Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




31 Ağustos 2015 Pazartesi

Postcrossing :)

"Postcrossing" adını duyuyor ancak yanına yaklaşmaya bir türlü cesaret edemiyordum. Taşındık adresimiz değişti, Yasemen ve Hazan'dan da gerekli gazı aldım ve siteye üye oldum. Elimde 5 adet adres vardı, kartlarım önümdeydi, İngilizcem şahaneydi (yazıyla "ünlem"), postane yakındı, kartlarımı gönderdim. Sonra aklıma takıldı acaba aynı kişiler mi bana kart yazacaktı çünkü ben onlara "hope to see u again" yazmıştım :) Bu sistem nasıl işliyor diye siteye de bakabilirdim ama o zaman bu kadar keyifli olmazdı, ben de sevgili Yasemen ve Hazan'ın kapılarını çaldım.

Postcrossing nedir ve sence ne değildir :)
Y: Postcrossing kartpostal alıp göndermeyi sevenler için bulunmaz bir fırsat, benim içinse dünyaya açılan pencerelerimden biri.
www.postcrossing.com sitesine üye olduktan sonra profilinizi oluşturup, adres istiyorsunuz. Sistem size rasgele bir adres veriyor, bu adrese kart gönderiyorsunuz ve kartınız karşı tarafa ulaştığında sizin adresiniz dünyanın herhangi bir yerindeki başka birine veriliyor ve kartınızı bekliyorsunuz. Her şey tamamen sürpriz yani. Ne adres istediğinizde hangi ülkeden kimin adresinin verileceğini önceden biliyorsunuz ne de kartınız elinize ulasana kadar size nereden ve kimden kart gönderildiğini.
Sitede bütün ayrıntılar, merak edilen soruların cevapları mevcut. Sitenin dili İngilizce, yazışmalar da İngilizce yapılıyor ama herkes profilinde konuştuğu dilleri belirtebiliyor ve o dillerden birinde de yazabiliyorsunuz.
Ne değildir sorusuna gelince, Postcrossing sanal ortamdan e-kart gönderilen bir oluşum değildir. Kartpostallar sadece normal posta yoluyla gönderiliyor. Mail gelen kutunuzda değil posta kutunuzda arkası yazılı, ustu pullu gerçek kartlar buluyorsunuz.
Postcrossing güvenlik açısından tereddüt etmeniz gereken bir site de değildir. Ne yazık ki Türkiye’de birçok şeye şüpheyle yaklaşmak gerektiğinden ev adresini vermeye çekinenler olursa diye belirtmek istedim. Adresiniz sadece size kart gönderecek kişiye veriliyor, onun dışında herkese açık olarak gösterilmiyor ya da herhangi bir yerde kullanılmıyor.


H: Postcrossing’i tanımlamak gerekirse dünya çapında bir kartlaşma ağı diyebiliriz. Artık mazide kalmış dediğimiz kartpostal gönderme geleneğini bir nevi diriltme projesi (kartpostal devrimi) olarak da adlandırılabilir. Bu yüzden, instagram gibi pek çok portalda postcrossing (kartlaşma) ile revolution (devrim) kelimelerini el ele diz dize görebilirsin :) Postcrossing bence eski bayramlarda ön yüzünde bir kase dolusu şeker fotosu bulunan ve arka yüzünde en samimi dileklerin dile getirildiği ya da yılbaşlarında simlerle süslü noel babaların evimize taşındığı kartpostallardan alınan hazzı sağlayacak sıcak bir ortam değil; gayet mekanik, amaca odaklanmış (kullanıcıların çoğu özel/seri/bölgesel /yöresel kartlar toplamakta) fakat yine de hiç yoktan iyidir dedirten bir sistem!

Postcrossing'den nasıl haberin oldu ve katılmaya nasıl karar verdin?

Y: Yanlış hatırlamıyorsam ilk kez Banu’nun blogunda (birazsoylebirazboyle.blogspot.com.tr ) görmüştüm. Daha sonra bir kaç blogda daha karşıma çıkınca bunu bir işaret olarak aldım ve üye oldum. Bloglar arası kartpostallaşma etkinliklerini de çok seviyordum zaten böyle bir sitenin varlığını öğrenmek daha da keyifli oldu.

H: Postcrossing’den çeşitli bloglar sayesinde haberim oldu. Takip ettiğim blog sahiplerine gelen ve onların gönderdiği kartları gördükçe, ince bir kül tabakası altında gömülü kalan içimdeki yazışma ateşi yeniden alev aldı diyebilirim. Öğrenim hayatım boyunca hep bir yerlerde bir mektup arkadaşım olmuştu. Sonra kartpostal koleksiyonu yapan furyanın önemli parçalarından biriydim de. Tüm etmenler bir araya gelince postcrossing’den haberdar olup da bunun bir parçası olmamak imkansızdı :)



Ne kadar süredir postcrossing ile kart gönderip alıyorsun?

Y: Üç yıldan fazla süredir Postcrossinge üyeyim. Bazı dönemler çok aktif olarak kart gönderiyorum bazı dönemler yoğunluktan ya da gezilerden vs fırsat bulamayıp aylarca kart göndermediğim oluyor. Bu tamamen size bağlı, tek yapmanız gereken adres istediğinizde mümkün olan en kısa surede kartı postalamak, eğer vaktiniz olmayacaksa ya da elinizde kart yoksa vs. adres istemeyi sonraya bırakmak. Su ana kadar 200 civarında kart gönderdim, bir o kadar da kart aldım. Gönderilen ve alınan kartlar ile ilgili istatistiksel bilgiler tablolar ve haritalar uzerinde profilinizde oluyor. Örneğin hangi ülkeden kaç kart gelmiş, kartların ulaşma sureleri vs gibi. Bu istatistikleri sadece siz görebiliyorsunuz.


H: Profilimi kontrol ettiğimde görüyorum ki tam 725 gündür postcrossing üyesiyim. 1 yıldan fazla olmuş yani. Bu süre zarfında 64 tane kart göndermiş ve 58 tane de almışım. Muhtemelen bu cevaplar sana ulaştığında rakamlar bir parça daha artmış olacaktır. Aslında 1 yıl az bir süre değil, daha fazla kart gönderebilir ve alabilirdim ancak postcrossing’in yanı sıra doğrudan kart takası yaptığım ya da yeni yeni edindiğim mektup arkadaşlarım da var. Hepsine hem kart hem de zaman ayırdığımı düşününce hiç de fena değil diyorum kendi kendime!

Koleksiyonundaki en değerli/sevdiğin kart hangisi?

Y: Ben bu "en" sorularını hiç bir zaman doğru düzgün cevaplayamıyorum. Aralarından seçip iste bu en sevdiğim diyemiyorum. (sadece kartlar için değil hemen her şey için geçerli bu aslında, kitap, yemek, şarki vs gibi :)
Birisi sizin için kart seçmiş, üzerine içinden gelenleri yazmış, pulunu yapıştırıp postaya vermiş, nasıl ayırayım ki simdi ben bu kartları birbirinden. Ama tarz olarak en sevdiğim kartlar illüstrasyon olanlar. Favoriler sayfamda da daha çok bu tarz kartlar var zaten, kart göndermek isteyenlere fikir vermesi açısından. Normalde almayı arzu ettiğiniz kartları profilinize yazabiliyorsunuz ama ben uzun listeler vermeyi, ‘’bana bu tarz kart gönderin’’ demeyi pek sevmiyorum. Birinin seveceğimi düşünüp benim için bir kart seçip göndermesi daha keyifli.



H: Koleksiyonumun en değerlileri Star Wars “Yıldız Savaşları” filmi temalı kartlarım. Hem ben hem de 5 yaşındaki ikizlerim koyu birer Star Wars hayranıyız çünkü J Bunun dışında Audrey Hepburn gibi vintage kartlar ve Doraemon gibi çizgi film kartları da çok değerli benim için!


Postcrossingde aynı kişiyle sadece 1 defa mı kart gönderip alıyorsun yoksa kartların devamlılığı biraz aranızda oluşan elektriğe mi bağlı?

Y: Postcrossing’de aslında kimseyle kartlaşmıyorsun, yani kart gönderme işlemi ayni kişiyle karşılıklı olarak yapılmıyor.
“Interested in direct swaps” kısmını evet olarak işaretlemiş üyelerle yazışıp karşılıklı anlaşıp kartlaşabiliyorsunuz. Ama sitenin normal işleyişi rastgele birine kart gönderip rastgele başka birinden kart almak üzerine.


