Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




22 Eylül 2014 Pazartesi

3A 1K : Ankara, AVM, Ahlatlıbel ve Kızılay :)

Tam 12 yıldır Ankaradayım.
Ve tam 12 yıldır "ne yapsak, nereye gitsek" diye düşünür dururum.
Gezilecek çok güzel yerler var mutlaka ama 12 yılın sonunda çok fazla seçenek kalmadığını hissediyorum.
Eskiden Kızılay'ı çok severdim. Üniversite yıllarımız kampüste değilsek orada geçti. Kurtuluş'a yürümek hep ayrı bir keyif oldu. Hele ki yurda giriş saatini yakalamaya çalışıyorsak. Adrenalin son hız! Tüm çaba kırmızı imza atmamak için. Şimdi yazınca bile komik geldi. Ama o zamanlar komik gelmiyordu.  Kaldığım yurttan 1 senede 4 dersim kaldı diye atılıp Dışkapı'daki yurda gönderilince ne olduğumu şaşırmıştım. "İyi ki de öyle olmuş" diyorum şimdi; yoksa hiç o kadar çok veteriner arkadaşım olmazdı. Tüm odalar da et, eşek kemiği kokmazdı :) Onların ders çalışma saatleri bile bana eğlenceydi. Tüm kemiklerin Latince isimlerini ezberlemeye çalışıyorlardı. Bir gün oda arkadaşımı inek tepmişti...(gülmüyorum, dilimi ısırıyorum) Yani eskiden Ankara daha bir keyifliydi ya da benim bakış açımdan öyleydi.
O zaman da denizi yoktu ama bu kadar çok AVM de yoktu.
Ankara demek hafta sonları AVM yolculuğu demek. Son 5-7 senedir durum bu.
Eleştiriyorum ama  biz de gidiyoruz.
Mecburen.
Geçen gün düşündüm: "sahi mecbur muyuz" diye!
Alışverişten kelimenin tam anlamıyla nefret ediyorum. Yani bir şeye ihtiyaç duymak,onu aramak, gezmek, bakınmak, denemek vs. yıpratıyor beni. O yüzden de Elif'in banyo küveti de dahil hemen her şeyini internetten aldık, çok rahatladık.
Kendim için de sahiden sevmiyorum bir şeyler almayı. Beden değişimi, mevsim değişimi derken illa ki bir şeylere ihtiyaç oluyor ve bazı şeyler de denenmeden alınmıyor zira onları kargoya geri götürmek daha yorucu bir hal alıyor. Kadınlar alışverişi sever. Yani galiba çoğu. Benim gibi insanlar olduğunu da sanıyorum. En zorlandığım alışverişlerden biridir ayakkabı. Çok acayip inanılmaz ihtiyacım yoksa hayatta ayağımdaki rahat spor ayakkabıdan ödün vermem. Topuklu giymeyi birkaç defa denedim de sahiden ayağımı burktum. (Güzelce giyinip yürüyebilenlere de sevgilerimi gönderiyorum, misal kardeşim.)
Nereden nereye geldi bak konu :)
Ankara için AVM "olmazsa olmaz" bir hale büründü.
Neyse ki çoğu mağazanın internet alışverişi de var; olmayanları (C&A gibi) esefle kınıyorum.
AVM'de hayatta kalabilmek için bizim taktiğimiz hafta içi 20-22 arası ya da hafta sonu 10-12 arası gitmek. Bu saatlerden önce ya da sonra karabalıkla ikimize afakanlar basıyor, başımız ağrıyor, sahiden nefes alamıyoruz.
Bir de Ahlatlıbel var :)
Yaz akşamlarının serin mekanı :) Bu sene çok fazla tadını çıkaramadık çünkü aşırı rüzgarlıydı ve çok keyif vermedi. Az ilerisindeki Rasathaneyi de şiddetle tavsiye ederim. Kaç yıldır gitmedim ama gittiğimde hep mutlu ayrılmışımdır oradan.
Ve ne yazık ki 10 tane daha açılsa AVM, 10'u da iş yapar.
Ben AVM'leri eleştirmiyorum aslında, tüketici olarak kendimize şöyle bir dönüp bakalım diyorum.
Mağazalardan indirimler, taksitler, etiketler fırlamış bir şekilde gözümüze sokuluyor. İndirim varsa ihtiyacımız yoksa da alıyoruz.
Sahi biz ciddi bir tüketim toplumuyuz.
Hele ki marka düşkünlüğü!
O konuya çok canım sıkılıyor. Lisedeyken "onun Dexter'ı bile yok" diye bir kız bir oğlanın "çıkma teklifi"ni kabul etmemişti! Şimdi durum daha da vahim bence. Özellikle de hangi telefonu, tableti kullandığın, ne giydiğin, nereden giyindiğin, parfümün vs... İşimiz zor.
Ben kendi adıma konuşayım: kıyafete verilen fazla paraya acıyorum. Hep aklıma "o paraya kaç kitap alırım ben" türü cümleler geliyor. Marka vermeyeyim ama sizce de bazı aksesuar, takı, toka, çanta, giysi vb. şeylere çok paralar harcanmıyor mu?
İktisat dersinden aklımda kalan tek şey(o yüzden 2. senede zorla geçtim demek ki) "Kaynaklar kısıtlı ama ihtiyaçlar sınırsız" (Arslan Hocaya da selam olsun.)
Bu yazı da nereden nereye geldi...
Ankara için hafta sonu aktivitesi olarak alışveriş içermeyen ve bebekli gidilebilecek (AVM olmayan) mekan önerilerine de açığım.

