Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




30 Aralık 2014 Salı

2015 dilekleri :)

Bu dilek işini çok seviyorum. Yazınca daha da iyi oluyor, derli toplu duruyor yoksa unutuluyor.
2013'te ve 2014'te neler dilemişim az önce okudum. 2013'ün içinde Elif hiç yok mesela, şimdi okuyunca tuhaf oldum, ne komik değil mi sanki Elif'ten önce bir hayatım yokmuş gibi... Şimdi hayatımda uyku, yemek, oyun, aktivite arada çamaşır, bulaşık :) Neyse ki hala kitap okuyabiliyorum. Elif'i ayağımda uyuttuğum zamanların en güzel avantajı bolca kitap okuyabilmekti,şimdi ondan mahrumum ne yapalım. Elif uyuduğunda ona tazecik yemekler hazırlamakla ya da burada çene çalmakla geçiyor vaktim. Kitap okuma hızımı bu ara yavaşlattım, bu konuda azıcık canım sıkkın ama olsun son idefix/babil siparişiyle kendime gelirim ben :)
1. Dilek sanırım sağlıktan başka bir şey olamaz. Herkese, tüm çevreme ve bize sağlıklı, huzurlu, mutlu, keyifli bir yıl olsun inşallah 2015. Klasik bir dilek ama bence işin özü bu :)
2. Lokum... Onu yanımıza geri alamayacağımızı biliyorum çünkü karabalık daha yeni yeni nefes alıyor, yavaştan ilaçlarını bıraktı, ona bunu yapamam. Kaldı ki Elif ve kıl/tüy işlerini bile beceremedik, Lokum bizim neyimize :/ Onu daha sık görmek istiyorum aslında ama görünce de çok üzülüyorum. Yeri çok rahat hatta bir eli yağda ötekisi balda ama yine de onu bıraktığımız için çok büyük suçluluk hissediyorum. Ve onunla ilgili ne zaman bir şeyler yazsam en kötü gözlerim doluyor :/ Neyse bu konuyu kapattım. Dileğim de; onun (bizden uzak olsa da) iyi ve mutlu olduğunu bilmek olsun...
3. Hayalimdeki iş deyip duruyorum da içini çok açmıyorum, onu fark ettim. hayalimdeki işin şöyle güzel bir tarafı var: Para kazanmıyorum :) Yani öyle bir derdim, telaşım yok :) Ocakta ne pişecek sorusunun cevabını da tamamen karabalığa bırakıyorum :) Detayları başka bir yazıya bırakacak olursam, deniz manzaralı, ferah, tahta basamaklı, içi dopdolu, çocuk neşesinin ve kahkahasının eksik olmadığı, Elif'in etrafta koşuştuğu 1 çocuk kütüphanesi harika olmaz mı :) Kitapçısı demiyorum yalnız, olmuşken kütüphane olsun :)
4. Elifle beraber çoook eğlenmeyi&öğrenmeyi umuyorum. Öğrenme kısmı daha çok bana ait bile olabilir, ne de olsa o yemeyi öğrenirken ben de ne pişireceğimi öğreniyorum :)
5. Teyzeee oluyoruuum (inşallah) Büyürken çok göremeyeceğim yeğenimi ama skype ile daha sık haberleşmeyi umuyorum. Ne de olsa "auntie'ler coolest" oluyor :) Annene söyeyemediğini teyzoşuna söylersin gibi :)
6. 30 yaşıma gireceğim inşallah... Çok mühim bir şey mi belki de değil ama 30'lu yaşlarımı merak ediyordum. Ve çok daha yaşlı olurum sanıyordum :) Annem hep söyler, insan hissettiği yaştadır diye. 30 hissetmek kötü bir şey değil ama ben sanırım bazen 25lerde bazense 40larında hissediyorum :) Hayat insanı olgunlaştırıyor diyelim.
7. Daha çok gezmek istiyorum. Tamam belki Avustralya bu sene için hayal olabilir ama daha çok gezmek için Elif'in büyümesini beklemek de çok doğru olmayacak. İnstagramda takip ettiğim "çocuklagezeriz" kullanıcı ismindeki Esra'yı takdir ediyorum, cidden keyifle geziyorlar.
8. Elif'in doğum günü konusu... Özel günlere pek önem vermem lakin doğum günlerini önemserim. Ancak 1. yaş günü için abartılı kutlama çocuk etraftan bihaber olacağından anne-babanın egosundan başka bir şey değilmiş gibi geliyor. (Etrafımdaki 1. yaş günü anneleri bana kızmayın olur mu :) Fikrimizi değiştirmezsek oldukça minik bir doğum günü planlıyoruz Elif için. Bana kalsa anne-baba-Elif de yeter ama anane ve babaanne şimdiden plan yapıyorlar gelmek için :) Temamızı açıklıyorum, hazır mısınız? Tema yok :) Aklımda rengarenk bir şeyler var, Elif de çilek kostümü giysin, ortaya da şöyle bir şey çıksın: "biz bu işi beceremedik, zaten uğraşmaya da üşendik, işte her şeyi topladık bakalım" partisi... Şaka bir yana, kardeşim şimdiden bir dolu hazırlık yapmış. İnanılmaz farklı iki kardeş olduğumuzu söylemiş miydim? (Büyük konuşmama hakkımı saklı tutuyorum burada...) (ve laf büyük konuşmaktan açılınca aklıma Damla'nın bana ithafen yazdığı yazı geldi, ilahi Damla :)
9. Hani şu aylaaardır niyetlenip de bir türlü gitmediğim spor var ya; işte ona başlayayım ve devam edebileyim, ne güzel olur.
10. Son iki haftadır çizim yapıyorum ya, anlatamam ne kadar zihnimi boşalttığımı. Mutluluk zaten cepte o an'larda. Elif uyuduğunda var olan tüm acil işlerimi fişek hızıyla yapıp masanın başına oturuyorum, boş sayfa ve kalemler resmen gülümsüyorlar bana... İşte bu aktiviteye devam edebilmek istiyorum. Ve yepyeni renklerde keçeli kalemler istiyorum,. (karabalık, burada sana seslendim :)
11. Bu yazıyı sanırım 3 hafta önce başlamıştım. Kaldığım yerden devam edecek olursam yine sağlık derim. Yavrularımız hasta olmasın derim, hastalara acil şifalar derim.
12. Blog resmen benim keyifli paylaşım alanım, burayı bir ara-hangi akla hizmetse- kapatayım diyordum ama şu an daha sık yazsam ne güzel olur, diyorum :)
Bol kahveli kitaplı kedili arkadaşlı gezmeli ve tabii ki Elifli, birlikli beraberlikli, en başta da sağlıklı bir yıl olsun hepimize...
Çizimim çok şekil yalnız :P





Devamını oku »

29 Aralık 2014 Pazartesi

Takas Kitap Etkinliği

2014 bitmeden aklımdaki etkinlik haberini yayınlamak istedim. Fikri ateşleyen Eda oldu aslında, ona da teşekkür edeyim buradan.
Bu etkinliği yine çekilişle yapmayı düşünüyorum (katılım olursa :)
Aklımda şöyle bir şey var:
Katılmak isteyenler öncelikle (en az 3) takas etmek isteyecekleri kitapları bir kenara ayırsın.
Sonra da bana 2balik1kedi@gmail.com adresinden ulaşsın ve desin ki "heyooo, ben de katılıyorum bu etkinliğe" :) 
Son tarih: 17 Ocak olsun.
Çekiliş sonunda eşleşenler birbirlerinden kitap seçsin.
Hatta ben 18 kitap ayırdığım için daha fazla kişiyle de eşleşebilirim, isteyen olursa. (çekiliş sonunda)
"Takas kitap"ın "hediye kitap"tan farkı elbette ki 2. el olması yani kitabın içinde bir dolu güzel anıya da tanıklık edebiliriz, fena mı?
Eğer ki eşleştiğimiz kişinin listesindeki hiçbir kitap ilgimizi çekmediyse o da bize sevgilerini gönderir, olmaz mı?

Benim listem şöyle: (*Muzaffer İzgü olan imzalı)

Bunu kitap sever blogların hepsi yapsa keşke; güzel bir değiş-tokuşa imkan tanımış oluruz sanki, ne dersiniz?
Umarım güzel bir etkinlik olur :)
Devamını oku »

25 Aralık 2014 Perşembe

Şükretmek...

Bir şeyler yazsam mı yazmasam mı ikilemde kaldım ama son anda taslaklara kaydetmezsem bu yazı da burada dursun.
Halbuki aklımda ne yazılar vardı, hepsi bir anda silindi.
Çok sevdiğim bir arkadaşımla mesajlaştık bugün, öyle çocuklar laylaylom vs.
Derken akşam üzeri bir haber geldi ki oğluyla minik bir ev kazası yaşamışlar. (minik değil belki ama ben minik olduğuna inanmak istiyorum.)
Bir anda kanım dondu, çekildi, nefes alamadım, oturdum ağladım, çok üzüldüm. Hiç soğukkanlı biri değilimdir zaten, ne yapacağımı bile bilemedim.
Tabii ki tüm bu an'ları kapsayan o mühim cümle geldi aklıma: "sağlıktan gerisi boş"
Sahiden de öyle değil mi?
Hızlıca düşündüm.
İlk elediğim para, ev, araba, kariyer, iş hayatı oldu. Bunlar bence terazide nokta bile değil.
Geriye günlük koşturmaca kaldı ve o an elimizde kalanlar hatta belki de yaşarken yani içindeyken gözümüzden kaçanlar.
Sağlık olunca zaten mutluluk, huzur, keyif, neşe, dostluk da beraberinde gelmiyor mu?
Sağlık olmayınca tüm her şey bir anda silinmiyor mu?
Tatlı miniğin de yarın doğum günü, upuzun sağlıklı ve mutlu yaşlar dilerim sana, sevdiklerin hep yanında olsun, Elifle güzel güzel oynayın.
Aklıma geldi de-ki aslında pek de çıkmıyor- şükredecek o kadar çok şey var ki...
Nefes almamız, sevdiklerimiz, sağlığımız, cıvıldayan kuşlar, yeşeren ağaçlar, tenceredeki yemek, gökteki bulut, suya düşen damla, okuduğumuz kitaplar, algılama gücümüz, hayatı yaşama arzumuz, tüylü kedimiz, yavrularımız... Bitiremedim bile.
Daha da yazamayacağım zaten, bu yazı da burada dursun.
Allah tüm bebişleri korusun. Amin.