H: Postcrossing’de kime kart göndereceğin sistem tarafından otomatik olarak atanıyor. Kişinin profilindeki bilgileri şöyle bir inceleyip tercihlerine uygun bir kart gönderiyor ve akabinde kart ulaştığında kendisinde online olarak bir teşekkür mesajı alıyorsun. Diyelim ki o kişinin hem profili hem de duvarındaki kartpostal seçkisi çok hoşuna gitti ve kendisiyle kart alışverişi yapmak istiyorsun. O zaman öncelikle profilinde “direct swap” (doğrudan takas) kısmının açık olup olmadığına bakıyorsun. Bu opsiyon kapalıysa kendisi her bir kullanıcıdan tek bir sefer kart almak istiyor demektir. Bu opsiyon açık ise kendisine ister kartla ister online olarak doğrudan takas talebinde bulunabilirsin.

Postcrossing, farklı kültürleri tanımak açısından oldukça bilgilendirici görünüyor. Geçen zamanda senin çok şaşırdığın bir kart olmuş muydu?

Y: Postcrossing sayesinde farklı şehirlere, ülkelere, kültürlere dair birçok yeni şey öğrendim. Sadece bunlar için bir blog açılabilir, hatta ben bunu bir düşüneyim :)
Bilgilendirici olmalarının dışında kartlar ayni zamanda eğlendirici de oluyor. Bulmacalı kartlar, farklı formlardaki kartlar, Where’s wally kartları, kes yapıştır kartları, boyama kartları, vs gibi birçok ilginç türde kart aldım.
Şaşırdığım değil de içimi en çok kıpır kıpır ettiren kartlar bir hikayenin, masalın parçasıymış gibi duran illustrasyonlar içeren kartlar. İnsanın kendisini tanımasını sağladığı, hayallerine dokunabildiği için çok seviyorum bu kartları.


H: Kullanıcıların kartlara yazdığı küçük notları ya da uzun satırları büyük bir merak ve ilgiyle okuyorum. Kimi zaman el yazılarını çözmekte zorlandığım da oluyor tabi. Genellikle okudukları kitaplara, hava durumuna, kartlarda yer alan yöresel manzaralara ait bilgiler yazılmış oluyor. Benim şaşırdığım bir şey henüz olmadı fakat profilimde Doreamon çizgi filmi temalı kart ve pul tercih ettiğimi yazdığımda, Doraemon’u nasıl ve nereden bildiğimi soran, buna çok şaşırdıklarını bildiren kartlar aldım Japonya’dan :D

Kartlarını nereden temin ediyorsun ve ne kadar sürede gönderebiliyorsun?

Y: Daha önce internet üzerinden kart sipariş ettiğim çok güzel bir site vardı fakat kapandı. Belçika’da ve Hollanda’da kartpostallara ulaşmak çok kolay. Kitapçılar, kırtasiyeler vs dışında sadece kartpostal satan dükkanlar da oluyor. Zaten Hollanda Postcrossing’i en aktif kullanan ülkeler arasında. Gezilerimiz sırasında farklı ülkelerden, farklı şehirlerden kartlar alıyorum ama onları daha çok kendime saklıyorum hatıra olarak. Zaten kullanıcıların büyük çoğunluğu kartın geldiği şehre ya da ülkeye özgü olmasını istiyorlar.
Son kart siparişimi su siteden vermiştim: http://happy-postcrossing.nl/en/
Elimde her zaman onlarca kart oluyor. Adresi istedikten sonra göndereceğim kişinin profilini inceleyip elimdeki kartların içinden seçiyorum ve yazıp gönderiyorum. Genelde adresleri aldıktan sonra en geç iki gün içinde göndermiş oluyorum. Tabi posta sisteminin buralarda çok iyi çalıştığını belirtmekte fayda var.

H: Kartlarımı genellikle kırtasiyelerden, Taksim’de bulunan turistik yerlerden ya da sahaflardan temin ediyorum. Her hafta en az üç kart göndermeye çalışıyorum. Bunların gidiş süreleri gittiği ülkeye göre değişiyor; öreğin, Amerika, Rusya, Çin gibi ülkelere gitmesi bazen 30 günü bile bulabiliyor. Almanya, Finlandiya, Norveç gibi nispeten daha yakın ülkelere 10-12 günde gidebiliyor.



Kartın içeriğine neler yazdığını çok merak ediyorum, biraz paylaşabilir misin?

Y: Kart göndereceğim adres buralara uzak bir ülkedeyse genellikle Belçika’dan ve buraya özgü şeylerden, çikolatadan, waffledan, biradan vs. bahsediyorum. Avrupa içinden bir adres geldiyse yaşadığım şehirden bahsediyorum, Belçika’nın en eski şehri olduğundan, Asterix’e ilham veren Ambiorix’ten, Benelux’un en büyük antika pazarından… Küçük bir şehir ama anlatacak çok şeyi var. Bazen 30km uzaklıkta bir adres geliyor Hollanda’dan, hatta bazen Belcika’dan. O zaman da içimden ne gelirse yazıyorum, Hollandaca açısından pratik yapmış oluyorum. Karta mutlaka tarih yazıyorum ve bazen minik bir bulut, güneş ya da yağmur çizimiyle havanın kaç derece olduğunu. Kartları zarfsız gönderdiğim için, yarısını adres ve pullar kaplayınca, diğer yarısı da benim yazdıklarımla doluyor zaten.


H: Genelde hangi ülkeden yazdığımı, nelerle uğraştığımı (ikizlerin bakımı ya da hobilerim gibi), en son okuduğum kitaplar ya da son zamanlarda izleyip de etkisinde kaldığım filmlerden bahsediyorum.

Postcrossing ile kart haricinde mektuplaşma da yapılabiliyor mu?

Y: Daha önce de bahsettiğim gibi bu karşılıklı yazışıp anlaşmaya bağlı bir şey. “Interested in direct swaps” kısmını hayır olarak işaretlemiş birine bu tarz bir teklifle gitmek anlamsız olur ama evet olarak işaretleyenlerin arasından ilginizi çeken bir profil olursa iletişime geçilebilir. Swap etkinliklerinde kart ve mektup dışında kitap ayracı, poşet cay, bozuk para, o ülkeye özgü gazete kupürleri, biletler vs gibi bir çok şey değiş tokuş edilebiliyor ama Postcrossing’i swap için kullanmadım hiç.

H: Bildiğim kadarıyla postcrossing sadece kartpostal üzerine kurulu bir sistem, ancak daha önce bahsettiğim doğrudan takas sırasında taraflar aralarında anlaşarak mektuplaşma da başlatabilirler. Bu tamamen sistemden bağımsız ve inisiyatife dayalı bir mektuplaşma olur tabi (çok mu resmi konuştum?) :)

Postcrossingin en sevdiğin tarafı hangisi? (sevmediğin de varsa yaz tabii :)
Y: Finlandiya’dan bir adres gelmişti. Zamanında 20’den fazla ülke gezmiş, atlara sevdalı birisinin adresi. 2012 yılında attan düşerek simdi tekerlekli sandalyede olan ve artık postcrossing sayesinde dünyaya açılan birisinin. Çok aktif bir kullanıcıydı. 7000 kadar kart almıştı o zamana kadar yani birçok tarzda kart elinde vardı zaten. Göndermek için aldığım değil de kendime ayırdığım kartların arasından bir tanesini göndermek geldi içimden. Profilini okur okumaz aklıma düşen o kartı. Bir kaç gün içinde kart ulaşmıştı yerine ve gönderdiği uzun ve içten mesajda kartı çok ama çok beğendiğinden ve teşekkür için bir kart göndermek istediğinden bahsetmiş ve adresimi istemişti. Gönderdiğim kartı beğenip, mutlu olması bana kart gönderecek olmasından daha fazla mutlu etmişti beni. Arada hala kartlaşıyoruz onunla.
Kendi acımdan Postcrossing’in sevdiğim tarafları çok fazla, bana kattıkları da öyle. Ama bunları bir kenara koyacak olursak en sevdiğim taraflarından bir tanesi sanırım kartlar ulaştıktan sonra gönderilen teşekkür mesajlarından şunu görmek: Birinin posta kutusunda kartınıza ulaştığında yaşadığı heyecanı, sizin gönderdiğiniz kart sayesinde duyduğu mutluluğu, hala bir şeyler için umut olduğunu…


H: En sevdiğim tarafı zarfı/kartı elime aldığımda ‘hangi ülkeden geldi acaba’ heyecanı. Sonrasında yazılanların oluşturduğu merak. Bir an evvel okumak için zarfları yırtarcasına açma mutluluğu. Sevmediğim tarafı ise ne yazık ki zaman zaman karşılaştığım okunaksız el yazıları L Her şeye rağmen postcrossing muhteşem bir deneyim ve mümkün olduğunca uzun süreler devam etmeyi arzuluyorum. Çekinik kalan herkese de tavsiye ederim!