Botanik Parkı'nı çok severim; bayağıdır gitmedik. Yazınca aklıma geldi :)
Bir de Ulus'u severim ben. Adana'yı hatırlatır bana. Küçüksaat civarı çarşılar... Babam da küçük esnaftı ondan mı bilmiyorum ama esnaf gerçekten çok farklı alışveriş yaparken. Kendisi de orada olmaktan mutsuz satış danışmanlarından daha keyifli ve istekli.
Kızılaya da yakında gitmedim.
Dost'ta buluşurduk, Leman'da yemek yerdik, İmge'den kitap alırdık.
Güzel günlerdi...
Şimdi de otoparkta yer bulacağız diye yeşil ışıkları takip ediyoruz.
Bence benim yine bir denizi göresim var, Ankara biraz dar gelmiş belli :)
Devamını oku »

21 Eylül 2014 Pazar

Anne(lik) Sohbetleri : Tanla & Can :)

Bu yazıya nasıl başlayacağımı bilemez haldeyim. Annelik sohbetindeki tüm anneler benim için özel ancak kusura bakmazlarsa Tanla'nın yeri bende apayrı. 
Tüüüüm hamileliğim boyunca yanımda olan ve sabırla "eyvaaah" dediğim her konuda beni aydınlatan, teee Amerikadan sesimi duyan, on parmağında 15 marifetle günün 24 saatine meydan okuyan bir anne kendisi :) 
Ne kadar yazsam, anlatsam az gelir. 
Bebek ve ben sitesinde hamilelerin, taze annelerin ve aklına bir şeyler takılan tüm annelerin işine yarayacak harika bilgiler var. Biiir dolu araştırma neticesinde kaleme aldığı konularsa benim favorim. Gerçi ben "hamilelik günlükleri"ni de atlamayayım da kendime haksızlık yapmayayım. Zira orada minicik bir günlüğü olan, Elif'e uzun süre "Bıdış" diyen de benim :)
Bir dakika sahi ben Tanla ve Can'dan bahsedecektim:
Sevgili Tanla,
Fark ettim ki sana soracak ne çok sorum birikmiş. Bir yerden başlayayım:
Amerikada  anne olmak nasıl bir duygu? Orada neler farklı, neler aynı?Hangi konularda daha rahatsın?Hangilerinde zorlanıyorsun?
Annelik şahane, Amerika bahane! diyerek sorunu yanıtlamaya başlıyorum :)
Amerika’da anne olmak bana şüphesiz geniş bir bakış açısı kazandırdı. Çevremizde gerçekten 75 milletten insan var. Kültürler, yaşam tarzları, hayata bakışları öyle farklı ki… Annelik tarzları da elbette öyle.Bu durum sanırım Türkiye’de bulamayacağım bir güzellik, bir şans…Öteden beri insanları gözlemlemeyi çok severim.Biri Bizi Gözetliyor kıvamında değil ha… Yanlış anlaşılmasın. Sosyal ortamlarda ve makul sınırlar çerçevesinde…Türkiye’deki annelik yaklaşımlarını ve buradaki uygulamaları göz önüne alarak, kendi doğrularımı bulmaya çalışıyorum, çalışıyoruz.
Bu anlamda, sanırım Can’ın yemek alışkanlıkları konusunda klasik Türk ailesine göre daha rahatım. Bizde öyle kaşıkla beslemek, zorla yedirmek, yalvarmak gibi yaklaşımlar fazla yok. Tamamen yok diyerek böbürlenmek istemiyorum. Çünkü yeri geldiğinde biz de bunları yapıyoruz ama sıklığı çok az diyebilirim. Yemek konusunda Can’a sağlıklı ve dengeli seçenekleri doğru saatlerde sunmak, ancak yediği miktar konusunda onu özgür bırakmak yaklaşımını izliyoruz.
Uyuduğu saat konusunda daha kuralcıyız. “Ne yapalım uyumuyor, biz de uykusu gelene kadar bekliyoruz...” yaklaşımını kabul etmiyoruz. Uyku hepimizin zaman zaman zorluk çekebileceği bir konu.Ancak uyku alışkanlıklarının büyük ölçüde düzenlenebileceğine inanıyoruz.
Amerika’da annelik yaparken en zorlandığım konu, yardıma ihtiyacım olduğunda yardım isteyecek herhangi bir yakınımın olmaması… Bu anlamda annesine/ailesine yakın oturan tüm arkadaşlarımı fena halde kıskanıyor ve onların kıymetini bilin diyorum.