* Bir de yazılarını çok sevdiğim Deli Anne'nin "Yaşama Sevinci" yazılarını okuyun derim.
Devamını oku »

24 Aralık 2014 Çarşamba

Anne(lik) Sohbetleri: Elif & Emre & Eren :)

İlk defa ama sahiden de ilk defa olarak bir anne kendi rızasıyla annelik sohbetlerine katılmak istedi hem de 2015 yılı dileği olarak. Ne kadar şaşırdım, sevindim, gurur duydum (kendimle) anlatamam. Yani bir anne kendi deneyimlerini benimle paylaşmak istiyor, vay be dedim. Derken Elifle tanıştık, yazıştık ve baktık ki biz zaten tanışıyormuşuz. Yani karşılıklı olarak öyle hissetmişiz :) "İyi ki blog yazıyorum" dedirten bir olay oldu bu güzel dilek benim için. Elif'in blogunda harika yazılar ve müthiş bir tecrübe var. Gerisi de annelik sohbetlerinde elbette :)

Uzun zamandır blog yazıyormuşsun ancak yolumuz yeni kesişti. Seni tanıdığıma çok mutlu oldum, yazılarını okumak bana büyük bir keyif verdi/veriyor. İlk sorum blog hakkında olacak o yüzden; “Ayın Aydınlık Yüzü” blogunu açmaya nasıl karar verdin, yazarken neler hissediyorsun? Ara ara eski yazılarını okuyup “iyi ki yazmışım bunları, ne de güzel anı oldu” diyor musun yoksa “amanııın bunları ben mi yazmışım” dediklerin de var mı :)
Blog dünyası ile tanışmam ilk gebeliğimde oldu. İnternette dolanırken Blogcuanne'ye denk geldim. Okumak çok hoşuma gitti. Doğal doğumu araştırıyordum galiba, emin değilim. Bir çırpıda bütün arşivini okudum. Sonra yeni bloglar keşfettim. Deli Anne ile başka bir boyuta geçtiğimi hissettim:) 
Oldum olası okumayı ve yazmayı çok severim. kelimeler ve kelimelerle yapılan şeyler yani okumak, yazmak ve konuşmak  hobi  değil, bir varoluş biçimi olarak var benim hayatımda. Blog yazma fikri hemen kalbimde yer ettiyse de oğlum 3 aylık olana dek başlayamadım. Teknik kısmından hiç anlamıyorum çünkü bilgisayarın. ''Link nasıl verilir'' sorusuna cevap bulmam bile epey zor oldu örneğin. Doğum izninde iken bir cesaret başladım.
 İsmini benim kült kitabım ''Mahrem'' den aldı blog. Eh, ne de olsa yazmak biraz da teşhirciliktir ve genellikle aydınlık yüzümüzü teşhir ederiz. Niyetim, ayın karanlık yüzünü de yazmak, gün ışığı görmemiş duygu ve düşüncelerimi de paylaşmaktı, gerçek bir günlük gibi, cesaret edemedim :)
 Büyük oğlum Emre 6 aylıkken blogspot kapatıldı , başlangıçta bu nedenle sonra da soğuduğum için 6 ay yazmadım. Sonrasında ise tam bir buçuk yıl yazmaya ara verdim çünkü hayatımın en sıkıntılı dönemecini yaşadım. Korkunç bir uykusuzluk, depresyon, umutsuzluk, işe dönme ve tez yazma (galiba en karanlık nokta bu oldu), eşimin başka bir ile tayini, bakıcı ile travmatik bir ayrılış ..2012 ocakta hepsi bitti, güneş doğdu, eşimin bulunduğu ile taşındım, bir yıllık bir ''kendini onarma ve keşif'' sürecinden sonra mart 2013 de tekrar yazmaya başladım.
Yazarken çok mutlu oluyorum, iyi hissediyorum, görselleri aramak, bulmak, yerleştirmek, imla hatalarını düzeltmek ve sonunda bir şey üretmiş olmak en büyük hazzım.
 Eski yazılarımı çok severek, tekrar tekrar okuyorum. Birkaç tane favorim var, onları yazdığım için kendimle gurur duyuyorum. Keşke yazmasaydım dediğim yazım yok ama sildiğim bir yazı oldu, bazı yanlış anlaşılmalardan dolayı.

Annelik maceraların nasıl başladı? Ve hemen burada sormam lazım, ikinci çocuğa karar vermek zor oldu mu?
 İlk gebeliğimde 21. haftaya kadar gebe olduğumu, anne olacağımı bir türlü hissedememiştim. O hafta Hakan Çoker'in Doğal Doğum kursuna gittik eşimle birlikte. Yaptığımız en iyi şeylerden biriydi. İçimde bir bebek olduğunu ilk kez orada, tam olarak anladım hatta bebeğin doğumunu, kucağıma verildiğini hayal ettiğimiz noktada ağladım. Kurs bende büyük bir farkındalık yarattı, gebeliğin ve doğumun ticari kaygılarla ''hastalık'' gibi algılatıldığını, anne adaylarının daimi bir korku ve endişe içinde tutulduğunu, doğumun doktor değil ebe işi olduğunu, hastane doğumlarındaki yanlış uygulamalarla nasıl da kadınlık ve annelikten soğutulduğumuzu ve daha bir çok şeyi kursta keşfettim. 
 Oğlumu mümkün olduğunca bu sisteme kurban etmemek azmi ve kararı ile annelik maceram başlamış oldu.
 İkinci çocuğa karar vermek benim için zor olmadı çünkü en başından tek çocukla kalmayacağımı biliyordum.  35 yaşından sonra bir çok şey daha da zorlaşacaktı çok düşünmeden ikinciye hamile kaldım, ilk oğlum tam olarak 2.5 yaşında iken. 



Sence “kardeş şart”mı?  
 Bu tip cümlelere karşıyım. Şart veya şart değil demek kimin haddine. Her anne, baba, aile, çocuk birbirinden o kadar farklı, o kadar kendine özgü iken benim için iyi olanın başkası için de iyi olacağını varsaymak en hafif tabirle cahillik.
İkinci çocuğu istememde önemli nedenlerden biri içgüdülerimle bunu istiyor olmak ve eşimin de aynı şekilde düşünmesidir. Çok önemli diğer bir neden ise bir evin içinde tek çocuk olmasındansa iki ya da daha fazla çocuk olmasının herkesi için daha kolay olduğunu düşünmemdir. Çünkü çok yalnızız hepimiz. Ailelerimizden uzaktayız. Akrabalarmızı ise neredeyse unutacak kadar az görüyoruz. Aynı avluda en az 5-6 çocuğun oynadığı bir yaşam tarzından , 80 metrekare betondan bir kutunun içinde, yorgun ve tükenmiş ebeveynlerin olduğu, ekranlara ve AVM'lere mahkum bir yaşam tarzına geçiş yaptık. Komşuluk kavramı bitti. Çat kapı birine gitmek imkansız. Bu yaşam tarzı içinde çocuğumun oynayabileceği en azından bir çocuk daha olsun istedim açıkçası.
Bir çocuk daha doğurmak istiyor muyum sorusunun cevabı kadının gebelere bakışlarında gizlidir diye düşünüyorum. Hamile birini gördüğünüzde içiniz kıpırdıyorsa doğurun gitsin :)

Sizin evde kardeş kavgaları oluyor mu ya da kıskançlıklar?
Emre 4.5 , Eren 1.5 yaşında. Kavga etmiyorlar henüz ama ikisinin birden kucak istediği anlar oluyor. Abisi büyüklük avantajını kullanarak kucağıma atlarken, küçüğümün paytak paytak adımları ve acıklı bakışları ile içimi sızlattığını söylemeliyim.
 Canı çok sıkkın değilse büyük oğlum kardeşine anlayış gösteriyor, kucak sırasını ona veriyor. Ağladığı zaman türlü şebekliklerle onu güldürmeye çalışıyor. Arkadaşlarına ''kardeşim'' değil ''bebeğimiz'' olarak bahsediyor . Genel olarak sevgi dolu Eren'e karşı.
İlk yıl iyi bir bakıcı/ yardımcımızın olması hayatımızı kurtardı. Bebek karnı doyduğu, uyutulduğu sürece mutlu çünkü. Biz bütün boş vakitlerimizi abi ile geçirdik. Çok değişen bir şey olmadı hayatında. Destek bulamayacak annelere, asla 4 yaştan daha az ara ile çocuk doğurmalarını önermem. Büyük çocuğun ebeveyn ile çok rahat iletişim kuran, kendi başına yemek yiyen, uyuyan , oyalanan seviyeye gelmiş olması lazım.

Doğum hikayelerini anlatabilir misin?
 İki gebeliğim de çok mutlu, çok rahat geçti. Ne midem bulandı, ne kustum, ne oram buram ağrıdı. Kendimi tanrıça gibi hissederek, son güne kadar aktif, dinamik, keyifli gebelikler geçirdim. 
İlk gebelikte, doğal doğum kursunun etkisiyle rahatça bekledim 40 haftanın dolmasını. Asla 38-39'da doğsun diyenlere itibar etmedim. 37. haftada galiba, Çapa'da 4400 gr ölçmüşlerdi kilosunu ve ''Asla normal doğurmayı düşünme'' demişlerdi. Canım sıkılsa da bekledim. Ebemiz vardı ,Asude Oflaz. Onunla konuşarak, çalışarak huzurla geçirdim son günlerimi. 40+ 1 de nişanım geldi. Hastaneye gitmedim. 3 gün geçti, kasılmalar istenen boyuta gelmedi bir türlü. Son gece sabaha kadar pilates topunun üstünde oturdum. Dakika tuttum. Doktorumla kursta tanışmıştım, güveniyordum, ebeme de. İkisinin de ortak kararı ile sezaryen oldum. 
İkinci gebeliğimde amniyotik bant şüphesi vardı. 12. haftadan doğum yaptığım 38. haftaya kadar ara ara paranoyalara kapıldım. Daha sıkıntılı hissettim ilkine göre. Eşim de ben de tıp doktoruyuz, SSVD kesinlikle mümkün biliyoruz ama o süreci kaldıramayacağımız da biliyoruz. Yine de kasılmalarım başlamadan kesinlikle sezaryene girmemeye kararlıydım hatta doktordan köşe bucak kaçtık eşimle :) 37+5 te düzenli kasılmalarım başlayınca sezaryen oldum.


İlk günlerde zorlandın mı, yanında birileri var mıydı?
İki doğumumda da sadece ilk 15 gün evde birileri vardı. 15. günden sonra eşimle yalnızdık. İlkinde kolaydı, Emre sakin, gazsız bir bebekti ama Eren'le çok sıkıntılı bir 3 ayımız oldu. Gece gündüz uyumayan, zor bir bebekti. 40 günlükken annemlere gittim ve 20 gün kadar kaldım, döner dönmez de bakıcı bulduk. Yoksa çok zordu idare etmem.