Bu da benim gönderdiğim ilk kart :)
İş, okul, annelik vs dışında bir şeyler yapmak isteyenlerin bu etkinliğe katılması bence kişiye yepyeni bir pencere açacaktır. Benim için keyifli ve heyecanlı bir süreç oldu postcrossing. Hiç tanımadığım insanların dünyasına "nokta" kadar da olsa girebilmek, aslında bir nevi onlarla tanışmak bana mutluluk verdi. Şimdilik elime geçen bir kart olmadı, bakalım hangi ülke ve kim ilk olacak. Hissiyatım Avustralya diyor ama :) Bu bekleyiş, posta kutusuna her gün bakmak bile gerçekten bambaşka bir dünya yarattı bana.

Çok teşekkürler Yasemen ve Hazan, siz gaz verip "yaparsın, bak gör çok keyifli" demeseydiniz ben ertelemeye devam ederdim.

Ve buradaki kartlar sizce de çok şirin değil mi?
Devamını oku »

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Günün Mutluluk Sebebi-9 :)

Bu başlıkta sadece tek bir şey yazacağım. Geçen gün fark etmiştim ama aslında bunu fark etmek için illa bir şey olmasına gerek yok.
Bu satırları okuyan sevgili arkadaşlarım, kuzenlerim, karabalığım, canım kerdeşcağızım,bu satırları okumayan ama hep aklımda olan arkadaşlarım,bir "pist" dediğimde bana ses verenler,gecenin bir vakti bunalıp mesaj yazdığımda sabah beni merak edip arayanlar, aradan yıllar geçse de görüşmeye devam ettiğim canım oda/ev arkadaşım, kıvırcıklar ve düz saçlılar, koç burcu olup da aslında bunun farkında olmayanlar, yaptığı işi sevmeyip birlikte hayal kurduklarım, bebek haberini ilk benimle paylaşanlar, "hadi gel bir kahve içelim" diye beni zorla evden dışarı çıkarıp temiz hava almamı sağlayanlar, Lokum'u böğrüne basıp ona da analık yapanlar, teyze olmamı sağlayanlar, bana hediye olarak çocuk kitabı alanlar,yazdığı iki satır mektubu merakla beklediklerim, her ay aynı anda 2 kitabı birlikte okuyup üzerine gülüp düşündüklerim, deniz kenarından bana tuz kokusu gönderenler,  kısacası hayatımda önemli bir yeri olan insanlar,
demeyi unutmuşum yahu;
İYİ Kİ VARSINIZ,
Çok teşekkürler tüm "pist"lerime cevap verip beni dinlediğiniz, anladığınız ve benim de iki satır mektup yazacak heyecanı ve sebebi bulmama vesile olduğunuz için...
Öyle içimden geldi de, hani hayatta en önemli şey sağlıksa sanırım ikincisi de seni mutlu edecek/senin onları mutlu edebileceğin insanlar :)
Ne dersiniz?

Bu sempatik tabak da benden size :)

Devamını oku »

28 Ağustos 2015 Cuma

Günün Mutluluk Sebebi-8

Öncelikle bu yazıyı yazarkenki ruh halimi yazayım da "neden bu kadar mutlu" diye sorduğunuzda cevabı burada olmuş olsun :)
Ben uykusuzum. Ama hani öyle bildiğiniz bir şekilde 1 gece uykumu alamamış gibi uykusuz değilim. İş arkadaşlarıma göre gözlerim onlarla konuşurken bile kapanıyormuş, bilmiyorum dalga mı geçiyorlar. Sormadım. Yaklaşık 17 aydır uykusuzum ama bu ara yani bu haftalarda çok acayip çok uykusuzum. Gecenin bir vakti uyanıp aralıksız 2 saat (bazen daha az bazen daha çok) ağlayabilen ve nesi olduğunu anlayamadığımız, doktorun ve psikologun "normal" dediği, "büyüyor" dediği bir bebemiz var. Çok şükür ki var elbette. O olmasa bu satırların düşünüyorum da içi ne kadar boş olurdu. Yok cidden. Dün bu kadar değildim de bugün Alice in Wonderland gibiyim. "Afiyet olsun" diyen arkadaşıma "iyi geceler" dedim. Yemekhanedeyken kendimi aslında rüyada olmadığıma, tek başımaymışçasına hareket etmemem gerektiğine dair her 3 dakikada bir uyardım. Beynime mesaj gönderdim ama balık beyni olunca 3 dakika sonra ne dediğimi unuttu.Yine hatırlattım; "rüyada değilsin esoş"...
Tam olarak bu haldeyken beni bir acayip mutlu eden ve duble kavrulmuş fıstıklı lokum kıvamına getiren şeyi de haliyle "mutluluk sebebi" olarak yazmam gerekiyordu. Yani diğerleri de çok güzel ama bu yazacağım cidden benim iç mutluluğum.(uydurma bir kelime daha) (az sonra dövüş kulübünden alıntı yapmaya geçmeden bu mutluluğun ne olduğunu da yazayım.)
Kendisi mektuplaşma, kartlaşma, yazı yazma, postcrossing gibi "keyword"ler içeriyor. Şişen parmağımın fotoğrafını çekip koymayacağım ama iş arkadaşlarımın demesiyle işe bu kadar konstre olmuyormuşum. Kart, mektup yazarken yüzüm hep gülüyormuş. Aynen böyle :)
Postcrossing dediğimiz etkinliğe ben yeni başladım, hakkında çok detaylı bir yazı var sırada, onu birkaç güne kadar yayınlayacağım. Hiç bilmediğim bir konuyu elbette ki ben yazmadım, sağ olsun yıllardır bu kart etkinliğine katılan iki güzel insana sorular sordum, onlar da yanıtladı. Hatta bu yazıda benim nerelerde hata yaptığım bile ortaya çıktı :)
Bu kadar çok kartı açıkçası yılbaşına saklıyordum ama baktım ki Ptt, işyerimize çok yakın ve neşeli bayram kartları var, "neden olmasın ki" deyip kollarımı sıvadım. (hem gerçek hem mecazi anlamda)
Biri bana kart gönderse ne kadar mutlu olacağımı düşündüm ve her bir karta bu mutluluktan biraz serpiştirdim. Bu yazıyı okuyan sevgili arkadaşlarım da lütfen posta kutularına sık sık baksın olur mu :)

Bu ara sahiden kitap okuyamıyorum. Okumaya başlayıp yarıda bıraktığım kitapları yazsam "yok artık" dersiniz. Ben de inanamıyorum kendime. Bu zinciri dün bir kitapla kırdım. Öğlen işyerine gelen kitap kısa sürede bitmişti. Lakin keşke bitmeseydi. Mektuplaşmayı, Sabahattin Ali'yi seven herkese tavsiyemdir. Bu nasıl ince ruhlu bir adamdır... (kitabı tavsiye eden canım Hazan, çok teşekkürler sana)

Bir diğer bomba haber de benim Kumkurdunun 1. kitabını bulmuş olmam. Herkesin peşinde olduğu ve baskısının olmadığı bu kitabı peki ya ben nasıl buldum? nadirkitap.com'a üye olduğumun ertesi günü gibiydi, kitap nasıl aratılıyormuş diye arama kısmına "kumkurdu" yazacaktım ki aklıma geldi, eğer kitabı bulursam özleme gönderecektim. Sıradaki isimleri yazmayayım ama özlemle bu muhabbetimiz çok eskiydi. Bir de baktım var! Hemen aldım ve adama mesaj attım, "Ankaradaymışsınız, elinizdeki sahiden 1. kitap mı? Eğer öyleyse kargoya vermeyin, kaybolmasın, ben gelip alayım" diye. Mesajımı görmemiş adam, ertesi gün kitap elimdeydi. Teşekkür etmek için aradım, çok şaşırdı. "Nasıl buldunuz bu kitabı?" dedim. Ederinin de bence çok altında sattınız, elinizdeki nimetin farkında mısınız bile dedim,şoka girmişim demek :) Adam da ne olduğunu anlayamadığını, kitabı siteye yükledikten 5 dakika sonra kitabın satıldığını söyledi. Bunun adı "çekim gücü"mü acaba :)
*Kumkurdu ile ilgili bir güzel gelişme daha var ama sonuçlanmadı, heyecanla sonucu bekliyorum, yine yazarım.
                                                                           ***
Maşallah bana, ne kadar güzel mutluluk sebeplerim birikmiş. Bu başlıkta en üste "denizi gördüm beeen" diye yazacaktım ama kart heyecanıyla denizi unuttum. Geçen hafta canım mavi,güzel denizi gördüm sonunda. Hiç baş başa kalamadık ama olsun, videosunu da çektim. Ara ara bakıyorum.
                                                                 