Annelik maceran nasıl başladı?
Kuzey ile evlendikten sonra uzun bir süre aklımızda çocuk yapmak yoktu.Ara ara birbirimize yoklama çekiyorduk çocuk konusunda, ama, uygulamaya koymak için acele etmedik. Ülke değişikliği ve eğitim de araya girince haftasonları sabahları geç saatlere kadar uyuma şansı bulduğumuz bayağı bir zaman geçti :) Nihayet ikinci eğitimleri tamamlayıp, işlere girince artık konuya sıcak bakmaya başladık. Ancak bebek dediğin ha deyince olmuyor. Birkaç denemede tutturamayınca bu sefer “Eyvah!” dedik… Evde hamilelik testi yaptığım günü hatırlıyorum. Nasıl olsa yine negatif çıkacak diye pek de ciddiye almamıştım. Testin üzerine 2 paralel çizgiyi görünce Kuzey’e nasıl seslendiğimi, birbirimize nasıl sarıldığımızı dün gibi hatırlıyorum. Annelik maceram işte böyle başladı.

Doğum hikayeni anlatabilir misin?
2011 senesinin Nisan ayında, 7 saatlik bir süreçte, epidurelle normal doğum yaparak Can’ı kucağıma aldım.
Ben doğal doğumdan yanayım.Doğum sırasında uygulanmasını istediğim yöntemleri doğuma 3 ay kala listeledim ve doktorumla paylaştım.Doğum Tercihleri Listemde belirttiğim yöntemlere mümkün olduğunca uymak istediğimi ama doğumda beklenmedik bir durum olursa esneyebileceğimi belirttim.Doktorumla mutabık kaldık.Doğum esnasında beklemediğim birkaç durum oldu.Ancak bunların moralimi bozmasına izin vermedim.Sadece Can’ı sağlıkla kollarıma almaya odaklandım.
Doğumumu pozitif bir deneyim olarak hatırlıyorum.Seneler önce en samimi arkadaşımın doğumuna destekçi olarak girmiştim. O zamandan beri hamilelik ve doğumun mucizesi beni çok heyecanlandırıyor. Elbette her anne için kendi hamileliği ve doğumu en özeldir. Benim için de Can’ı kollarıma aldığım o ilk dakikalarda yaşadığım karmakarışık, yoğun ve güçlü duygular hayatım boyunca unutamayacağım bir deneyim... Doğum hikayemin tamamı burada… 

