oyuncakların birbirini çekiştirmesi de ayrı bir neşe katmış. Kısacası resimlerine bayıldım.

2. Kitabın beni bu kadar çok etkileyeceğini de hiç düşünmemiştim. "Dört teker" denince aklınıza ne geliyor, en başta onu sorayım. Benim aklıma yine bisiklet gelmişti hani kenarlarına destek yapılır ya, o sanmıştım. Halbuki Yıldıray'ın dört teker olarak adlandırdığı ve hikayede "normal/sıradan" olarak anlattığı şey aslında tekerlekli sandalye. Ve bu dört tekeri süren de Şuşu'nun parkta tanıştığı Can! Tanışma demişken işin içine azıcık aksiyon da girmiş olabilir. Bu kitapta en çok, Can ile Şuşu'nun sorgusuz sualsiz kaynaşmalarını sevdim. Hani biz büyükler çekiniriz hatta acırız yaklaşamayız ya çocuklar hiç öyle değil. Bence bu güzel bir şey ve bu kitaptaki bu "sıradan"lık bana farklı ufuklar kattı. Kitabın sonunda "anne/baba ve öğretmenlere" diye bir bölüm var; onu özellikle buraya eklemek istiyorum. Bence bu metni hepimiz okumalıyız.

Geçen gün Elifle yolda yürürken yanımızdan tekerlekli sandalyeli bir teyze geçti. Elbette ki kaldırımda gidemiyordu çünkü kaldırımlar bizim gibi yayalar için değil, olsa olsa şekil amaçlı yapılmış şeyler ne yazık ki. Yani mecburen ikimiz de yoldan gidiyorduk ve arabalar geçtikçe kenara çekiliyorduk. Bana gülümser gibi olduğunu hissettim. Önceden olsa belki daha çok çekinirdim ama Şuşu'yu okuduktan sonra ben de teyzeye kocaman gülümsedim. Yanlış anlamayacağını bilsem onunla konuşmak isterdim. Tekerlekli sandalyede olduğundan değil ama bu kadar insan içinde bize kendisi ilk önce gülümseyen nadir biri olduğundan. Aslında bu konuda söyleyecek çok lafım var ama yeri burası yani bu kitabın olduğu sayfa değil, bambaşka bir yazıda içimdekileri dökmek istiyorum.


"Bunun neden pedalı yok?" diye sordu Şuşu.
"Bu bisiklet değil, tekerlekli sandalye de ondan, akıllım" dedi çocuk."

Gelelim çizimlere, yaşasııııın :) (Bu ara bizim evin en favori cümlesi)
İlk kitaptaki 3 minik oyuncak bu kitapta da var :) Unutmadan şunu da söylemek istiyorum; bence resimli çocuk kitaplarında çizerin başarısı çocuklar okuma-yazma bilmediği dönemlerde (belki 3-4 yaş civarında) onların sadece resimlerine bakıp o kitabın dünyasına girebilmelerinden geçiyor. Ve bu kitap da bunu çok iyi başarıyor. Şuşu hareketli bir kız ve dur durak bilmiyor; bu çizimlerde o kadar tatlı yansıtılmış ki her sayfada bir hareket var :)
Parkta geçen bir sayfada arkada görme engelli iki kişiyi ellerinde çubuklarıyla fark ettim. Çok minik bir detay gibi belki ama aslında değil.
Zıplayan kurbağaları da çok sevdim.
Şu 3 minik oyuncak bana sanki Şuşu'nun tüm kitaplarında olacak, bu da bir devamlılık sağlayacakmış gibi geldi. "Yaşasııın" :)
 Aklımda sorular olunca "1 kitap 1 Mektup" etkinliği düzenliyorum biliyorsunuz hatta Yıldırayla "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" kitabı ve "Dünyalı" dergi olarak iki tane röportajım var. İşte tam da o sebepten Şuşu ile soru sormaya çekindim. Ama kim bilir belki Şuşu'nun birkaç kitabından sonra kapısını çalabilirim :)
Bu kargaya da bayıldım :)

Devamını oku »

2 Nisan 2014 Çarşamba

Saftirik Greg'in Günlüğü: Ah Kalbim :)