Dünkü küçük kıvırcık kuzen (kkk) buluşması sonrası da Datça'ya gitmiş kadar oldum. Badem ve bal getirmiş benim kıvırcık, heyyooo :) Datça'ya yıllar önce annemlerle gitmiştik de cidden hala aklım oradadır desem yeridir...
                                                                        ***
Bu kategoriye Elif'i mutlu eden şeyleri de yazayım. Bizim arabayı tee uzaktan gören komşu çocukları biz inene kadar Elife tezahürat yapıyor, uyuyorsa da birbirlerine "şşttt" diyorlar. Elifin arabadan inişi bir şenlik, doğal olarak çocuklarla kalıp oyun oynamak istiyor, bizde çoğunda ses çıkarmıyoruz. Babasıyla beraber komşu çocuklarıyla parkta oynuyor. Hatta geçen karabalık bir şeyde iddiaya girmiş de 3 tane kek kazanmış diye seviniyordu. Bir dahakine ben ineyim bari çocuğun yanına :)
                                                                      ***
Esra in wonderland, bu gece sahiden aralıksız uyuyup güzel rüyalar görüp sabah enerjik uyanabilmeyi diler. Çekim gücüyse, o uykuyu istiyorum , belki gelir :)
Devamını oku »

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Anne(anne) Olmak :)

Annem geçen sene bizi yazlığa beklerken bizim arayıp gelemeyeceğimizi söylediğimizde ne kadar bozulduğunu ama ardından sebebini söylediğimizde de ne kadar havalara uçtuğunu daha önce söylemiştim.
Annemin ilk torunu oldu Elif.
O kadar çok eşya, kıyafet vs aldı ki annem "anneee yeteer" demek zorunda kaldık :)
Tüm öğretmen arkadaşlarının torunları vardı ve toplantıda herkes torununun fotoğrafını gösterip ondan bahsediyordu. Anneminse boynu bükük kalıyordu ne yapalım.
Derken Elif doğdu.
Annem elinde olsa 40 gün 40 gece şenlik ateşiyle falan kutlama yapardı bence :)
Bir de duygularını çok fazla ifade etmeyen bir insan olduğu (başak burcu) düşünülecek olursa torun sahiden bambaşka bir şeymiş, onu anladık.
"Kuzumun kuzusuuuu" diye seviyor annem Elif'i. İyi de annemin beni hiç "kuzum" diye sevdiğini hatırlamıyorum :) Yani sevdiğini hep bilirim ama... Neyse kıskanmayalım :)
Geçenlerde sordum: "Torun sevgisi nasıl bir şey?" dedim, ki bir süredir görmüyor Elif'i.
"Kuş olup uçmak ve Elif'in yanına konmak istiyorum" dedi. :)
Daha önce annemin kuş olmak istediğini de duymamıştım. Neyse yok canım ben hiç kıskanmıyorum bu lafları :)
Sonra ben kendimi düşündüm.
"Anne olmak nasıl bir şey acaba" diye. Hatta bunu yolda yürüyüş yaparken Elifle tartıştık, ben ne desem Elif güldü ama bence anne olmak: "Bolca mutluluk, bir garip hem huzur hem de huzursuzluk(ya ona bir şey olursa endişesi), dolu dolu geçen günler,yorgunluk, uykusuzluk gibi birçok şeyi barındırıyor. Terazinin dengesi hiç aynı kalmıyor.
Geçen gün annemle teyzem geldi ve ben annemin asansörden çıkıp Elif'in yanına koşuşunu videoya aldım. Hani bir insanı uzuuun zamandır tanıyorsanız o kişiyle ilgili "her şeyi" bildiğinizi düşünürsünüz ya tüm mimikleri vs. İşte o yalanmış, olsa olsa "hemen hemen her şeyi"ni bilebilirmişiz. Annemin Elif'e koştuğu an'lardaki yüz ifadesi kesinlikle benim kayıtlarımdan çıkmadı çünkü... Yok öyle bir heyecan, sevgi yumağı yüz ifadesi.
Bugünlerde de "balım sultan" diye seviyor :)
                                                                        ***
Son aldığım karar neticesinde blogumdaki taslakları temizliyorum. Ya siliyorum yazdıklarımı ya da üzerine ekleme yapıp yazımı tamamlıyorum. Ve ben bu yazıya tam 24 Kasımda başlamışım :) Yani yukarıdaki yazıda yer alan "geçen yaz" ifadesi aslında 2 sene önceyi kastediyor. Ara ara eklemeler yaparım diyordum ama olmadı. "Anneanne olmak" da aklıma hep annemin bizi ziyaret ettiği zamanlarda geliyor.
Annem 20 Şubatta ikinci kez annneanne oldu ve o gün bugündür iki torun arasında mekik dokuyor diyebilirim. Bize geldiğinde "Ayçaa, ayçaa" diyor, Adanada da "Elifi çok özledim" deyip duruyormuş. Ayça ve Elifin arası 1 yaş bile yok, 10.5 ay :) Annem ne yapsın değil mi?
Elif ilk torun olduğu ve şu ara hareketleriyle kendini daha da çok sevdirebildiği için önde gidiyor ama tatlı balık Ayça bu arayı hemen kapatır bence. Ben de yeğenimi çok özlüyorum yeri gelmişken yazayım dedim.
Bu yazıya başlarken de aklımda olan en net şey, annemde gördüğüm değişimi yazmaktı. Ben tanıdığım "anne" figürünün sınırlarının ne kadar genişleyebildiğini annem ile görmüş oldum. Çünkü kendisi öğretmen emeklisidir(maşallah 41 yıl  çalışmış), disiplinlidir, kuralcıdır.
Geçtiğimiz haftalarda Elifin ateşi 39.5 olduğunda annemi aramak istemesem de tabii ki konuştuk ve öğrendi durumu. "Hemen atlayıp gelebilirim" dedi :) Bu konuda değişen bir şey yok  aslında. Ben de ne zaman hasta olsam bana da aynı şeyi söyler. "Yok gelme" dedik ama biliyorum aklı bizde kaldı, devamlı aradı Elifi sordu.
Daha önceki görüşmelerinde de Elif anneme hep sıcak davranırdı ama bu son gelişinde durup durup anneme ve teyzeme sarılmaya başladı. Hele ki annem...
Annem acaba ne zaman disiplin gösterecek acaba Elife diyordum ki, o da bu gelişine kısmetmiş :) Son aylarda Elif cidden birçok şeyi ağlayarak elde etmeye ya da istediği olmayınca kendini yere atıp ağlamaya başladı. Karabalık bu konuda bence daha tutarsız ama ben -anasının kızı- kendimi daha katı buluyorum. "heyt, höyt" demiyorum çoğu zaman (sabrım taşmadıysa) sadece yokmuş gibi davranıyorum. özellikle de yemek yerken. Normal bir şekilde yemeğimi yemeye devam etmeye çalışıyorum. Aksi halde çok zorlanıyorum. Annem ve teyzem de bu durumu çoktan fark ettiler ve sonunda -işte o beklediğim hamle :P - annem disiplin uygulamalarına başladı. Yaşasın! İşte özlediğimiz anne :) Şaka bir yana annem konusunda şanslı olduğumu düşünüyorum. Torunlarını sever ama gereksiz bir şımartma vs asla yapmaz. (bence istese de yapamaz :) Bir de bizim uygulamalarımıza pek ters düşmemeye çalışır. "Bırak ağlasın" dediğimde gidip kucağına almaz. (bence bu iyi bir şey) Bu hafta ise annemin Elif'e "ağlayarak değil ama..." diye başlayan cümleler kurduğunu duydum. Evet duydum bu cümleleri.
Konuyu yine dağıttım ben değil mi? Annemden bahsedecekken Elife kaydım. İş yerinde de böyleyim. Biri bir şey söylüyor, ben konuyu Elife getiriyorum farkında olmadan. Sanırım özlüyorum çok.
Ben annemin annesi olsaydım nasıl olurdu, geçen gün bunu düşündüm. Anneannem de Allah rahmet eylesin, ben tanıyamadım, çok disiplinli biriymiş. Annemler babalarından hiç korkmazlarmış ama annelerinden çok çekinirlermiş. Bu düşünce de şundan dolayı geldi aklıma: Çocukta var olan öze anne-babanın ne kadar etkisi oluyor diye. Çünkü ben anneme hep "beni yurttan aldınız değil mi?" derdim. O da "doğum yaptığımı bilmesem, buna ben de inananırdım" derdi. Ki hala da öyle. Yani biz ana-kız olarak çok acayip farklıyız. Elife baktığımda da bunu görüyorum. Benden çok farklı bir çocuk. İnsan elbette bir kopyası olsun istemiyor ama Elifin baskın mizacında zaman zaman zorlandığımı itiraf ediyorum.
Sonra da şunu düşündüm: "ben anneanne olsam..." Buradan bakınca bunu hayal etmek biraz zor ancak Allah kısmet ederse onu da yaşarım umarım. Çok merak ediyorum insanı evladından ayrı olarak toruna karşı bambaşka yapan nedir diye.
Anne olmak birebir sorumluluk ve uykusuzluğu da beraberinde getiriyor ancak anneanne olunca sorumluluk yerini sevme-okşamaya mı bırakıyor, o yüzden mi sabrı daha çok acaba?
 Annemin kızı olmak da güzel ama annemin torunu olmayı da isterdim açıkçası. Bu yazının devamı da gelir gibi :)
Bir de anneme sorayım bakalım, kimin çocuğu kimin torunu olmak istermiş. Zira bir başak burcu olarak benim balık dağınıklıklarım ve unutkanlıklarımdan çok çekti :)
                                                                             ***
Vay be ne yazıymış, bu da üçüncü eklemesi :) Bir üstteki paragraf da 2-3 hafta önce yazılmıştı, yayınlayamamıştım nedense. Tatil dönüşü son halini vermek gerekmiş demek ki :)
Özeti de aşağıdaki fotoğrafta saklı, anane kucağı ananenin elini tutmak hep çok kıymetli :)