Bodrumda yaşıyorsunuz, bu güzel bir şey sanırım değil mi? Bodrum’da çocuk büyütmek büyük şehirlere göre daha mı kolay?
 Bodrum'a taşınmamız planlı değildi, rastlantı eseri geldik. Büyük şehirlere göre çok ama çok daha kolay çocuk büyütmek. Trafikte vakit harcamak yok, 100 tane çocuğun salıncak sırası beklediği bir parka gitmek için bütün gününü harcamak yok, denizi ve havası harika. Ilıman bir iklim, insanı huzurla dolduran harika bir hava var. Bir çok ''sürüden ayrılmış'' insan için bir çekim merkezi Bodrum. Dolayısı ile yoga, meditasyon, alternatif tıp ve şifa ile ilgilenen çok insan var burada. 
 Bodrum'un şaşalı gece hayatı, barları vs bizim için anlam taşımıyor, o taraklarda hiç bezimiz yok. Yazları çok kalabalık, zor bir şehre dönüşüyor. Bir de burada aile olarak yaşayacaksanız, kira, taksitler, krediler ve kredi kartları ödemelerini yaptıktan sonra elinizde en az 3000-4000 lira para kalmalı. Pahalı bir bölge.


Blogunu okurken annelik hakkında çok güzel yazılarına denk geldim,bazılarında serzenişler de vardı :) Ben de zaman zaman bloga yazıyorum annelik hakında, günlük işler hakkında. Sen de yazdıkça/paylaştıkça rahatlayanlardan mısın?
Kesinlikle yazmak ve paylaşmak bana çok iyi geliyor. Yazarken düşüncelerimi sıraya sokmuş oluyorum. Böylece kafamın içinde çağıl çağıl çağlayan, fokur fokur kaynayan  çağrışım seli duruluyor, yazarken bazı düşüncelerimin ne kadar yersiz olduğunu fark ediyorum, kendimi yargılıyorum, süzüyorum. Ben teorik bir insanım, pratikte çuvallıyorum, hep dağınık bir zihinle yaşamaktan yoruluyorum; yazmak hepsinin ilacı.

Kendine vakit ayırabildiğin an’larda, “your time”larda neler yapıyorsun? Öncesinde plan yapsan bile bazen kafası karışabiliyor insanın :)
Tek başıma sinemaya gitmeyi çok seviyorum. Kitapçılarda dolaşmak, kahve keyfi yapmak, vitrinlere bakmak gibi şeyler yapıyorum dışarı çıkabilmişsem.
Evdeysem ve çocuklar uyumuşsa kesinlikle ev işi yapmamak gibi bir kuralım var:) Hemen sıcak bir içecek alıp kitabıma dalarım, Evim dergisini karıştırırım, beğendiğim resimleri kesip düş defterime koyarım. Çok sevdiğim bir- iki dizi var , onları tekrar tekrar izlerim internetten. Film seyretmeye çalışırız eşimle ama ya teknik sorunlar çıkar ya da ortak zevkimize uygun film bulamayız, o nedenle nadiren birlikte izleyebiliyoruz. Kış geldi ve evde şömine var, onu yakıp battaniye altında komik bir şeyler izlemek de çok keyif verici.
Bakımlı olabilen o süper kadınlardan değilim, kuaföre nadiren gidiyorum ama düzenli olarak masaja gitmek gibi bir hayalim var :)
 
Bu fotoğrafa ba-yıl-dım :)
Çocuklarla beraberken en çok hangi aktivileri yapıyorsunuz? Kitap okumayı çok sevdiğinizi de kuşlar söyledi hatta BDK sizin de favorinizmiş :)
Bu soruya şöyle cevap vermek isterdim: Haftanın her günü için planımız var, kutu oyunları, yap boz, boyama, lego, dışarda yapılan etkinlikler ve bilimsel deneyler için birer gün ayırdık :)
 Şaka , şaka :) Tamamen kafamıza göre takılıyoruz. Ev-okul yapan anneler var, karbonatla yanardağ yapanlar vs, saçları daim fönlü, tırnakları yapılı anneler gibi onların da önünde saygı ve hayranlıkla eğiliyorum. Çalışıyor olmakla ilgili değil, evde de olsam aynı olurdu.
 Günün gidişatını, ne kadar uyuyabildiğim ve kendimi enerjik hissedip hissetmediğim belirliyor. Dışarda olmak daha kolay ve hem çocuklar yoruldukları ve sıkılmadıkları için hem de bana iyi geldiği için seviyorum. Arabacılık oynamayı gayet iyi beceriyorum. Yap-boz, boyama, resim gibi faaliyetler çok ilgisini çekmiyor büyük oğlumun. Bilgisayarı kaldırdık, bir ara fena derecede bağımlı olmuştu, Televizyonda minika çocuk ve trt çocuğa takılıyor . Babayla tamir işleri yapmak , benimle kitap okumak favorisi.

Bakıcı konusunda şanssızlıklar yaşamışsınız sanırım. O konu başlı başına bir annelik sohbeti eder sanırım. Sen, bakıcı adaylarıyla görüşürken nelere dikkat ediyorsun? Genç/ Yaşlı, tecrübeli/ oyuncu, sevecen/ disiplinli…aradığın kriterler neler?
Şu anda dördüncü bakıcımızla birlikteyiz. Beş yılda, İstanbul, Urfa, Bodrum olmak üzere üç şehirde toplam dört bakıcı iyi bir rakam. İçgüdülerime güveniyorum daha çok, nasıl bir his verdiğine. Her özelliğin artıları ve eksileri var. İdeali 40 yaş civarında, çocuklarını büyütmüş, eşi olmayan biri :) 
Anne olarak çok müdahaleci değilim, ne yedi ne içti fazla kurcalamam. Sevecen olması, katı olmaması tek şartım. 

Bir günün nasıl geçiyor? Sanırım çalışan bir anne olduğun için zamanı dolu dolu geçiriyorsundur?
Yedi civarında ayaktayız. Keyfim yerindeyse kahvaltı hazırlıyorum küçüğüm yanımda dolanırken. Sekiz gibi ablamız geliyor. Sekiz buçukta evden çıkmaya çalışıyorum. Büyük oğlumu kreşe bırakıp dokuz olmadan işte oluyorum (küçük yerde yaşamanın en güzel tarafı).
 Kendime vakit ayırabildiğim, arada sırada bir şeyler okuyabildiğim bir işim olduğu için çok mutluyum. Beş-Altı gibi çıkıyorum, oğlumu okuldan alıp , gerekiyorsa markete vs uğrayıp eve gidiyorum. Sonrası akşam telaşı. Yemek, oyun, uyku ve derin bir ohhhh..


Uyku konusunda yazdıklarını tebessümle okudum, “ah ahh” dedim tabii arada, sahi nedir bu bebeklerde yaşanan uykuya geçememe/direnme hali, çözebilmiş miydiniz?
Tebessümle okuduysan ne mutlu sana:) Hani Erkan Yolaç'ın ''Evet- Hayır'' diye bir yarışması vardı, ''Asla ve asla o iki sözcüğü kullanmayacaksınız'' derdi, hatırlar mısın? ''Uyku'' kelimesi benim için o 'asla kullanılmayacak kelime' olmuştu,  hatta ikinci çocuğumu sırf  ''Birincide yaşadığım uyku sorununu yaşamazsam hayatım nasıl olurdu'' sorusuna cevap bulmak için yapmış olabilirim . Bu arada küçüğüm de uykuya zor geçiyor,16 aylık ve hala 1-2 kez uyanıyor ama ben farklıyım. Yaklaşık üç aydır gece emzirmiyorum ve baba ile aynı odada uyuyorlar :)
Aslında mesele çok basit, bebekler özellikle ilk 18 ay şartlı refleks mekanizması ile çalışıyorlar. Hep aynı şekilde, aynı şartları oluşturarak uyutursan çocuk otomatik olarak o alışkanlığı kazanıyor. Tracy, Ferber, Kim West okudum, bir uyku danışmanı ve pedagog desteği aldım. Büyük oğlum 3.5 yaşından sonra kendi kendine uyumaya başladı, bu sabah 8 buçukta ben uyandırdım, küçük oğlumda ise aynı çuvallama durumu devam ediyor. Benim için başka şeyler sorun, uyku bunun ifade yolu belki de, bilemiyorum.

Anne adaylarına ve benim gibi acemi annelere neler tavsiye edersin?
 Süper soru! Milletçe en sevdiğimiz iş akıl vermek ne de olsa:)
 Anne adaylarına tavsiyelerim: Sevgili gebeler, insan kızları Havva'dan beri gebe kalır ve doğurur, dünyanın ilk gebesi siz değilsiniz, sakin olun. Gebe olmak hastalık değildir, doktorunuzu bunaltmayın,  test, ultrason sonuçlarına kafayı takmayın, bebeğin şekilsiz şemalsiz hallerini görmek için zırt-pırt ultrasona girmeyin, ''dans etsem / bir kadeh şarap içsem / bir tanecik ağrı kesici içsem bebeğime bir şey olur mu'' diye kendinizi yormayın. Aileye bir bebek katılması hem duygusal hem fiziksel olarak ciddi bir travmadır, hazırlanın. İPC'nin çok güzel , faydalı kursları var bebeğe hazırlıkla ilgili.Hangi bebek arabasını alsam diye 9 ayınızı heder edip, belki de 3-5 kez kullanacağınız bir  bebek arabasına iki milyar vermektense paranızı ve zamanınızı buna ayırın, Baba adaylarına da iki çift lafım var; saçımı koyu kumral mı yapsam soğan kabuğu mu diye günlerce dertlenen eşiniz en az altı ay saçını taramayacak, ekşi ekşi kokacak, dizi çıkmış pijamalarla ve memelerini 50 yaşında kadın memesi gibi gösteren emzirme sütyenleri ile gezecek, olur olmaz ağlayıp,size atarlanacak. Hazır mısınız?  Şu cümleleri ezberleyin : ''Burdayım canım, yanındayım. Sana ne iyi gelir? Senin için ne yapabilirim? Annelik sana çok yakıştı.'' Asla ve kat'a şu üç cümleyi söylemeyin:
''Benim annem üç çocuk büyüttü,hem de çamaşır -bulaşık makinesi yokken''
 ''Neden bu kadar abartıyorsun ?''
 ''Biraz kendine bakmanın zamanı gelmedi mi?''
 İlk 1 yıl : İyi uyumayan bebekleriniz varsa önceliğiniz onlara uyumayı öğretmek olsun. Kendinizi tanıyın, uyku eğitimi işini beceremeyeceğinizi hissediyorsanız mutlaka yardım alın, Aysun Bal Ömeroğlu'nu şiddetle tavsiye ederim. 
İlk üç yıl ''süper anne'' sendromuna yakalanmayın, eşinizle mutlaka işbirliği içinde olun. Evliliğiniz ciddi bir sarsıntı geçirecek, çift olarak bunu bilin ve mutlaka bahsettiğim türden bir kursa katılın, hele ki eşiniz klasik  Türk erkeği ise. Kayınvalidenizi arada dinleyin. Yenidoğana şekerli su vermek gibi çıldırtıcı hareketlerde kibarca reddetmeyi öğrenin. Alabildiğiniz tüm yardımı alın. Bebeği babaya bırakmaktan korkmayın, tepesinde dikilip ''şöyle tut, böyle yap, düşüreceksin ''  diyip adamı çocuktan soğutmayın. Baba kişisi sizin sigortanız, bir saat bebeksiz AVM gezmenin, bir fincan sıcak çay içmenin tek yolu baba ile işbirliğinden geçiyor.
 1-2 yaş arası ; Biliyorum çok yorgunsunuz. Kontrol delisi olmayın. Yere düşmüş bir şeyi alsın ,taşın toprağın tadına baksın, korkmayın. Yeleksiz, hırkasız, şapkasız çıksın bir şey olmaz. Sırtına bez filan koymayın, polar tulumlarla çocuğa isilik döktürmeyin. Ateş, öksürük, hapşırık genellikle dişle ilgili, panik yapmayın. Beşte uyanıyor olabilir, geçecek, korkmayın. Her fırsatta dinlenin. Eşin, dostun, annenizin, yengenizin kınamasına, bilmiş tavırlarına kafanızı yormayın. Geçecek, her şey unutulacak.
Sonrası için ben tavsiye alayım, benden bu kadar:)