İlk günlerde zorlandın mı?Yanında birileri var mıydı?
İlk günlerde zorlanmayan bir anne var mı acaba? Bebek yaşantılarımıza çok büyük bir mutluluk ve bir o kadar da büyük sorumluluklarla geliyor. Özellikle o ilk aylarda anne ve babanın yaşantısı büyük ölçüde mini-insanın çevresinde dönüyor. Hamilelik dönemimde annemin doğumdan bir süre önce yanımıza gelmesi ve doğumdan sonra bir müddette yanımızda kalmasını hedeflemiştik.Dedemin beklenmedik bir sağlık sorunu nedeniyle, annem geldiğinin ikinci haftası, henüz ben doğum yapamadan Türkiye’ye geri dönmek durumunda kaldı.Çok şanslıyım ki Kuzey’in annesi ve babası imdadımıza yetişti. Kayınvalidem doğumuma girmekten tutun, o en zor ilk ayda yemek, ev işleri gibi yaşantımızı kolaylaştıracak her türlü yardımı yaptı. Kayınpederim Can ile oyunlar oynadı ve çok ihtiyacım olan uykuyu bana verdi. Onların borcunu asla ödeyemem.Bu sayede zorlukları büyük ölçüde atlattık diyebilirim.

Can da hem çok tatlı, hem de azıcık zor bir bebekmiş sanki değil mi?
Can’ın her çocuk gibi dönem dönem zorlukları oldu ve hala daara ara olmaya devam ediyor.Bebekken bir dönem uyku konusunda çok zorluk çekmiştik. Kuzey’in slingi takarak saatlerce evde bir duvardan diğer duvara yürüdüğü dönemlerimiz var.Şu aralar en büyük zorluğumuz istedikleri reddedilince tutan bebeksi damarı… Ancak genel olarak baktığımda uyumlu bir çocuk, yuvarlanıp gidiyoruz işte... 

Şimdilerde kreşe gidiyor sanırım.Bir gününüz nasıl geçiyor?
Babası ve ben çalıştığım için Can hafta içi 5 gün sabah saat 8’den akşam 18’e kadar yuvaya gidiyor. Montessori felsefesine göre eğitim veren ve çok memnun olduğumuz bir okul bu. Akşam eve gelince el-yüz yıkanıp, elbiseleri değiştirdikten sonra akşam yemeğini beraberce yiyoruz.Ardından oyun ve aktivite saatimiz başlıyor.O günkü modumuza  göre lego, puzzle, arabalar, resim yapmak gibi pek çok aktivite yapıyoruz. Saat  20’de yatış hazırlıkları için odasına geçiyoruz. Pijama giyilip, dişleri fırçaladıktan sonra hikaye kitabı okuyoruz.İdeal yatış saati 20:30, ama, bazen 21’i de buluyor.Bu rutinin biraz değiştiği tek gün bu yaz boyunca devam ettiği yüzme okulunun günleri oldu.Okuldan sonra yarım saat yüzme okuluna gitti.Oldukça faydasını gördüğüne ve eğlendiğine inanıyoruz.
Haftasonları Can ile Kuzey beraberce erkenden kalkıyorlar.Kuzey bize kahvaltı hazırlıyor.Biraz uyumama fırsat tanıdığı için ona sonsuz minnettarım.Beraberce yapılan güzel bir kahvaltıdan sonra ben bulaşıkları hallederken Kuzey ile Can genelde oyun oynuyor.Eğer ev temizliği günümüz değilse, ki onu da ailecek yapıyoruz, ben de onlara katılıyorum. Öğlen 12 gibi uyku saatini ihmal etmemeye gayret ediyoruz. Can uyandıktan sonra genelde dışarıya çıkıyoruz. Parka gitme, haftalık market alışverişi gibi aktivitelerden sonra eve geldiğimizde gün zaten bitmiş oluyor.Pek rutin bir hayatımız olduğunu söyleyebilirim :)