Devamını oku »

25 Ağustos 2015 Salı

Bir Fotoğraf ve Hikayesi - Eşek

Hiçbir şey bilmediğim zamanlardı.
Böyle hissettiğimi sonradan anladım tabii.
O zaman sorsan daha farklı cevap verirdim, belki "arıyorum" derdim ama ne aradığımı söylemezdim.
Söyleyemezdim.
Arabanın içindeydim göz göze geldiğimizde. Bakışları beni çok etkilemişti ve o an nasılsa aklıma fotoğraf çekmek gelmişti.
Bu kareyi bir kartpostalda görsem muhtemelen fotoğrafı çeken kişinin o an ne hissettiğine odaklanırdım. Eşeğin üstündeki bu minik erkek çocuğunun "minik" olmayan, kareye-bence- sığmayan bakışlarını ben çekmiştim. Duygularını merak ettiğim kişi bendim aslında.
Yanında yürüyen annesi ve fotoğrafta pek de görünmeyen kız kardeşi gülerek yürürlerken bu çocuğun bu sert bakışlarına anlam verememiştim. Hatta ilk aklıma gelen neden kızın da eşeğin üzerinde olmadığıydı. Muhacirlikten geldiğimiz için köyümüz olmamıştı hiç ve bu fotoğraf da ziyaret ettiğimiz bana yabancı olan bir köydendi, yaklaşık 3 sene önce. Bildiğimiz bir manzaranın bana ne kadar yabancı olduğunu sonradan anladım. Tuhaf hissetmiştim çünkü kendimi.
Hikayelerini merak ettiğim için de bu fotoğraf hep gözümün önünde durdu bunca zaman. Arabadan inip onlarla konuşsam belki de büyü bozulurdu. Ben de büyüyü bozmadığım için mutluyum, o yüzden de bu fotoğrafın hikayesini ben yazdım.

"Annemle komşu köye gitmemiz gerekmişti, bizim ufaklık da takılmıştı peşimize. Annemi hiç bırakmazdı zaten, ebemlerde de kalmamıştı o yüzden. Tatilde olduğumuz için bizim köyde çok fazla arkadaşım da yoktu. Okul için gittiğimiz köyde daha çok ev, daha çok arkadaş daha çok oyun vardı. Tek başıma gitmeme izin vermezlerdi ama, daha küçüktüm onların gözünde. Okula da büyük küçük toplaşıp beraber yürürdük. Okulun uzakta olmasına üzülmez, her gün yeni maceralar yaşayacağımız için sevinirdik. Çanta da taşımazdık ki. Kitap, defter, kalem, silgiyi ortaklaşa  kullanır dönerdik eve. Ödevleri de her gün birimizin evinde yapar, ağabeylerimize okuturduk. Annemin okuma yazması yoktu ama hep gülerdi bizi ders başında gördüğünde. Güneşte de karda da hep yanardı, o yüzden de dişleri hep daha parlak gelirdi gözüme. O gülünce içim ısınırdı. Gülmeyince bir şeylerin yolunda gitmediğini anlar, ben de somurturdum. Kardeşimse hiçbir şeyin farkında değildi, annemin eteklerinde oyunlar oynardı. Annem ıspanağı aklar, bükmeye bazlamaya koyardı, çok sevinirdik. Ama hiçbiri ananemin ara sıra yaptığı ıspanaklı döndürme böreği gibi olmazdı. Seyrek yaptığı için çok kıymetliydi belki de. "Çocuklar için yaptım ben"der, büyükler el uzatacak olursa ellerine vururdu. Çok mühim çocuklardık onun gözünde çünkü okula gidiyorduk, okuma-yazma biliyor, haytalık yapsak da köyün geleceğini biz inşa ediyorduk. Bilmiyorduk o zaman tabii bunları. Ananemin bakışlarından anlardık sevildiğimizi. Benim bakışlarımı da babaanneme benzetirlerdi hep. "Bir şey anlatıyor gibi" derlerdi, "büyümüş koca adam olmuş gibi bakıyor" derlerdi. Komşu köye gittiğimiz o gün arabadan inip yanımıza gelen şaşkın abla da aynı şeyi söylemişti. Yoldan çevirdi hatta bizi, fotoğraflarımızı çekti. Önce bir çekindim ondan ama baktım çok saf birine benziyor, hafiften güldüm ben de ona. Konuşmadım yalnız. Dilim tutulmuş gibiydi. Kardeşim yine gülüyordu. Eşeğin sırtındaki yükte yeni kuruyan tarhanamız vardı. Çok kıymetliydi. Annem bu ablaya da verdi ondan. Kıymetini bilmiş gibi sevindi abla, teşekkür etti. Adresimizi isteyince şaşırmıştık, meğer bizim fotoğraflarımızı gönderecekmiş. Birkaç ay sonra gelmişti de sarı bir zarfın içinde. Hala saklarım o fotoğrafı, ne zaman köyümü, annemi özlesem açar bakarım o fotoğrafa, burnuma kokusu gelir ananemin ıspanaklı döndürmesinin yanında delibaş kavunuyla..."

Fotoğraflara bakınca siz de hikayeler uydurur musunuz?
Ben çok yaparım :)
Buraya da bir tanesini yazmıştım hatta.
Devamını oku »

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Mini Tatil- Erdemli :)