Bana göre bir hayli tecrübelisin. “Keşke yapmasaydım” ya da “İyi ki yapmışım” dediğin neler var? Öncesinde “asla yapmam” deyip de yaptığın şeyler oldu mu?
Uyku konusunda kendimi çok hırpaladım ilk oğlumda. ''Neden uyumuyor, ne yapsam, uyku eğitimi versem mi, nasıl versem'' sorularıyla geçerdi gecelerim. Keşke yapmasaydım. Bu kadar dert etmeseydim. Gece beslenmesini keşke 1 yaş civarında kesseydim . 
Asla yapmam dediğim bir şey yoktu, esnek olmak zorunda kalacağımı biliyordum. İlk 1-2 yıl tatlı yemesin diye uğraştım, arada kaçamakları oldu. 2-3 arası çok dondurma yedi oğlum, keşke daha kararlı olsaydım yedirmeme konusunda.
Genel olarak daha kurallı, disiplinli bir anne olmayı isterdim. Sınırlarım aşırı geniş ve çokça gevşek, Çocuklar  sınırları, kuralları olan bir günlük düzen içinde çok daha mutlu, anneler de öyle. Büyük oğluma 3 yaşına kadar sesimi bile yükseltmedim, şimdi telafi ediyorum :)

Sence anne kime denir? 2 Tane çocuğun olunca içinde 2 kalp daha var mıdır acaba :)
 Anne olmak.. ''Birey olmak'' ve ''yaşamak'' gibi iki temel mevzuda daima sınıfta kalan ve kalacak olan Doğu coğrafyasında kutsallaştırılmış, dokunulmazlık kazanmış çok karmaşık bir duygu durumu. Bu karmaşada sakin kalabilen, kendini ve dengeyi bulmaya çalışan kişiye anne denir :)
 Kalbim çok ama çok büyüdü anne olunca, üç oda bir salon oldu. Salonda çocuklarım at koşturuyor, odaların birinde kendim, birinde eşim, birinde ise meçhul bir kadın oturuyor :)

Hazır yeni yıl gelmişken, 2015 için dileklerini de öğrenebilir miyim?
Hepsinden önce sağlık. Sonra keyifli anlar, para, neşe, mutluluk.
Dünyamız için daha az toksik atık, daha bilinçli tüketiciler, daha az kapitalizm diliyorum.


Sevgili Elif,
Tatlı ve içten sohbetin için ne kadar teşekkür etsem az. Bazen anneler soruların cevaplarını gönderdiğinde o kadar hızlıca okuyorum ki burada yayınlamayı unutabiliyorum. (hani ben nasılsa okudum ya :) Ama senin yazdıklarını en acelesinden yayınlamak istedim, neden bilmiyorum. (Diğer anneler umarım alınmaz) Tavsiyelerin ve tecrübelerin bence çok kıymetli. Oğulların maşallah çok tatlı, müsadenle yanaklarından öperim. 
O kadar güzel bir noktaya değinmişsin ki bana göre. Çocuklarımızı aktivite delisi mi yapıyoruz diye düşünmeden edemiyor insan. Bilmem neresini geliştirecek bir oyuncağı almazsak suçlu hissediyoruz. Hepimiz minik Eisntein'lar mı yetiştirmek istiyoruz, bilmiyorum ki :) Sanırım burada da orta yolu bulup biraz eğlenmeli biraz serbest bırakmalı bir şeyler yapmalıyız.
İyi ki yolumuz kesişmiş, ayın aydınlık yüzü :)
Devamını oku »

23 Aralık 2014 Salı

Çiz (ebil) mek ve 1 "Nokta" :)

Resim yapmak/yapabilmek konusunda yazacak o kadar çok şeyim var ki.
En en en başa gidecek olursam ilk okul yıllarındaki resim öğretmenimiz Müge Süel'i buradan selamlamadan geçemem. Hatta bence içimdeki resim aşkının tohumunu ektiği için kendisine kocaman sevgilerimi gönderebilirim. Bir resim yarışması vardı ve katılmak isteyenleri bahçeye çıkarmıştı, önümüze de bolca kalem ve beyaz kağıt koymuştu. Çizdiğim resimle ilgili tek hatırladığım şey insanın yüzündeki renkli katmanlardı :) "Bir insan böyle olabilir mi?" diye sormuştum, Müge Öğretmen de "Sen çizersen, olur" demişti. Tam burada insanın aklına "Nokta" ve "Mış gibi" kitapları geliyor. Henüz buraya yazmadım ama sevgili Ayşe pek güzel anlatmış, kitapların konusunu merak ederseniz buradan okuyabilirsiniz. (Bu arada o yarışmada 3. olup Redhouse'dan sözlük kazanmıştım, hala duruyor.) Niye boya kalemleri vermemişler ki, bak şimdi geldi aklıma :) "Sen iyi resim yapıyorsun, güzel de İngilizcen nasıl acaba? Al sen biraz sözlük çalış" mı demişler bana? Çok kötüyüm değil mi :)

Kendimi bildim bileli hep bir şeyler çizdim. Çizdim derken de "kendi halimde" kısmını eklemezsem olmaz. Daha önceki yıllarda çizdiklerimden pek azı kalmış bana. Onlar arasından buraya koyabileceğim bir şey seçemedim. Kötü olduklarından değil de çok karamsar olduklarından. Kendimi iyi hissettiğimde çizmemişim sanırım :) Son 2-3 yıldan bulduklarım da şöyle:





Analiz yapabilenler varsa yorum kısmına beklerim. Bana soruyorsanız kafam yine karışıkmış derim.
Geçen günkü yazımda hani süper bir şeyler bulduğumdan bahsetmiştim. Sahiden de o gün hava çok kapalıydı, soğuktu ve ben kendimi çok yorgun hissediyordum. Canım ne kitap okumak ne de bilgisayarı açmak istedi. Elimde kahve etrafa boş boş baksam daha iyi diye düşünürken "Neden bir şeyler üretmiyorum ki?" dedim. Kafamda 5000 waltluk bir ampül yandı ve kendimi boya kalemlerimle masada buldum. Nereden başlasam, ne yapsam derken de sayfalar birbirini kovaladı. Kimini çok sevdim, kimine de çizdikten sonra dudak büktüm. Sadece o güne özel bir şey miydi acaba derkeeeen fark ettim ki benim en büyük eğlencem çizmek olmuş; yaşasııın :)
Şu an Elif uyusa, uyuduktan sonra hemmen çamaşır-yemek-tuvalet-acil iş ne varsa hallet'ten sonra elimde kahve masanın başına oturuyorum. Bir heyecan bende :) Yaptıklarımdan da burada paylaşmak için seçtim ve hatta üşenmeyip boya kalemlerim, faydalandığım kitaplar, çizimlerim tüm hepsini Nikon ile çektim. Büyük mutluluk kaynağı bunlar benim için.
*Kitaplar demişken, Berger'in Görme Biçimleri kitabını okumayanlara çokça tavsiye ederim.


Kendimde eksik gördüğüm şeyler:
- Sabrım az, hemen çizeyim, bitireyim istiyorum.
- "Nokta" kitabından sonra nokta yapmaya başladım ve nokta yapmanın hem zor hem de sabır geliştirici olduğuna karar verdim.
- Perspektif duygum sıfır. Hatta öyle bir şeyin varlığından bile haberim yokmuş. Dünyayı nasıl algılıyorsam artık :)
- Bir şeyin simetriğini çizemiyorum. Yani mesela kulak yaptıysam sağ tarafa sol tarafın kulağı illa ki eğreti oluyor. Neden acaba?
- Bakmadan çizdiğimde daha rahatım, özgürüm ancak o çizimlerde ne çizdiğimi anlatabilmek için ok yapıp "işte bu da fil" demem gerekebiliyor :) Şimdilik bakarak çizmeye çalışıyorum.
- Boya kalemlerimi çok ama çok seviyorum, bazen onları yemekten korkuyorum :)


Hayvanları konuşturmayı seviyorum ve onlara hikaye yazmayı da. Çizdiklerim arasında en en en çok şunu beğendim mesela. Hemen yavrum gibi oldular :)

Diğerlerini de ekleyeyim de tam olsun bari :)
Her şey bu çizimle başladı bu arada :)


Ah Elif Ah :)

O gün evde karnabahar vardı da, çok mu anlaşılıyor :)

Bu gemiyi de çok sevdim kiiii

"Nokta"dan aklıma gelenler...