Amerika’daki kreşlerden de biraz bahsedebilir misin?
Bizim Montessori okulu konusunda deneyimimiz olduğu için ondan bahsedebilirim.Montessori felsefesi keşif yollu eğitim; çocukların sınıf içindeki aktivitelere katılımında esneklik; değişik yaş gruplarınınaynı sınıfta eğitim görmesi gibi klasik yuva anlayışında pek rastlamadığımız özellikler içeriyor.Öğretmenin bilgi aktarıcı, çocuğun pasif dinleyici olduğu öğrenme modelinden çok, öğretmenin çocukta doğal olan öğrenme hevesini teşvik edici ve destekleyici bir rolde olması hedefleniyor. Kişiliğin gelişmesinin yanısıra, ayakkabı bağlamak, kişisel temizlik, yemek adabı gibi hayatla ilgili temel becerilerin de gelişmesi Montessori’nin amaçları arasında… Eğitim ortamı hem grup aktiviteleri hem de bireysel aktivitelerin kolayca yapılabileceği şekilde düzenlenmiş.
Can Montessori okuluna başladığından beri kişiliğinde, dil gelişiminde, sosyal davranışlarında ve fiziksel gelişiminde pek çok yol katettik. Artık daha bağımsız, daha konuşkan ve girişken bir çocuk. Kuyruğa girmek, sırasını beklemek, restoranda bağırıp çağırmadan sakince yemeğini yemek, hatta kendi siparişini vermek J, ayakkabı bağlamak, kendi kendine tuvaletini yapmak, ev temizliğine yardımcı olmak gibi pek çok olumlu huyu Montessori okulunda edindi ya da pekiştirdi.
Okula başladığından beri 2 öğretmen değiştirdi. İlk öğretmeni toddler (henüz yürümeye başlamış ufak çocuk) sınıfındaydı. Bu sene bir üst sınıfa geçti. Eğitimde okul kadar öğretmenin kalitesinin de çok önemli olduğuna inanıyorum. Şansımıza her iki öğretmenimiz de son derece ilgili, işini seven ve ciddiye alan insanlar. Can’ın gelişiminde en az bizim kadar katkıları vardır.
Montessori eğitimi hakkında daha detaylı görüşlerimi merak edenler blogumdaki şu yazıyı okuyabilirler. 
(Can’ın okulunda sene sonundaki International Festival’den Can’ın sınıfı olan Antartika...)
Hem annelik hem de home-office web tasarımı cidden zor olmalı. Şimdi Can büyüdü; işlerin azıcık kolaylaşmıştır sanki… İşleri nasıl yetiştiriyorsun?
Yetiştirebildiğimi kim söyledi? :) İşler yetişmiyor canım, yetişmiyor! Şaka bir yana, bir gün 24 değil, 124 saat olsaydı yine zamansızlık çekerdim herhalde...
Web tasarımı eğitimini aldığım ana iş alanı. Bununla beraber yaptığım tek iş değil. Eğitim sektöründekiözel bir şirkette part-time olarak test sorularının yanıtlarını puanlamaişinde çalışıyorum. Yine eğitim sektöründeki bir organizasyon için Türkçe-İngilizce çeviri konusunda part-time danışmanlık yapıyorum. Çok yazarlı kadın websitesi Biricik Dünyam’da ve kadınlara/annelere yönelik etkinlikler organize eden Pozitif Düşünceler’de kurucu üye ve webmasterım. Milliyet Bebek ve Çocuk bölümü yazarlarındanım. Kişisel blogum olan BebekveBen’de, her ne kadar son dönemde ihmal etsem de, yazıyorum. Elbette bunların hepsi, her zaman aynı yoğunlukta olmuyor. Tüm çalışmalarım genellikle proje bazlı oluyor. Ama bazen birden fazla iş aynı anda bastırıyor. O zamanlar kimseler karşıma çıkmasın. Yaptığım işler bana büyük bir tatmin duygusu veriyor. İşlerimi keyifle yapıyorum. Yanlız, zaman sıkıntısı çektiğim dönemlerde uykumu ve sağlığımı biraz ihmal ediyorum maalesef 
Can’ın büyümesi ve hafta içi her gün yuvaya gitmesi işlerimi bir ölçüde kolaylaştırdı. Ancak yine de çok ufak bir çocuk ve anne ilgisine muhtaç. Onu da ihmal etmemek en önemli hedeflerimden biri... Nihayetinde tüm bu çalışmalar, kendimi gerçekleştirmenin yanısıra, ona daha iyi bir gelecek sağlamak için de...