Başlıkta "mini" yazmış olmam sizi yanıltmasın, kooocaman bir haftalık bir tatildi bizimkisi hem de Elif ile baş başa. Karabalık iş ve izin işlerini ayarlayamayınca, biz de atladık uçağa gittik anane yanına yazlığa, Mersin-Erdemli'ye.
Babası yokken ne yaparım, çok yorulur muyum diyordum ama sağ olsun annem gece nöbetlerinde çok yardımcı oldu. "Tatil" dediysem ben tabii ki dinlenemedim ama ailecek bol bol vakit geçirmiş olduk, deniz havası aldık, bunlar da yeterli.
Annem, teyzem, Eda, ben, Elif ve tatlışko yeğenim bir balık Ayça ile güzel bir hafta geçirdik. Ara ara kuzenler de eklenince tatilimiz çok neşeli oldu.
Tatilden minik notlar da yazayım, inşallah sonraki tatillerimizde dönüp okur faydalanırım bu yazıdan.
- Ana-kız olarak bir orta boy bavula sığdık. Aslında küçüğe de sığardık ama oradan neler alırım bilemediğim için tam dolu olmasa da orta boy valizle gittik geldik.
- Uçakta Elif kesinlikle uyumadı hatta içi bile geçmedi :)
- Giderken daha rahattık, rötarsız olarak gündüz vakti kitap okuyup bir şeyler kemirerek 1 saati tamamladık. Dönüş yolculuğumuz apayrı bir yazı konusu bile olurdu ama lafı uzatmış, olayı abartmış olmayayım, 2 saat son dakika rötarıyla gecenin bir vakti eve geldik ve Elif uçakta yine uyumadı :) Adana havalimanı oldukça küçük, birkaç uçak birden rötar yapınca oturup bekleyecek yeri zor buldum. Elif sağa sola doğal olarak koşturmak istiyorken neyse ki yanımıza çocuklu birileri oturdu. Sol tarafımızda 3 yaşında bir erkek çocuğu, sağ tarafımızda 5 yaşında bir kız çocuğu, karşımızda -pek konuşmasa da- 3 yaşında bir kız çocuğu ile 2 saati tamamladık. Oh çok şükür. İlk başta gecikmenin ne kadar olacağı da söylenmedi. 1 saatin sonunda açıklama yaptılar. Duruma hiç şaşırmadım, işin aslı kızmadım da sadece biraz yoruldum. Yanımızdaki 1minik paket balık krakerin bu kadar bereketli olup 4 çocuğa yetebileceğini öğrenmiş oldum mesela. (her biri yaşı kadar kraker istiyordu da :P ) Uçaktaki gecikmeyi görüp üzülmüştüm ama sonra şunu düşündüm: 1. her şerde vardır bir hayır, 2. geç olsun güç olmasın (atasözlerimiz boşa söylenmemiştir herhalde), 3. durumdan keyif almaya bak. Eve geldiğimizde 01.30du, yattığımda saat 02.30du, bayılmışım tabii ki.
- Elif, minik kuşum Ayça'yı (6 aylık) bayağı kıskandı. Benim kucağımdayken Ayça, Elif hırçın davrandı. İkisini kucağıma alıp sevdiğimde Ayça'yı itti. Bir de Ayça ne yerse -püre vs- Elif de istedi, verdik :) Severken de illa ki gözüne parmağını soktu. Ama bence ilerde süper kanka olurlar, neticede aralarında 1 yaş bile yok.
-Elif için birkaç farklı mayo almıştım. Koruyuculu olan mayosunu giydirdim daha çok, güneş kremi de çok fazla  sürmedim. Bizim sahil pek kumluk olmadığından kovasıyla pek oynayamadı ama yine de denizi çok sevdi.

- Kedi, köpek ve kuşun bol olduğu bir yerdi, her birine ayrı çığlıklarla tezahürat yaptı Elif de.
- Tantuni, kebap ve sıkma yedim; yaşasın. Şimdi yazarken fark ettim ki bici biciyi unutmuşum. Anneme söylesem dert olur, paketleyip göndermeye kalkar :)

Adana Kebap, pilavsız olur :)

Domates ezmesi nasıl desem? Bir harikaydı mmmm :)

Sıkmalar :)
- Birtakım projelerim için taş topladım. Boyamak için değil. Daha geçen seneki taşlarım duruyor öylece. Bu senekiler minik çakıl taşlarıydı. Sebebi bu yazıda saklı. Yapabilirsem onu da yazarım buraya.
- "Elif ve uyku" konu başlığını burada açmayayım ama kısaca Elifin pek az ve zorlukla uyuduğunu, sıklıkla uyandığını, benim genelde sersem dolaştığımı yazmadan da geçemem. Yok yapamam bunu :)
- Denizi çoooook ama çooooook özlemişim. Şu herkesin kafasının bir köşesindeki emeklilik hayali olan "sahil kasabası" fikrini neden önce yap(a)madığını sorgulamaya başladım. Aklıma "Balık Tutma Dersleri" kitabı geldi. Hani şu bildik hikaye, sandalında balık tutarken mutlu bir amca var, yanına bir iş adamı geliyor ve ona bol para kazanmanın yollarını anlatıyor. En sonunda balıkçı "peki sonra ne yapacağım" dediğinde "kendine minik bir sandal alıp keyifle balık tutarsın" diyor ve balıkçı da "e zaten ben onu şimdi yapıyorum" diyor ya... Bizimkisi cidden o hesap. Sandalda balık tut,mutlu yaşa ne oluyor sanki büyük şehirde trafik strestinde cebelleşiyorken, bilmiyorum ki...
Bu yazıyı yazmaya sabah başlamıştım, fırsat buldukça yazdım ve fark ettim ki bugün en az 5 kişiye "Sana Elif'in tatil fotoğraflarını göstermiş miydim?" diyerek kızımla çaktırmadan hasret giderdim :)
Bir de bu tatilde dikkatimi çeken şeylerden biri de benim "temizlik" anlayışım ile "genel" ahalinin temizlik anlayışının pek uymaması oldu. Havaalanında Elif yere oturdu, yeri elledi, milletin oturduğu yerlere tırmandı, sandalye başlarını yaladı ve sonra aynı elleriyle balık kraker yedi. Bu beni 1 gram rahatsız etmedi. Çevredeki anneler müdahale etmeye kalkınca ben onlara müdahale ettim, "bırakınız yapsınlar" diyerek. Çocuğu yeri ellediği her seferden sonra çocuğunun ellerini ıslak mendille silen anne gördüm. Eleştirmiyorum, demek ki yüreği var. Bir de olmazsa olmaz "ayyy daha çok küçük, kreşe mi gidiyor, kış için Allah güç versin çok hasta oluyor"cular vardı. Bu türü her alanda yetişebilen bir sebzeye benzetmek istesem sanırım bu, maydanoz olurdu :)
Bu tatil de böyle geçti, güzeldi, hoştu, eğlenceliydi, Ayçalıydı, anneliydi, denizliydi...
Çok şükür :)
Devamını oku »

14 Ağustos 2015 Cuma

Wave - BDK :)

Deniz karşımda olsaydı, ona doğru koşar ve ne yapacağını hiç düşünmeden ona sarılırdım. Bir müddet de öyle kalırdım.
Ankara'yı hala sevmiyor olmamda (13 yıldır) deniz eksikliğinin etkisi çok büyük. Oldukça çorak bir arazi ve yüzleri gülmeyen mesafeli insanlar da bu sevgisizliğimi arttırdı sanırım.
Yazın gelmesi demek benim için işin aslı denizi görmekten başka bir şey ifade etmiyor.
Yıllardır yapabildiğim tatiller sadece 5'er günlük olduğu için "yaşasın yaz geldi, tatile gidelim" havasında değilim. Hatta bugün iyice fark ettim ki ben "yaz insanı" değilim :)
Hayalimde güzel bir sonbahar havası var; dışarıda ince bir hırkalık serin hava, yürüyüş yapıp yine hülyalara dalmışım sonra da eve gelip bu hülyaları çalışma masama dökmüşüm. İçinde biraz sonbahar yaprakları biraz da yapmak istediklerim, baharat niyetine de yürüyüşte keşfettiklerim var.
Sonbahar bende çalışma ve üretme duygusu uyandırıyor. Yazın uzun ama verimsiz geçen günlerinin aksine sonbaharda bir huzur var sanki.
Bu yazının konusu sonbahar sevgim değil elbette, sonunda ve inşallah denize kavuşacak olmamız. 1 haftalık Mersin anane yazlığında konaklayıp, minik yeğenim Ayça balığını çokça mıncırıp denizi izlemek istiyorum. Denize ilişkin hayalimde "yüzmek" de yok. (tamam bir ara girerim de elbette) Ama önce denizle bir hasret gidereyim bakalım, 1 yılda neler yapmış, ben yokken neler neler olmuş oralarda :)
BDK'da Wave hakkında bir şeyler yazmıştım, okumak isteyen olursa buradan bakabilir. (Wave hakkında meğer önceden blogda da yazmışım :)
İçinde "deniz" geçen, benim şimdiye kadar okuduğum en güzel kitaptır kendisi. Denize olan özlemimi bu kitapla gideriyorum bile diyebilirim. İçinde yazı yok, ki böyle bir şeye gerek de yok. Çizen kişi Suzy Lee olunca (evet bir ara Suzy Lee'nin hayal dünyasıyla ilgili beyin kıvrımlarına dalma planı da yapmalıyım :)

Bizim yazlık hikayesini de inşallah dönüşte uzun uzun yazayım.
Geçen seneki hikayemiz de buradaymış, az önce okudum yeniden, son cümlede yer alan sözümüzü tutamamışız ama bu sene umarım ki bu sözü tutacağım(z), öyle değil mi kara balık :)

Devamını oku »