Bu kadar noktayı sabırla yaptım, tebrik ediyorum kendimi :)
Sevdiğim çizerlerden de bahsedeyim, yoksa bu yazı eksik kalmış olur :)
Semracan'ın karikatürlerini çok beğeniyorum.
Yabancı çizerlerden Wave abla-Suzy Lee ve Shaun Tan(O Kızıl Ağaç'ı da buraya eklemem lazım.)
Türkiyeden, kalbimde ayrı bir yeri olan Ayşe İnan Alican, detay çizimine hayran olduğum Başak Günaçan, "Bir insanın nasıl böyle bir hayal gücü olabilir" dediğim Beyhan İslam, Bilim Çocuk'u bir zamanlar alma sebebim: Pino, Bengi Gençer, Usta'dan ayrı düşünemediğim Ezgi Keleş, Araştırmacı Çocuk dergisinin eğlenceli yüzü Anıl Tortop, yaratıcılığını takdir ettiğim Gökçe Yavaş, ŞuŞu veee tabii ki haaarika eğlenceli çizimleriyle Özlem var :) * Unuttuğum olduysa affola...

Amacım harika bir çizer olmak değil bu arada. Sadece üretmek, keyif almak, bambaşka açılardan hayata bakmak, zihnimi boşaltmak, eğlenmek ve bolca nokta koymak :)

Kısacası ben bu ara Yeni Yıl kartlarını hazırlarkenki üretim halime geri döndüm. Tabii ki Elif uyuduğunda öyle 2-3 saat aralıksız uyuyan bir bebek olmadığından (gündüzleri hiç olmadı bu durum) çizimlerim çokça bölünüyor. Ama o an'ların kıymetini daha çok biliyorum sanki. Ve Esen burada yine aklıma sen geldin, evet sahiden bir şeyler üretmek insana kendini çok daha iyi hissettiriyor :)
Çizim defterim, kalemlerim, kahvem ve arada kaçamak yaptığım -kesin karabalıkla girdiğim bir iddiadan kazanmışımdır- halleyim yanımda... Çok şükür, daha ne isterim ki :)

* Bir de unutmadan yağlı boya resimleriyle yeteğin kendisinde olduğunu kanıtlayan ve o yetenekten bana bir şey bırakmayan canım kardeşime sevgilerimi, "keçeli kalem" burcu'ya da selamlarımı gönderiyorum :)
** Bu arada Elif bugün emekleme başladı. Bir sabah uyandı ve "bugün emekleyeceğim" dedi galiba, zaten saat 6.30 bile yoktu :) İki gün öncesinde de ilk dişi patladı. Bir anda değişti sanki yavrumuz, maşallah büyüyor. Çok sevinçliyiz ev'cek. babasının heyecanına ortak oluyorum desem yeridir çünkü o sanki ikimizin yerine de bolca heyecan yaptı :) 
Devamını oku »

20 Aralık 2014 Cumartesi

Bu Aralar

Bazen o kadar çok kendimle konuşuyorum ki buraya yazmaya fırsat kalmıyor :)
Bugünlerde neler oldu hayatımızda...
Elif ay dönümünden sonra yepyeni bir döneme girdi. Zaten her ay bunu yaşıyoruz, istisnası olmadı. O geçişler işte bazen sancılı olabiliyor yani o büyümeye çalışırken ben yorulmuş olabiliyorum. Geçen günlerde yine çok ama çok çok çok ağladığında kendime tekrar edip durdum: "bir sıkıntısı var ki ağlıyor, beni gıcık etmek için ağlamıyor ki..." diye. Ama neticede insanım ve bazen - hele de aklıma kolik geldiğinde- sabrım taşabiliyor. 1 bebekle evde baş başa olmak bir taraftan onun gelişimini birebir görebilmek açısından harika bir fırsatken işte bazen de fazla gıdıklayıcı olabiliyor. Ki bu durum da işin doğasında var. Elif'in alttan dişi göründü ancak henüz patlamadı, belki o'dur onu rahatsız eden bilmiyorum. Değişiyor gün geçtikçe, onu görebiliyorum. Büyüyor ya sıpa :) Maşallah tabii... Bir şeylerden şikayet gibi değil de hani bazen farklı bir havayı teneffüs etmeye de ihtiyaç duyuyor insan.
Birkaç gün üst üste hava ciddi anlamda kötü olunca evden çıkamadık, güneşi bile göremedik. O kadar çok canım sıkıldı ki... Ama iyi ki de sıkılmış. Sonunda beni harika bir yere götürdü. Detaylıca başka bir yazıda yazacağım ama tam da hayallerimdeki gibi hayvanların rahatlıkla konuşabildiği bir yer olduğunu söyleyebilirim. Merak etmeyin, kafayı yemedim. Yani,henüz :)
Kargo görevlileri ile ahbap olduk bir de. İnternetten sipariş verince genelde takip ediyorum ve adamları balkonda "şşşttt sessiz olun ve zile basmayın" diyerek karşılıyorum, genelde Elif'in uyku saatinde geldikleri için. Geçen gün sürpriz bir kargo gelince durum değişti tabii. Aras Kargo genelde aşağıdan bile zile basmazdı ama adamcağız balkona bakınmış beni göremeyince mecbur zile basmış. Elif de çığlık çığlığa uyanınca adam bir dolu özür diledi. Neyse hala iyi niyetli insanlar var, ne güzel :) Kargodan çıkan pakedin üzerinde isim yoktu ve içinden çıkan kitapta da bir şey yazmıyordu. Şaşırdım, instagramda da duyurdum, meçhul kişiye teşekkür ettim. Sonradan anlaşıldı ki bir kitap çekilişinde eş olduğumuz kişi göndermiş :) O da değişik oldu. PTT Kargoyu hala sevmiyorum, ya denk gelmiyoruz ya da anlaşamıyoruz. geçen sene "kim o" dediğimde, adamın "posta" demesini "pasta" anlayıp, "biz pasta siparişi vermedik" demiştim. Gerçi o zaman hamileydim, adama her şeyi söyleyebilirdim :)
Clarice Bean'i yeniden okurken Ruby'nin Hitch'i gibi bir uşak istediğime karar verdim. Ev işleri neden bitmez biri bana açıklasın :) neyse ki her şeyi gören biri değilim. Görenlere Allah kolaylık versin. Lakin yemek, içmek, ütü yapmak, çamaşır yıkamak, bulaşıkları yerleştirmek...derken "y" vaktimden çalan tüm ev işlerini buradan esefle kınıyorum. Çok nankörsünüz kuzum, her gün ilgi bekliyorsunuz :)
Gönderdiğim kartlar tek tek sahiplerine ulaşmaya başlamış, yaşasıııın... Geçen yazımda söylemeyi unutmuşum, ben onları postaneye adresleri yazmadan götürüyormuşum meğerse. Son anda fark edince Adanadaki kuzenlerle oturup adres yazdık :)
Unutkanlık demişken... Mutfakta kendini kaybeden bir ben miyim? Elif için pişen yemekler simsiyah oluyor, fırında mutasyona uğrayıp çıkıyorlar. Ocaktan yemeği alıyorum ama ocağı kapatmıyorum. Bulaşık makinesine kirlileri değil temizleri koyuyorum. Kahve pişirirken öyle bir işe başladığımı tamamen unutup başka bir içecek hazırlıyorum. Tost ekmeği ve kaşarı tost makinesine koyup bekliyorum ama biri de demiyor ki fişe takmazsan çalışmaz diye. Ben bu halimle maşallah Elif'i yine iyi besliyorum değil mi? geçen gün yürüyüşe çıkarken ayakkabımı giydiğimde bir terslik olduğunu anladığımda Elif arabasından yani içeriden bana sesleniyordu. Çok dalgınım, çok şaşkınım. Yorgunluk mu demir eksikliği mi yoksa anneliğin özü mü böyledir, bilmiyorum. Öyle olsa karabalık niye çayın altını açık unutsun ve biz misafirliğe gidelim değil mi :) İnanıyorum ki Elif bizi hizaya sokacak :)
Tek tek ismini saymayacağım ama blog sayesinde çok tatlı insanlarla tanıştım, haberleştim ve hala da görüşüyorum. Bu da bugünlerin mutluluk sebebi...

Norah Jones'u ne zaman dinlesem aklıma Kare günleri geliyor. Kitaplarla tüm gün birlikte olmak, çalışmaktan sayılmamalı bence :)
Devamını oku »

16 Aralık 2014 Salı

2014...

Geçtiğimiz (geçmekte olduğumuz) seneye dair o kadar çok şey var ki aklımda.
Önce 1 çift çizgi karşıladı bizi(2013'te), ardından "tatlı bir melodinin adı: Elif" oldu :) "Hazır mıyım acaba" demiştim bir ara :)
* İş hayatında 5 yılımı doldurmuşum geçen sene, bu yazıyı yeniden okuyunca tuhaf hissettim. Neredeyse 1 yıldır işe gitmiyorum ve çok mutluyum :)
Elif partisi yapmıştık yahu :) Canım kardeşim sağolsun.
Elif geldi mi   geliyor mu nerede kaldı derkeeeen... Doğdu çok şükür :)
Loğusalığı seven var mı bilmiyorum ama ben cidden hiç sevmedim. Neyse ki 2 ayın sonunda az da olsa toparlayıp "daha normal insan" kıvamına geldim. (bence tabii)
Kolik geldi-salladı-gitti(sayılabilir/denilebilir/son hale şükredilebilir)
Canım kardeşim evlendi ve teee uzaklara gitti. Memlekete gitti aslında ama neticede uzaktayız. Ve Ayça'sını bekliyor :) Yani tabii biz de bekliyoruz. Hatta bence en çok Elif bekliyor. Ayça ile ilgili çok hain planlar içinde olduğundan şüpheleniyorum. Adanadayken Ayça isimli bebeğin kafasını bolca ısırmasından bunu anlamıştım :)
Annelik sohbetlerine başladık, hatta ilkini canım arkadaşım Elifle yaptık :) Şimdi tam sayıyı çıkartamadım ama 15'i geçtik sanırım, yenileri de yolda... Bu sohbetler bana çok şey kattı, tecrübeli annelerden yepyeni şeyler öğrendim. Belki hepsiyle başka zamanda olsa bu kadar güzel sohbet edemezdik yani denk gelmeyebilirdi, o açıdan çok sevdim bu sohbetleri, teşekkürler kızlar :)
Bu sene çok üzücü olaylar da yaşandı memlekette ama onları burada yazmayacağım, sadece yeri gelmişken vefat edenler için Allahtan rahmet dileyeyim...
Bizim ev açısından en üzücü olaysa Lokum'un gitmesi oldu. Hala inanamıyorum gittiğine. Konserve ton balığı açarken hala nerede olursa olsun koşarak yanımda bitivereceğini hayal ediyorum. Sanırım onu hala çok çok çok özlüyorum. İyi bir yerde olduğunu bilmek tabii ki mutlu ediyor beni. Hatta buradan daha da rahat sanırım çünkü evde hapis değil, dışarı da çıkabiliyor.
2014 bizim için dolu dolu geçmiş. Elifle ilk tatilimize bile çıkmışız :)
Geçen sene bu zamanlar yaklaşık 28 hafta civarıydım sanki... Yani izne ayrılmaya gün sayıyordum :) Şimdiyse Elif maşallah 8 aylık oldu bile.
Zaman çabuk geçiyor.
Geçmişe değil de bugüne odaklanmak lazım sanırım.
Bir de blogun olmazsa olmazı yeni yıl dilekleri için yepyeni bir yazı hazırlayayım :)
Sahi sizin için nasıl geçti 2014?
2015'ten çok umutluyum her sene olduğu gibi... İnşallah bu sene 30. yaşımı kutlayacağım heyooooo, hiç de hüzünlü değil. Yaşlandım, yaş aldım gibi muhabbetlere girmeye gerek yok. Ne güzel sağlıkla yaşayıp gidiyoruz işte, daha ne olsun? (Tabii burada Ayça'nın partisindeyken Eda'nın arkadaşlarının beni küçük sanmasının hatta bebeğim olduğuna inananamamasının da payı büyük :)
Elif de inşallah 1 yaşını kutlayacak, peki cidden kutlayacak mı yani kutlamalar olacak mı, onu da sonra yazayım :)
Geçen seneki dileklerimi de (kendime) hatırlatıp size güzel bir müzik açayım :)