Önce bu kitabın bana geliş hikayesini kısaca anlatayım. Saftirik Greg ile ben önceki yıllarda kuzenimden aldığım bir kitabı sayesinde tanışmıştım, sevmiştim de ama kendime almak aklıma gelmemişti :) Geçen seneki doğum günümde annem bana özel bir şey olsun diye hediye olarak "çocuk kitabı" almak istemiş. Ama ne alacağını bilememiş; kitaplığımda ne var ya da ben neyi severim bilememiş. Gitmiş bir kitapçıya ve ben kızıma kitap almak istiyorum ama okudu mu ya da sever mi kararsızım; ne tavsiye edersiniz demiş. Onlar da beni kaç yaşında düşündülerse artık "size en son çıkan Saftirik Greg kitabını verelim; tüm çocuklar bunu seviyor" demişler :) Aradan 1 sene geçti ve ben kitabın jelatinini bile açmamıştım. Hep inandığım bir şey varsa "kitabın da bir okunma zamanı" olduğudur. Yani kitaplığımı dolduruyorum ama okuyamıyorum desem de kimi zaman, bilirim ki bugün ya da seneye :) okuyacağım onları...
Saftirik Greg'in bu kitabı serinin 7. kitabıymış ama ben öncekileri okumadığım için bir kopukluk yaşamadım.
Bu kitapla ilgili söylenebilecek en güzel söz harika vakit geçirdiği ve her çocuğun mutlaka okumaktan keyif alacağı.
İçinde sadece yazı yok, sayfalarda yazılara eşlik eden oldukça neşeli çizimler de var.
Bu bile okumayı çok da sevmeyen bir çocuğa cazip gelecektir.
Bu çocuğun başına gelenler gerçekten pişmiş tavuğun başına gelmez :) Diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumak istiyorum. Komik günlükler "Sevgili Salak Günlük", "Clarice Bean" gibi insana harika vakitler yaşatıyor.
Bir de ben utanmadan yanına film izliyormuş gibi mısır patlatmış olabilirim :)
40. haftayı güzelleştirmenin ve aslında hayatın her an'ından keyif alabilmenin bir yolu bence aşağıdaki fotoğrafta gizli; ne dersiniz?

Devamını oku »

1 Nisan 2014 Salı

Küçük İnsanlardan Büyük Sorular, Hayli Mühim İnsanlardan Basit Cevaplar :)

BDK Yıldıray'ın kitabından sonra yine ona yakın tarzda bir kitap okumak beni çok mutlu etti. Hamileliğin 40. haftasındayız çok şükür ve hemen her gün gelen ""doğurmadın mı"lara karşı sabırlı olabilmek ve zihnimi başka şeylere yönlendirebilmek ve bunu yaparken de eğlenmek süper oldu. Daha ne isterim ki :)
Kitabı neredeyse bir solukta okudum. NTV Yayınlarının bu tarz (Cahillikler Kitabı vb.) kitapları var ama hiçbiri çocuklar için yazılmış değil. Domingo Yayınevinden çıktığını görünce şaşırdım.
Bu kitap aslında bir projenin ürünüymüş. 10 ilkokulda yaşları 4-12 arasında değişen binlerce çocuktan, yanıtını en fazla merak ettikleri soruları yazmalarını istemişler ve bu soruları alanında uzman yazar/psikolog/doğabilimci/astronot/sinirbilimci/ fizikçi/biyolog/gezgine sormuşlar. Onlar da kendi çocuklarına anlatır gibi sade bir dil ve esprili bir anlatımla bu sorulara cevap vermişler. Ve bu kitap, Birleşik Krallıktaki önde gelen çocuk koruma derneği olan NSPCC yararına hazırlanmış. İşte bu sebepten bir proje-kitap aslında.
Yaklaşık 300 sayfa boyunca bir dolu soruya verilen yanıtlar 1-1-5 sayfalık kısacık özetler halinde ve bence en güzel tarafı hiiiç sıkılmadan okunabilmeleri. Hatta ben ciddi anlamda bittiğine üzüldüm.
Hikaye/roman okumak da ayrı bir zevk ama benim gibi bilim yoksunu bir insanın 30'una ramak kala gözlerini kocaman açarak öğrendikleri de kayda değer.
Ah ah keşke okul zamanında karşıma çıksaydı bu kitaplar; ben de anlardım "şimşek nasıl oluşuyor", "su/buz/buhar ilişkisi"vb. Kısmet :)