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Elif'in Kreş Günlüğü -3

Son yazıdan beri değişen şeyler oldu tabii ki.
"Ben kızımı geri istiyorum"dan sonraki gün kreşte kaldım ve uzaktan Elifi gözlemledim. Maşallah gayet de mutluydu. İçime su serpildi, keyfim yerine geldi.
Ertesi haftanın başında Elifin 2 yaşındaki iki çocuğu ısırdığını öğrendik. Bu da olabilir... Yarın Elif de ısırılabilir neticede.
Öğretmeni Elifin cesaretine hayran kaldığını kaydırak, salıncak, oyun alanı gibi şeylerde arkasına bakmadan her şeyi kendi yapmaya çalıştığını söyledi. O da güzel.
Kreşten beri normalde hiç yemediği muz ve domatesi yemeye, süt içmeye başladı. Şaşırdık. Öğretmeni "daha çok şaşıracaksınız" dedi :)
Ve geçen hafta hafif burun akıntısıyla başlayan ve yaklaşık 4 gün yoğun olarak ateşli geçen günlerden sonra anladım ki 16 aylık bir bebeği evde tek başına eylemek gittikçe zorlaşmış. Belki hasta olmasının da etkisiyle birkaç gün bir hayli zor geçti. Bu süreçte "ee çocuk büyütmek kolay değil" laflarını duyduk. Gülümsedim sadece ama inanın insan sadece "seni anlıyorum" cümlesini duymak istiyor o kadar. Geçici olduğunu ve durumumuza şükretmemiz gerektiğini biliyoruz zaten. Sadece o an, yani tam olarak "o an"larda, insan kendini yorgun, halsiz, uykusuz(belki çaresiz) hissettiğinde "seni anlıyorum", "çok yakında geçecek bu günler" cümlesi duymak kadar iç ferahlatıcı bir şey olamaz.
Elif son 1 aydır ciddi şekilde ağlama krizi, inatlaşma hareketleri gösteriyor. Kreşteki psikolog bunun gelişiminin bir parçası olduğunu söylüyor. Gerçekten bir sebep varsa önemseyin ama yoksa olayı sıradanlaştırın, dikkatini dağıtın diyor.
Kreş maşallah şimdilik iyi gidiyor. Doktoru, hemşiresi, psikologu ve öğretmeni bize güven veriyor, Elif de mutlulukla gidiyor kreşe.
İnşallah böyle devam eder.
Elifle daha az vakit geçirdiğim için üzüldüğüm zamanlarda aklıma "evde olsak, daha çok vakit geçirsek ama ben ona bu kadar sabırlı davranamasam" gibi zıt bir düşünce getiriyorum. Vicdan azabım oldukça hafifliyor.
Beni/bizi çok özlediğini görebiliyorum. Hatta dün iş yerinden biri "kreşe gitmesinin ve sizinle vakit geçirememesinin hüznünü ömür boyu yaşayacak" deyip kalbimin ortasına derin bir çizgi çekip yutkunmama sebep olsa da yaşadığımız olayın iyi taraflarına odaklanmaya ve bu durumdan keyif almaya çabalıyorum.
Kolay olmuyor ama deniyorum...

Bu şekil bir ağaç mı yoksa bir geyik mi :)



Devamını oku »

11 Ağustos 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi- 7

Mutluluk sebeplerim git gide artıyor, çok şükür.
Ya da aslında onlar hep önümde ama ben bakmayı değil görmeyi tercih ediyorum, kim bilir :)
Geçen cuma günü Elif'in kreşini ziyaret ettiğimden beri aklım çok daha rahat, inşallah böyle devam eder. Onu ayrıca kreş günlüğünde yazayım.
Cuma günü ayrıca bir şey daha oldu ki... Kendim için bir şey yaptım. Uzun zamandır ilk defa. "Manikür/pedikür" gibi bir şey ama değil yani "kızsal" bir faaliyet değil ama bu işlemi yaptıran insanların ne kadar rahatladıklarını ve mutlu olduklarını gördüğümden ve bildiğimden bu örneği verdim :)
Aslında tam olarak önemli olan "yaptığım şey" değil. Sadece onu akıl edebilmiş olmam(düşünce), yapmak için çaba sarf etmem (kararlılık) ve bunu yapmam (eylem). Kendimi formül yazıyor gibi hissettim. Birazdan da bir şeyler çıkartıp ekleyeceğim ve puf!
Bunda son zamanlarda çok fazla Roald Dahl okumuş olmamın ve harika formüller öğrenmiş olmamın etkisi var.
Roald Dahl ile ilgili Eylül ayı için aklımda şahane bir fikir var, içim nasıl desem... Dans ediyor ama öyle tango falan değil, bildiğin latin dansı. (yasemen, aklıma sen geldin ya, bak çok güldüm şimdi :)
Bu ara okuma hızım artmış gibi görünse de yok bana yine yetmiyor bu doz... sanki bünyem "esoşçum, dozu arttıralım" diyor.
İşyerinin bahçesinde şahane bir yer keşfettim, burası o günden beri "mutluluk sebebi" deyince aklıma gelen görüntü. Sanki canım sıkıldığında bir şeyler içip (bak hala formül yazıyorum, iksirler içiyorum) buradaki delikten aşağı gireceğim(düşmeyeceğim ama) ve harika bir keşfe çıkacağım gibi hissediyorum. Son zamanlarda Alice de okumadım ama :)

"Ağaçta delik yok ki" demeyin, aslında var :)
İşyerine çantamın haricinde "kitap çantası" ile geldiğim günler kendimi çok "havalı" hissediyorum. Kitaplarım benimle olunca çok daha iyi hissediyorum, elimde olsa işyerindeki masama mini kitaplık kurardım :) Sanki oraya iş yapmaya değil de kitap okumaya gidiyorum, hayale bak.
Geçen hafta Elif 4 gün kadar 40 derece ateşliydi, bu tabii ki "mutluluk sebebimiz" değildi ama "şükür sebebimiz"di. hasta olduğum zaman neden bilmiyorum, şükretme ihtiyacı hissediyorum. "Hastalığımız sadece bu kadar olsun, çok şükür" gibi. Bunu en çok kolikte hissetmiştim. Elif ağlar ben ağlarken hep şükretmiştim başımıza başka bir şey gelmediği için.
İçimi pır pır eden bir diğer olay da 2.matruşkasınının tekmelerini yiyen sevgili Kitana  Tekmeleri yiyor olmasından hoşlanıyor değilim elbette ama tekmeleri atan bıdıktan dolayı çok heyecanlıyım..Gelişmeleri heyecanla takipteyim, hani buraya da yazmış olayım sevgili kitana :)
Bir de bu ara kafamda dönüp duran tilkiler var.Onları da daha sonra yazayım :)


Devamını oku »