Devamını oku »

15 Aralık 2014 Pazartesi

Elif'in Ek Gıdaya Geçiş Süreci ve Kendisi :)

Bu yazıda hem ek gıda sürecini hem de "ek gıda"dan benim ne anladığımı anlatmaya çalışacağım.
Bu yazıyı okuyarak kendinize bir çizelge oluşturmayın yalnız olur mu? Yani yönlendirme amaçlı bir yazı değil. "Bizimki güzeldi, siz de böyle yapın" yazısı hiç değil. "Ben denedim, Elif denedi, biz denedik" gibi bir şey bu ek gıda serüveni.
Elif 5 ay 1 haftalıkken çok fena ishal olduğunda doktor (ben bebek olsam üzerine kusardım,olan) kesin senin sütünden kaynaklanıyor, hemen yoğurda pirinç unlu mamaya başla, sütünü analiz ettir diyerek beni bunalıma sokmuştu. Ben de inat ettim ki sütümden kaynaklı olsa 1 gecede olmazdı diye. Tartıştık ve doktor değiştirdik. Ne hikmetse diğer doktorun yaptırdığı tahlilde enfeksiyon çıktı ve 2. doktor ishalin benim sütümden kaynaklanmadığına beni ikna etti. (burada çok sağlam bir şekilde doktorlara iyi dileklerimi iletesim var ama bu yazının yeri burası değil...) Ve Elif 5 ay 1 haftalıkken ishal olduğu için yoğurda azar azar başladı. İshal geçince bıraktık.
6 aylık olduğunda bayramdı ve Uşaktaydık, orada Elif'in eline simit, mandalina, salatalık, biber ne bulduysam verdim :)
Mama sandalyesini 5 aylıkken almıştık İKEA'dan ve önüne sadece oyuncaklar, biberler koyarak bizimle yemek masasına oturmasını teşvik etmiştim(k). yemesen de burada dur, diyerek. Yoğurdu önüne o kadar çok koyduk ki Elif'in yüzü, saçı, dolaplar bembeyaz olarak kaldırdık. Sonuç : Çok eğlendik. O kadar kir ne oldu? Yıkandı ve geçti :)
6 ay 1 haftalıkken meyve püresi ve sebze püresi denilen şeylerin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bence bunu daha açıklayıcı yazmalılar :) "Acemi anneler için ek gıda serüveni" diye bir kitap yok mesela piyasada. Ben mi yazsam acaba :) İnsanların kafası daha da karışsın sonra değil mi :)
Yaklaşık 1 ay öncesinden "O Tabak Bitecek mi?" kitabını okumuştum ama bence eksik yönleri vardı. Çorbayı içirmek gibi. Yani çorba dediğimiz şeyin amacı zaten sulu olmasıdır, onu bir şeylere banarak vermenin esprisini ben anlayamadım.
Kabak, patates ve havuçla derin bir aşk yaşayacaktık ki... Elif kabız oldu. E hani ishaldin sen yavrum :) Patates, muz vs. kestik. Armuda dadandık, bolca zeytinyağı verdik. O da 3 haftalık bir seyir gösterdi ve vücut şuna alıştı "artık sadece anne sütü yok, katı şeyler de bünyeye giriyor, dışkılamayı ona göre yapalım" :)
Aslında bu yazının ilk cümlesi şu olmalıydı: "O ne koku, o..." Cidden ufacık bir bebekten çıkan yüksek volümlü ağlama sesine alışmışken minicik yavrudan çıkan şeyin kokusuna hala alışamadık :) O nasıl bir koku öyle. Acaba kakasını yapmış mıdır diye düşünmemize gerek bile kalmadı :)
Buralar parantezdi tabii, gelelim meyve-sebze işlerine. Yapmaya çalışıp da yapamadığım önemli bir konu da 3 gün kuralı oldu. İlk başlarda ne olduğunu ve nasıl uygulayacağımı anlamadım. Anladığımda "ne gerek var böyle bir şeye" dedim. Aslında biraz yanlış bir düşünce olduğunu fark ettiğimdeyse kaçıncı günde olduğumuzu unuttum. Bu kısımlarda tam bir "çakma anne" olduğumu itiraf etmeliyim.
Elif'i yedirmeye çalışmak bana zor gelmeye başladı ve BLW'nin asıl keşfini bulduğumu hissettim: "Yemek yemeye çalışan anne/babalar çocukları serbest bırakıyor" Olay bu kadar basit. Buharda pişirdiğim uzun ince kabak, brokoli, havucu neredeyse ilk günden beri eline veriyorum. Ortaya da yoğurdu döküyorum. Ve ne kadar yediğine pek bakmıyorum. Yani kendimce bakıyorum ama kaç cc derseniz... İşte orası da kafamı karıştıran bir diğer konu. Tek bildiğim 1 su bardağının 250 ml. olduğu. Elif'e verdiğim yiyecekleri cc'ye göre ölçmüyorum. Turuncu kaseden mi yedi, cezvede ne kadar vardı göz kararı ona bakıyorum. Bu da benim 2. handikapım sanırım.
1.'si çok unutkanım, 2.'si çok dalgınım, 3.'sü çok üşengecim. Bunları da iyi bir şeymiş gibi söylemiyorum. Sadece bu üçlü birleşince ortaya "Al çocuğum bunları pişirdim, istediğin kadarın ye, istediğin kadar da etrafı batır" gibi bir şey çıkıyor. Elif'e kaşıkla bir şeyleri yedirmektense sonrasında kirlenen etrafı temizlemek bana daha rahat geliyor. Bu işte bir terslik var sanki ama tam bulamadım.