Sevdiğim Sorular/Cevaplar:
*Solucan yememde bir sakınca var mı?
*Atom nedir'e verilen cevaptan: "Atomların içinde o kadar fazla boşluk var ki, dünyadaki tüm insanların tüm atomlarının içerdiği tüm boşluğu sıkıştırabilseydiniz, hepsini bir kesme şeker hacmine küçültebilirdiniz." :)
* Neden yetki hep yetişkinlerdedir? (Sahi, neden :)
*Pastanın tadı neden bu kadar güzel? (Ahh, ah :)
*Neden kendimi gıdıklayamıyorum?
* Arı arıyı sokar mı? (Sokuyormuş!)
* Neden tuvalete gideriz? (Bu soruyu ben de çok sorarım, hele ki son anda yetiştiysem :)
*Aslanlar neden kükrer?( Bu sorunun çok neşeli bir cevabı var ama buraya yazmayayım, merak edin :)
*Neden bazı insanlar kötüdür?'e verilen cevaptan: " Bir dahaki sefere biri size kötü davrandığı zaman, kendinize şunu sorun:' Acaba bana kötü davranan bu insan neden bu denli mutsuz? Acaba onu bana kötülük yapmaya itecek kadar üzen ya da öfkelendiren şey ne?' İşin ilginç yanı, böyle yaptığınız zaman, kendinizi o kadar da kötü hissetmeyeceksiniz."
*İyilik nereden gelir?
* Neden kızların bebeği olur da erkeklerin olmaz? :)
*Nasıl aşık oluruz? 3 tane harika cevabı var;bir tanesi:

*Neden sonsuza dek yaşayamayız?
* Hepimiz akraba mıyız? (bunu ben de çok düşünmüştüm)
* Zaman hızlı geçmesini istediğinizde neden yavaş geçer?
* Gazlı içeceklerdeki baloncuklar şişeye nasıl girer? :)
* Seyirciler gürültü yaparken sporcular nasıl konsantre olur?'a verilen cevaptan: "Konsantre olmanın en iyi yolu, çevrenizde olup biten her şeyi unutmaktır." ...
* En güçlü hayvanlar hangileridir? (Böcekler!)
* Çikolatayı kim buldu? (bulmasa iyiymiş :)
* Büyük İskender kurbağaları sever miydi? (çok güzel /mantıklı bir cevabı var)
* Çiş neden sarıdır?
* Neden sıkılıyorum? (ah, ah ne çok sordum bu soruyu küçükken..)
* Beni ben yapan nedir? (bu soruya 3 kişi cevap vermiş;bir tanesi :" Bizler kendimizi oluştururken başkaları bizi inşa eder. Başkaları bizi oluştururken, biz kendimizi inşa ederiz." !!!
***Favorim: Bir inek bir yıl boyunca osurmayıp biriktirdiği gazı bir kerede osursaydı, uzaya fırlar mıydı? :)
*Neden kardeşlerimle durmadan kavga ediyorum? (sahi neden :)
*Gökkuşağı neden yapılmıştır?'a verilen cevaptan: " Gökkuşağındaki renklerin sırasını nasıl hatırlarsınız? Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor. Şu komik cümleyi aklınızda tutmaya çalışın: Kırkayak tekerlekli sandalyesinde yoğurtlu makarnasını lüptetirken morardı :))
Makaslananlar:
Yukarıda bir kısmını yazdığım soruları bu kez komedyenlere sormuşlar. Hangisinden alıntı yapsam karar veremedim,hepsine çok güldüm. Bazıları:
* Michelangelo nasıl bu kadar ünlü oldu?
Ninja Kaplumbağalarda gerçekten iyi resim yapan bir tek o vardı :)
* Piramitler nasıl yapıldı?
Binlerce ton Toblerone'u üst üste koyarak :)
*Zaman hızlı geçmesini istediğimizde neden yavaş geçer?
Burnunuzu karıştırabilesiniz diye :)
* Hıçkırık nedir?
Kalp osurduğunda olan şey :)
*Solucan yememde bir sakınca var mı?
Annen bakmıyorsa yok :)
                                                                              ***
Bir dolu "neden"li soru okudum ve çocukların hayalgücüne hayran kaldım. Ben küçükken öyle çok soru soran biri değildim, hatırlıyorum. Aklımı kurcalayan şeyler vardı elbette ama onlar da bana kalsın şimdilik.
Sizin çocukken sorduğunuz sorular var mıydı?

HERKESE SORU SORMA CESARETİNİ KAYBETMEDİĞİ GÜNLER & MUTLU HAFTALAR DİLERİM(Z) :)

*Kitabı derleyen Gemma Elwin Harris'e de özel teşekkür...
**BDK'nın yazısını da okumak isteyebilirsiniz :)



Devamını oku »