4 Ağustos 2015 Salı

Yıldızkız gibi "Özgür" Hissetmek

"Özgür olmak" ve "özgür "hissetmek"
Yıldızkız'ı okuduğumdan beri aklımda olan ifadeler (sorgulamalar)
Kitap yorumumu fark ettim ki kısa yazmışım, sanırım heyecandan.
Burada yazacaklarım ise kitabı okuduktan sonra kitabın bende bıraktığı izleri, düşünceleri.
İkinci kitabı bitirir bitirmez yorumumu yazdığım için ilk kitaptan bahsetmemişim, yazık.
İlk kitabın oldukça etkileyici taraflarını atlamışım.
Bunlardan bence en önemlisi "yıldızkız hissiyatı"
Hani nasıl desem...
Çevrendeki insanlar hakkında ne düşünür ya da ne konuşur acaba diye düşünmeden gerçekten içinden geldiği gibi davranabilmek.
Kişisel gelişim evresinin üst basamaklarından biri olsa gerek.
Hoşlandığı çocuk Leo bu "özgür" hallerden biraz utanıp sıkılmaya başlayınca Yıldızkız sevdiği çocuk için "Susan" olmaya karar verir. Herkes gibi etiketi olan markalı kıyafetler giyer, makyaj yapar ancak çoğunlukla omzunda gezdirdiği sıçanı (fare değil) Tarçın'ı evde bırakır. Yardıma ihtiyacı olan insanları görmezden gelir, alışveriş merkezinde küçük çocuklar bulup sevinsin diye yere düşürdüğü (attığı) bozuk paraları unutmaya başlar ve "sıradan" birine dönüşür.
Tabii ki bu da çözüm getirmez ve neyse ki kısa sürede tekrardan  "Yıldızkız" olur. Zaten Archie de onun bu halini sevmemişti, ben de hem kızmış hem de ağlamıştım.
Karakterlerin değişimleri beni hep çok etkiler. İyi de olsa kötü de olsa bu değişimin satır aralarını okumayı severim. Aklıma ilk olarak hala hakkında yazı yazamadığım Mucizeleri Saymak kitabındaki sosyal hizmetler uzmanı çocuk geldi. Adını hatırlayamadım şimdi ama o kadar kendime benzetmiştim ki uyuşukluğunu :) Neyse kitabın sonunda totosunu kaldırmaya başlamıştı. Oh be :)
Yıldızkız zaman zaman "azize mi olmak istiyorsun" sorularına maruz kalsa ve buna üzülse de aslında  onun tek yaptığı şey, kendi gibi olmak.
Archie'nin ofisinde olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir "iş yeri ofisi" var ve burada doğum günü olan insanlar için kart hazırlıyor.
Bulunduğu kasaba hakkında bu kadar çok bilgiye ise gazetede kimsenin okumadığı "ölüm ilanları/haberler" köşesinden ulaşıyor.
Biri yakınını kaybettiğinde ona çiçek gönderiyor ama asla hiçbir yere ismini yazmıyor. Hatta "neden yazayım ki?" diyor. "önemli olan onun mutlu olmuş olması  değil mi?"
Yazılan hiçbir satır, diyalog, anlatım yapmacık ya da uydurma gibi gelmiyor.
Bu kitabı okurken de sonrasında da "peki ben, ben ne yapıyorum" diye kendime sordum.
Çevremdeki insanları sebepli/sebepsiz mutlu etmeye çalışıyor muyum? Belki bazen.
Kendim için bunu yapıyor muyum? "Günün mutluluk sebepleri"ile biraz farkındalığım arttı denebilir.
Bu kitapla beraber "neden yapmıyorum ki" diye aklıma gelen bir şey hatta en önemli şey de gün doğumlarını kaçırmamak oldu. Bunun için daha sakin bir yere gitmeyi bekliyorum sanırım. Malum şu anki şehir hayatından değil gün doğumunu binaların yüksekliğinden güneşi göremeyeceğiz. Ama neyse ki gün batımını görebiliyorum. Aklıma yıllar önce Nemrutta izlediğim gün doğumu geliyor hep. Gecenin bir vakti titreyerek yaptığımız tırmanıştan sonra güneşin sanki üzerimize doğuşunu izlemiştik. Harikaydı. Bence enerjisi çok yüksek bir olay güneşin doğuşu. Batışta biraz hüzün de var ne de olsa ama onun da fotoğraf kalitesi için rengi harika oluyor.
Yıldızkız'ın toplamda 20 çakıltaşı ve bir adet mutluluk vagonu var. Vagonun içine mutlu oldukça bir taş koyuyor, mutsuzken de bir taşı vagondan çıkarıyor. Bu fikir çok hoşuma gitti. Kendime bir vagon yapmaya karar verdim. Bakalım yapabilirsem paylaşırım burada da.
Çok sevdiğim bir bölümden alıntı yapacaktım lakin tüm sayfa olunca fotoğrafını çektim, kolaya kaçmak böyle bir şey olsa gerek :)

Bir de insanlar için kart hazırlamak demişken sayılır mı bilmiyorum ama ben de son iki yıldır sevdiğim insanlara el yapımı kartlar gönderiyorum yılbaşında. Hatta bu sene için de çok heyecanlıyım daha Ağustosta olmamıza rağmen :)
Eskiden kendimi daha "özgür" hissederdim sanırım. Bir sorumluluğum yoktu belki de. İş hayatı, evlilik ve Elifli hayatta "ha" deyince yapamadığım şeyleri görebiliyorum. Belki önemli olan "yapabildiklerime" odaklanmaktır. Çok klasik bir laf ama doğrusu da bu değil mi? Avucumun içinde olmayan çikolatalar için ağladığımda elime ne geçiyor ki? (Bu örnek de tam yanımda olan m&m's pakedi için :)

Yıldızkız deyince aklıma biraz çakıl taşı biraz gün doğumu ve bolca mutluluk gelecek :)



Devamını oku »

2 Ağustos 2015 Pazar

Yıldızkız ve Yıldızlı Sevgi

Bazı kitaplara torpil yaptığımı hissediyorum.
Bu iki kitap da onlardan, okurken torpil yapmayı sevdiklerimden.
Bazı yerlerde daha yavaş bazı yerlerde de daha hızlı okuyup kitabı -bence- tam olarak içime sindirebildim. Banu yazdığından beri aklımdaydı ancak "baskısı olmayan" kitaplardan oldukları için birazcık peşlerine düşmem gerekti.
Kafamdaki üçlemeden sonra araya giren kitaplar beni çok da mutlu etmemişti,sanırım aradığım böyle bir tatmış.
Devam niteliğinde gibi dursalar da aslında bambaşka bir anlatımları var. Hatta neden bilmiyorum, üçüncü kitap beklentisine bile girdim.
İkinci kitabın anlatım dili daha çok hoşuma gitti çünkü Yıldızkız'ın bakış açısını birinci kitapta çokça merak etmiştim.
Kitabın konusundan da unutmazsam bahsedeyim ama öncelikle beni en çok etkileyen yerleri yazayım:
- Yıldızkız'ı "yıldızkız" yapan yani onun "kendisi" olmasına izin veren bir anne-babaya sahip olması. Babasının mühendisliği bırakıp "hep yapmak istediği bir iş olan" sütçülük yapmaya başlaması ve annesinin sahne kostümleri dikmesi bile bence harika. (Aklıma Clementine'in apartman görevlisi babası ve ressam annesi geldi :)
-Archie. Kumkurdu gibi... Böyle bir dost bir insanın hayatında kesinlikle olmalı.
- Dootsie: Kitaba neşe katan bazı yerlerde bana kahkaha attıran 6 yaşındaki küçük komşu kızı-kardeş
-Betty Lou ve bülbüller ve senede 1 kere açan -ismini unuttuğum-kaktüs
- Margie: çöreklerinin kokusu burnuma geldi. (Z.Cemali'nin Ballı Çörek Kafetaryası geçti gözümün önünden)
- Alvina: Neden bilmiyorum, siz de sormayın ama bana küçüklüğümü hatırlattı :)
- Charlie ve Grace: Büyük aşk... 6 yaşındayken aynı balığı istediklerinde tanışmışlar, ne tatlı bir hikaye.
- Huffelmeyer'lar: Keşke evlerini ben de görebilseydim.
- Tarçın: Bu harika sıçan ile burun burun yapmayı isterdim.
- Perry: İlk başta hiç sevmedim, sonra sever gibi oldum ama kitaptaki rolünü çok iyi oynamıştı, aklımda limonun çekirdeklerini Yıldızkız'a tükürüşü geldi.
- Leo? "EVET!" Kalp kalp kalp. Heyecan, merak,aşk.
-Gündönümü: Keşke ben de yapabilseydim dediğim ve bu kitabı benim için hep özel kılacak olan olay. Aklıma denizevinde güneş doğmadan önce denizi seyrettiğim zamanlar geldi.

İkinci kitabı henüz bitirdiğim için ondan daha çok etkilenmiş gibi olmayayım ama sanırım gerçek bu. İkinci kitap beni çok daha fazla etkiledi.
Birinci kitapta "yıldızkız" gizemdi, birden ortaya çıkıp ukulelesiyle şarkı söylüyor, o gün doğum günü olan kişiye doğum günü kartı gönderiyor, kaybeden takım için üzülüyor, çölde meditasyon yapıyordu.
Kendine "yıldızkız" diyen evde eğitim görmüş tatlı bir kızın "normal"dünyayı keşfinde aşık olma hikayesi diyebilir miyim bu hikayeye? Derim ama bu cümle çok eksik kalır.
Kitabı okurken aklıma Enginar Kalpler, Mucize Günlükleri kitapları geldi. İlkini neyse ki yazabilmiştim buraya ama ne yazık ki ikincisinden bahsedememiştim, çok etkilenmeme rağmen.
Bir kitap kişiyi nasıl etkiler diye hep düşünmüşümdür. Yani konusu güzeldir ama sana hitap etmeyebilir. Belki harika bir adı vardır ama sen hala 10. sayfadasındır (Yüzyıllık yalnızlık)
Bu kitap da benim için güzel bir tavsiye ve ardından ilk cümlesi ile "etkileyici" oldu.

Elifin güneş doğmadan önce uyandığı, bizi de uyandırdığı ve geri uyumadığı zamanlar geliyor aklıma. (mesela bu sabah :) Demek ki yavrumun bir bildiği varmış. "Uyanın, gökyüzüne bakın ve güneşin doğuşunu kaçırmayın" diyormuş, işte şimdi anladım :)

Çok sevdim ben Yıldızkız'ı.
*Berna, sana da sevgilerimi gönderiyorum :)
** Bir de acaba "Yıldızkız" İthaki Yayınlarından mı çıksaymış diye düşündüm, belki de Hayalperest'e daldım...
*** Kitap çizimimi de yapmadan yatmayayım yoksa rüyamda yıldızların arasında dolaşabilirim :)
Devamını oku »