Peki Elif önüne koyduklarımı yiyor mu?
Bazen evet bazen hayır.
Tercihleri ve öncelikleri var.
Muhallebiyi birkaç denedim ama sevmeyince bıraktım mesela.
Havuca tepkiliydi, yeni alıştı.
Favorileri yeşiller: kabak, brokoli, ıspanak, bezelye gibi.
Benim 3. handikapım da ay gelişimine pek de bakmadan yiyecekleri vermek oldu. 8. ayı beklemeden verdiğim çok şey oldu, 3 gün kuralını da uygulamadım. Yani ben ek gıda serüveni hakkında bir kitap yazacak olsam "anneleri yanlış yönlendirmek" suçundan ifade vermeye bile çağrılabilirim :)
Tek güzel tarafı rahat olmam oldu. Ben rahat, Elif rahat. Ama bence bu durumda mayanın ve benim şu duamın etkisi büyük: "Allahım, uyku konusunda çok gıdıklandık, yemek konusunda gıdıklanmayalım, Elif bana çekmiş olsun, iştahı çok olsun." Amin :) İştahı çok mudur bilmiyorum çünkü karşılaştırma yapamıyorum ama bence istediği şeyi kendine yetecek kadar yiyor. Yani mühim olan da bu değil midir? Bilsem aynı duayı uyku için de yapardım :) Şimdilerde başladım zaten, duaların gücüne de kalpten bir şeyleri istemeye de çok inanırım.
Hiç sormuyorsunuz, yoğurdu nasıl mayaladın diye? Sanırım herkes bunu biliyordur ancak biz 2 saf kara balık olarak bunu bilmiyorduk. Bir dolu denemeden sonra baktık ki olmuyor AOÇ'nin 2 günde bozulan yoğurdunu verdik Elif'e ve hiç de "amanııın yavruma katkılı şeyler veriyorum" demedim. neden bilmiyorum. AOÇ zaten yeterince güven veriyor bana ve "katkı" konusunda çok aşırı olmak istemediğime karar verdim.(bunu da daha sonra açayım) Tam o ara bize bir hediye çeki geldi ve bununla ne yapsak ki derken kendimizi yoğurt makinesi almış bulduk. İlk başlarda onu da beceremedik, hep ekşi mayaladık ama yılmadık. Sonunda evde yoğurt mayalamayı başardık. yehuuuu :)
Gelelim blender konusuna. Bu ara her yerde "amman yiyecekleri blenderdan geçirip vermeyin" diyordu. ben yine de denemek istedim. Yaklaşık olarak 4 ya da 5 sefer denedim. Baktım ki ortada ne sebze ne de özü kalıyor hatta ortaya çıkan menüyü benim bile canım çekmiyor, blenderı bıraktım. Buharda pişirip ya da az suda haşlayıp çatalla ezmeye başladım. Ama öyle yapınca da benim yedirmem gerekiyordu. Bundan da hoşlanmadım. Bilmiyorum neden, Elif kendi kendine yiyebilecekken onu kaşıkla beslemek bana gereksiz geliyor. Biraz abartılı bir cümle mi kurdum bilmiyorum. Şimdilerde çok sulu olmamak kaydıyla çorbasını ben kaşıkla veriyorum. Diğer şeyleri de yiyebileceği boyutta, kıvamda önüne bırakıyorum ve yanından ayrılmıyorum. Yalnız o yemeğini yerken gözümü de dikmiyorum. Mesela kahvaltı, peynir(süt kesiği), yumurta sarısı, yeşil zeytin önünde oluyor. Mandalina suyunu demir ilacından sonra kaşıkla veriyorum. Pekmezini yine kaşıkla veriyorum. Verdiklerimin hepsini yiyor diyemem, zaten o yedikçe önüne bir şeyler koyuyorum. Yemek istediği halde parmaklarıyla alamadığı yiyecekleri de kaşıkla kendim veriyorum, mutlu oluyor :)Birkaç defa omlet denedim, sevdi aslında ama bence ayrı ayrı yemeye alışması daha önemli. Bir ara meyvesini de yoğurtlu veriyordum. Şimdilerde her şeyi ayrı veriyorum.
Meyveler konusunda kafam biraz karışık. Cam rendede rendeleyip püre halinde kaşıkla veriyordum ki... "Sebzeleri yiyor da meyveleri neden yemesin" diyerek buna da bir ara verdim. Yalnız tüm meyveler bu kategoriye girmiyor. Bunun en güzel örneği üzüm. Yeşil zeytin gibi mercimekten büyük nohuttan az küçük boyutta kesip önüne koyuyorum. Kafamı çevirdiğimde üzümlerin yerinde yeller esiyor :) (Bağırsaklarını fazla çalıştırmış yalnız, ona dikkat etmem lazım) Muzu çok sevmedi sanırım. Ne şekilde verdiysem biraz boyun büktü. Elinden kaymasa rahat yiyecek belki ama o kayganlık onu rahatsız etti, onu anladım. Elma ve armut bana sert geliyor, onları püre olarak yediriyorum. Nar ve vişneyi de denemek istiyorum. Narı sanırım suyunu sıkıp yoğurda karıştırarak vermek daha iyi olacak.
Meyveler/sebzeler/blw/ ek gıda konusunda biiir dolu güzel yorum bekliyorum :)
Peyniri de şöyle yapıyorum: Süt kaynarken içine 3-4 yemek kaşığı yoğurt(suyu) ekliyorum, o da kesilmiş oluyor. Sonra onu süzüyorum. 1 litre sütten 200 gr. civarında peynir çıkıyormuş, onu da gördük :) Minik poşetlere koyup buzluğa atıyorum, böylece daha taze kalıyor.
Daldan dala gibi oldu ancak, 4. handikap ise SARMISAK... Bizim eve hiç girmedi bu yiyecek :) Şimdilerde girecek mi girmeli mi konusunu düşünüyorum. Hayatım boyunca yemedim ve eksikliğini hissetmedim. Çok faydalı bir doğal antibiyotik olduğunu duydum ancak benim onu yiyebilmem için cidden beynimin uyuşmuş olması, ne yaptığımı bilmiyor olmam falan lazım :) Kısacası tazesi mi yoksa minik beyaz hali mi verilir, nasıl verilir, neden verilir bir bebeğe bilen biri yazsın olur mu :)
Tüm suç annemde bence. O, o kadar çok sevmese ve bana hamileyken devamlı yemese bence ben bu kadar tiksinmezdim :) Soğan için de benzer hisler besliyorum ama çaktırmıyorum yani 1-2 yıldır eve soğan giriyor, kendisini yemeklere bütün olarak ekleyip yemek pişince de direk atıyorum. Elif içinse rendeleyip yiyeceği şeylere koyuyorum. Annelikten benim anladığım bu yani, o soğanı da bana ellettin ya Elif :)
Aynı şey siyah zeytin için de geçerli. Benim görmeye bile tahammülüm yok kendisini ama galiba Elif için evde bulunması gerekiyor değil mi? Bir de ben zeytin ağacını çok severim, ironiye bak...
Son doktor kontrolümüzde doktorla aynı kafada olduğumuzu görmek beni rahatlattı. 1 yaşına kadar 3 şey yasak: bal, süt ve yumurta beyazı dedi. (Üçlemeye buradan sevgilerimi göndereyim :) Sizinle karşılıklı kuru fasülye turşu yiyebilir, yiyecekleri önüne koyun kendisi yesin dedi. Bunu genç bir doktor söylese BLW diyor derdim :) Ama bu tontiş amcanın BLW'den haberinin olduğunu sanmıyorum, olsa olsa aklın yolu birdir diyebilirim :)
Hassas olduğum 2 konu var: tuz ve şeker. Bu konuda katıyım. Hele ki 1 yaşından önce tuzla ve şekerle tanışmasını çok doğru bulmuyorum. Şeker dediğimiz şey zaten meyvelerde bolca var, öyle değil mi?
Mama sandalyesindeyken Elif'in altına mutlaka büyük bir poşet seriyorum(boyacıların kullandığı tipte olanları keserek kullanıyoruz), yemek yiyeceği zaman önünde oyuncak bulundurmuyorum, sadece yiyecek ve -şimdilerde dişini kaşımak için kullandığı- kaşığı var. mızıldanıyorsa, kendince o yemek bitmişse 1 kere daha soruyorum ve cevabı netse hiç uzatmadan oradan kaldırıyorum. Mümkünse bizimle aynı saatlerde yemek masasında olup yemeğini yemesini önemsiyorum ancak uyku saati gelmişse bu durumdan vazgeçiyoruz. Son zamanlarda tükürmeyi öğrendi ve bu cidden fena oldu. İlk başta gülüyorduk ki sanırım bu onu daha da cesaretlendirdi. Bir ara "hayır" dedim ancak böyle dersem benimle inatlaşıyor. Dikkatini dağıtıp şarkı söylüyorum, arada dans figürleri yapıyorum, bazen unutuyor tükürmeyi. Yiyecekleri sevmediğini sanmıştık ama baktık ki yeni bir şey keşfediyor: tükürmek :) Sanırım bu onun için önemli bir şey,o yüzden de çok müdahale etmiyoruz.
Şu konuda da rahatız: her şeyi sevmek/yemek zorunda değil. Biz de her şeyi seven/yiyen bir çift değiliz ve bunun eksikliğini de yaşamadık. Evimize hiç girmediği halde Elif'e bamya verdik mesela, sevmiş görünüyordu. Yani önyargısız olmak lazım sanırım. O değil de Elif sarmısağı çok severse işte o zaman yandık :)
Blogdaki yazıları okuyunca yemek yapmak hatta aşure pişirmekle ilgili ne kadar marifetli(!) olduğumu anlamışsınızdır; sanırım tam da bu sebepten daha hamileyken endişelenmiştim, ek gıdaya geçtiğimizde Elif aç kalacak diye :) Çok değişik şeyler yap(a)mıyorum belki ama iyi niyetliyim ve öğrenmeye çalışıyorum. Sanırım bu da iyi bir şey. Ne de olsa kızını pizzayla ek gıdaya başlatmış bir zihniyetle kuzenim :))
Aklıma takılan diğer konuları da buraya yazayım:
1. Baharatlar: Ben azar azar yediği şeylerin içine koymaya başladım ama baharatların nasıl bir kullanımı olmalı, bilen var mı? Mesela kıyma haşladığımda içine kimyon, kekik koyuyorum. Başka nerelerde nasıl kullanılır baharatlar?
2. Yemeklerin saklanması: Genelde günlük pişirmeye çalışıyorum ama bazen de çok yapıp süt saklama poşetleriyle buzluğa atıyorum. (Lansinoh bu konuda iyi çünkü çift kilidi var) Onun dışında cam kavanozlarım var. Anne gazetesi Pelin Avent'in saklama kaplarını tavsiye etmişti ama henüz almadım. Siz yemekleri nerelerde saklıyorsunuz?
3. Dışarıda yemek yemek: Biz dışarıda  yemek yemeyi seven bir çift değiliz. Yani  baş başa mum ışığında bir restorantta yemek yiyelim desek kesin benim uykum gelir, karabalık da sıkılır. Özel günlerde bile bence en güzeli evde ev yemeğidir :) Mesela bizim için yılbaşı demek balık yemek demektir :) Yani dışarısı için çok da endişelenmeme gerek yok ama yine de illa ki Elif'in yemek saatinde dışarıda olduğumuz oluyor/olacak. 1-2 kez deneyimledik ki mama sandalyeleri inanılmaz pis. Değil ki önüne yiyecek koymak Elif'in kolunu değdirmesi beni/bizi eğreti etti. Anane babaanneye mama sandalyesi itinayla taşınıyor çünkü kendisi İKEA, sök yapıştır yerleştir bir model :) Ev ziyaretiyse de yere oturtup yedirmek mantıklı/makul. Ama açıkçası bu konu benim için biraz havada. Önerisi olan varsa lütfen yazsın. Ya da biz süreci yaşayıp görelim.
4. Su: Elif sağolsun biberon almadığından sıvı bir şeyler tüketme konusunda kafası karışık. Sadece İkea'nın alıştırma bardağını sevdi, onda da illa kendisi tutacak ve bolca etrafı sulayacak :) Ya da bildiğimiz kahve fincanlarıyla/bardakla içiriyorum. Sabahları mandalina suyunu kaşıkla veriyorum. Suyu pek içmiyor böyle olunca da. Bu konuda fikri/önerisi olan var mı?
Bu ara kafama takılan diğer bir konu da yiyecekleri Elif'in yiyebileceği boyuta nasıl getirmeli konusu. "Parmak yiyecekler" bu konuda on numara ancak her şey de "parmak" olmuyor :) Sanırım onu da zamanla öğreneceğim. Güzel tarifler buldukça burada paylaşayım.
Çıtır Kabak :)
Tarif demişken; bana teee ilk günlerde kendi özel tariflerini gönderen canım arkadaşlarım Ayşe ve Pelin'e apayrı teşekkür. Pelin'in ayrıca blogunda harika tarifler var. Sağlıklı yaşam konusunda seni örnek alayım diyorum Pelin ama hep tökezliyorum. Kefiri evde yapmak nedir arkadaşım, hep kötü örnek bunlar :)
Onun dışında Makarna Lütfen ürünleri bir harika, Özge'nin Oltası'nın tarifleri çok güzel. Gurme Bebek'i zaten duymayan kalmamıştır :) İnstagramda bir de bebeksofrası, eymeninmenüsü, aşçıanne'yi takip ediyorum.
"Hayatta yapmam" dediğim şeyler olmasa da "şartları zorlayarak yapmamayı tercih edeceğim şeyler" var:
- Kavanozdaki püremsi/mamamsı şeylerden yedirmek. Hiç almadım ve hatta o reyona bile bakmadım ama uzaktan görünüşleri pek acayipti.
- Kutu meyve suları (Acayip nefret ediyorum onlardan, biz hiç almıyoruz ve mümkünse Elif de hiç tanışmasın isterim.)
- Elif'e zorla bir şeyler yedirmeye çalışmak... Dediğim gibi büyük konuşmamak lazım. İştahı kesilir, can sıkılır, düzeni bozulur da "aç kaldı benim bebem" diye peşinde dolanırsam bu yazdıklarımı okurum sonra. (Umarım öyle bir şey olmaz)

Elif'in üzeri gün içerisinde birkaç kez değişiyor (ıslanmışsa), sadece lekeliyse değiştirmiyorum çünkü akşam giydiği pijaması her daim temiz oluyor (olabildiğince)
Adanaya gittiğimizde bizimkiler Elif'in yeme şekline, etrafın kirlenmesine, benim rahat tavırlarıma inanamadı. Hatta kuzenim eline kaşığı alıp Elif'in önüne dökülenleri "aç kaldın yavruum" deyip yedirmeye bile çalıştı, kayıtlarda var :) Şunu fark ettim ki temizlenmeyen hiçbir kir, leke, pas yok. Çıkmayanlar da Elif'ten bize anı olur, ileride güleriz. Üst bodylerinden zaten 5'er 10'ar alıyorum ki kirlendiklerinde içim yanmasın :) Ve ben hala annelerin neden bebek kıyafetlerine çok para verdiklerini anlayamıyorum. (zenginlik haricinde)
Ek gıda sürecinden başlayıp nerelere gelmişim :)
Elif'e bebe bisküvisi yaptım, gidip onları güzel bir kaba koymam lazım. Tarifleri de başka bir yazıda vereyim yoksa bu yazı bitmeyecek :)
* Son soru: Elif'in eline çatalı ne zaman vermeliyim? Çatal da almadım gerçi Elif'e hala :)
**1 seferde oturdum yazdım sanıp yanılmayın, bu yazıyı da 2568 defa başına oturarak bitirdim. Ama bitirdim :) Yaşasın "y" time :)





Devamını oku »

14 Aralık 2014 Pazar

Adana Gezisi ve "Eda'nın Ayça'sı Geliyor" Partisi :)

Resmen 3 günlüğüne Adana'ya gittik, geldik :)
Adana ile ilişkim aslında oldukça karmaşık. Adanada doğdum, büyüdüm ve 17 yaşıma kadar oradaydım, tüm akrabalarımız da Adanada ama ben nedense kendimi pek Adanalı gibi hissetmiyorum. Yani akrabaları oradan alsak, "kebabı da güzel bir memleketti" diye hatırlayacağım sadece. Neden böyle ben de bilmiyorum. Ya da biliyorumdur da bilincimin aşağılarına itmişimdir kim bilir :) Kökenimizde bir çınar ağacı hikayesi var ya, belki de ruhum da hala oralardadır.
Çok sevgili kardeşim ne güzel Ankara'dayken ve biz sıklıkla görüşebiliyorken, evlendi ve Adanaya taşındı :/ Şimdi 2-3 ayda bir görüşebiliyoruz :/ Bebek olunca haydi atladım uçağa, bir gittim bir geldim de olmuyor. Çooook öncesinden plan yaparak Edoş'un "bebeğim geliyor" ve "bu arada da ben doğdum" partisine gitmeye niyetlendik. Nereye gidersek gidelim beni bir kaşıntıdır alıyor çünkü Elif arabada neredeyse hiç durmuyor ve bu da beni sahiden yoruyor.
Neyse bu yazının amacı bunlar değil.
Bu yazının amacı, ultra süper şahane geçen 3 günü blogda paylaşmak :)
Tuz Gölü'nü hep çok sevmişimdir. Bu yolculuk da oradan başladı haliyle.

İlk gün Elif neredeyse sızdı hatta çok yakınımızdaki ezan sesine bile uyanmaması yolda ne kadar yorulduğunu gösterdi bize. Zaten sonraki günler ezana direk uyandı. (Ankarada ezandan çok önce uyanıyor da :)
İlk olarak Ankara'da kargoya/postaya verilemeyen kartlar için PTT'ye gidildi. Yani size gelen kartlardaki Ankara adresine karşılık Adana damga pulu görürseniz şaşırmayın :)
Veee kebapçıya koşarak gidildi,ellerde sodalarla çıkıldı :) Kebabı seviyorum ama yedikten sonraki 24 saat midem cidden "error" veriyor. Unutmadan, başka şehirlerde, özellikle Ankarada, "Adana kebap" adı altında verilenler genelde köftevari şeyler oluyor. Yanında pilav veriliyorsa bilin ki o kebap "Adana" değil :) Bizde mezeler daha ön planda olur, alttaki de humus bu arada :)



Kebaptan sonra annemle Ayça'yı görmeye gittik.
Ayça da kim?
Elif'in kuzeni :) Yani inşallah diyelim.
Ayy nasıl heyecanlandım anlatamam. Ultrasonda bir minik var ve o benim yeğenim. Tralala lalalalala :) Çok mutlu oldum kiiii...
Oradan sonra bence Adana için büyük bir nimet olan Pak Fırın'a uğradık. Ankarada neden yok böyle bir mekan diye düşündüm. Çok sıcak bir kahve evi ve harika pastaları var. Benim içeri girip bir şeyler almam ve çıkmam arasında sadece 3 dakika olduğundan daha güzel fotoğraflarını çekemedim. Bir dahaki Adana ziyareti için planlara yazıldı ama :)

Adanaya giderseniz Büyük Saat'in oraları gezin ve havayı koklayın. İşte o koku sizi tarihe götürecek. Midenizde gurultu olursa yollarda neredeyse her köşe başında bulunan dürümcülerden kebap yiyin, hediyelik almak isterseniz de Yeni Uğur'dan cezerye alabilirsiniz.

Gelelim 13 Aralık'a yani kardeşimin doğum gününe... Aynı gün "Eda'nın Ayça'sı Geliyooooor" partisi de vardı. Söylemiş miydim bilmiyorum biz Edayla siyah ve beyaz kadar farklı iki kardeşiz, tipimiz de huyumuz da hiç benzemez ama birbirimizi de çok severiz :) İşte masadaki gördüğünüz birçok şeyi yapan marifetli insan da ta kendisi :)




Fotoğraflamayı unutmuşum ama partinin sonunda oynanan oyunlardan (göbek ölçüsü) da bir tane hediye kazandım. Yaşasıııın, ev'cek çok mutlu olduk :)
Gerçekten çok keyifli bir gündü. O gün için karabalığın hakkını da yemeyeyim, Elifle neredeyse tüm gün o ilgilendi. (babası, tabii ki ilgilenecek :) Ve fark ettim ki bu baba-kız vakitleri ikisi için de çok neşeli geçiyor. İşte tam bu noktada aklıma, 5 gün sonra vizyona girecek olan Hobbit geldi. Bak sen tesadüfe :) Hani baba-kız vakitleri kıymetli ya, e ben de o arada boş kalmamış olurum :P
Adana'dan  3 önemli şey getirdim.
1. Eda'nın Elif için yaptığı kapı süsü :) Çok sevdim kendisini ve hemmen asmak için sabırsızlanıyordum ki Elif uyudu...

2. Eda'nın Elif için yaptırdığı "Elif" yazılı tabela :) Aynısının Ayça'sı da var :)

3. Bunu yazarken ağlamam/ağlamayacam/ağlayan kim diyordum ki ağladım. Bu yastığı da babam kuzenimin çocuklarına doğum günlerinde almış, onlar da bu yastığı saklamış. Şimdi de Elif'e hediye ettiler :) Sanki biraz Pambekleri andırmıyor mu? Elif'in resmen dedesinden aldığı bir hediyesi oldu, inanamıyorum...

Kuzenimin çocukları demişken... Kendileri de benim elime doğdu :) Biri 14 diğeri 16 yaşında iki tane pırlanta kız. İkisi de voleybolcu ikisi de benden uzun :/ İrem (16) ve Çiğdem (14) ara ara kapışmalarıyla bana Edayla olan o yaşlardaki hallerimizi hatırlatıyor. Neyse ki büyüyünce kavgalar bitiyor yerine harika bir dostluk kalıyor. İkisi de Elif'i çoook ama çoook sevdiği için Adanada kaldığımız süre boyunca Elif'in eğlenmesi, alt değişimi vb. şeyleri ben hiç yapmadım. Hatta İrem ve Çiğdem arabada Elif'in yanına oturabilmek için kavga ederken ben gülerek ön koltuğun tadını çıkartıyordum. Bu satırları okur musunuz bilmiyorum kızlar ama size ne kadar teşekkür etsem az.
Bana "E sen anne olmamış gibisin, hala komiksin ve espri yapıyorsun" dediler :) Anne olunca sormurtmam mı lazımdı yahu :) Bir de şunu söylediler ki hiç farkında bile değilim: "Elif mutluyken, rahat uyuduğunda senin de keyfin yerinde; o mutsuzsa senin de yüzün düşüyor..." Hiç fark etmemiştim. Ben de onların yaşındayken onları eğlerdim. Hatta İrem'in ağzında muhallebi varken yüzüme hapşurduğu o an'ı hala hatırlarım :) İşte bu elimde büyüyen sıpalarla bir de şöyle bir diyalog yaşadık. Spora başlamak istediğimi, göbeğimde biraz hareket istediğimi söyledim. Malum, sporcular ya. "mekik çek" dediler. Sanki çok kolay bir şey. (benim için değil...) İrem'e sen kaç mekik çekiyorsun, dedim. "250" dedi... "Peki, ben kaç çekeyim" dedim.(Benim nasıl bir mücadelede olduğumu görünce) "Sen şimdilik 10'la başlasan yeter" dedi... :) Bazı bünyeler de spora yatkın olmuyor yani ne yapalım :P
Adana gezisi kısacıktı ama dolu dolu geçti. Yapımda ve yayında emeği geçen herkese çok teşekkürler. Bir de yol kenarlarındaki turunçlar sahiden güzel hele ki lahmacunun içinde :)
Bir de bana bolca "zayıflanmışsın" dediler, yaşasıııın :)
Annemin geçen sefer geldiğinde yanında götürdüğü ve her sabah/akşam kokladığı Elif'in kirli badisini yenisiyle değiştirdik, koku tazelendi. Hatta İrem ve Çiğdem için de 1 tane bıraktık :) Elif'in kokusu Adanada kaldı yani :)
Koku demişken...
Elif'in yolda yaptığı kakayı değiştirmek için durduğumuzda yanımıza gelip "bu koku nedir yarebbim" diyen "Dost" ismini koyduğumuz köpekle bu yazıyı sonlandırayım.
 Yazıyı bitiremedim. Karşımızdaki simit fırınının sıcacık mis kokulu simitlerini özledim şimdiden :)

* Bir de eve geldiğimde posta kutusunda haaarika bir yeni yıl kartı bulmayayım mı? Bu tatil, tadından yenmedi vallahi :) (Kebapları, simitleri götürdüm tabii :)

Devamını oku »