Şimdilerde bambaşka bir sitenin kurucularındansın.Biricik Dünyamda tam olarak yapmak istediğiniz nedir, içerikte neler olacak?
Biricik Dünyam Ağustos 2014’de açılışını yaptığımız yepyeni , çok yazarlı, ağırlıklı olarak kadınlara  ve annelere yönelik bir websitesi. Kadın dünyasını kucaklayacak samimi, güncel, eğlenceli ve bilgilendirici bir çizgiyi hedefliyoruz. Her biri birbirinden değerli çoklu yazar kadromuzla aile, bebek, çocuk, fırsatlar, güzellik, diyet, makyaj, moda, hobi, kültür, kitap, müzik, sinema,  magazin, mutfak, örgü, sağlık, sosyal sorumluluk, ürünler ve yaşam gibi pek çok konuda okurlarla buluşuyoruz. Ayrıca kadın, anne ve çocuk sağlığı gibi konularda uzmanlarımız okur sorularını yanıtlıyor. Mutlaka ziyaret etmenizi, emaille üye olarak okuma listenize eklemenizi tavsiye ederim. www.biricikdunyam.com

Bebek ve Ben sayesinde yolumuz kesişmişti seninle, bende zaten yerin apayrı :) Orada “Okur Mektupları” bölümün gerçekten bir harika.Olayları kendi başına gelmiş gibi ele alıyorsun çünkü, çok gerçekçi… Bu kadar detaylı cevap vermeyi nasıl başarıyorsun?
Teşekkür ederim.Senin de bende yerin çok ayrı.Hayatının bu çok özel dönemini benimle ve okurlarımla paylaştığın için bir kere daha teşekkür ederim. Kendimi minik Elif’in teyzesi gibi hissettiğimi biliyorsun…
Okur soruları konusuna gelince… Okur sorularını yanıtlamaya bayılıyorum.Yazdığım yanıtlar sadece bir anneye bile yardımcı olsa, yol gösterse, farklı bir bakış açısı verse, misyonumu yerine getirmiş sayıyor ve o gece yatağa çok mutlu bir insan olarak giriyorum. İnternetin mucizesi sayesinde dünyanın bir ucundaki başka bir anneyle iletişime geçmek, onunla aramızda kurduğumuz bağ benim için çok kıymetli... Kim olduğumuz, nerelerden geldiğimiz önemli değil. Anne olmak, kadın olmak bizleri birleştiriyor. 
Sorulan soruların bir kısmını, Can ile yaşadığımız tecrübelerden yola çıkarak daha kolay yanıtlayabiliyorum. Bazı durumlarda da önceden tecrübe etmediğim konularda sorular geliyor. Bu durumda kendimi o annenin yerine koyarak, bu durum bizim başımıza gelseydi ne yapardık sorusunun yanıtını bulmaya çalışıyorum. Ancak her iki durumda da, kendi yaptığım uygulamaları doğru kabul etme yanılgısına düşmemeye, konu hakkında bilimsel kaynaklardan araştırma yapmaya, konuya tek yönlü değil, farklı bakış açılarından bakmaya özen gösteriyorum.
Bence çocuk yetiştirmekle ilgili hemen her konuda tek bir doğru yok. Seçimler ve o seçimlerin avantajları/dezavantajları var. Ben seçenekleri okurlarıma sunarak, sağduyularını kullanmalarını ve kendi durumlarına en uygun çözümü bulmalarını öneriyorum. Bu nedenle yanıtlarım genellikle kısa olmuyor. Sorulan soruları savuşturmak, hızla yanıt vermek adına işe yaramayacak, genel bilgiler vermek bana göre değil. Eğer bir anne zamanını ayırarak benden bir konuda yardım istemişse, fikrimi sormuşsa doyurucu bir yanıt almayı hak ediyor. Okur mektuplarına yanıtlarım bazıları için uzun gelebilir, ama, soru sahiplerinden gelen geri beslemelerden işe yaradıklarını duyunca çok seviniyorum.

Blogun Bumerang ödülü de kazanmıştı, o heyecana ben de o ara ortak olmuştum. Neler yaşadın, neler hissettin bu ödül haberiyle?
2013 senesinde Hürriyet Bumerang Ödülleri’nde, yarışmaya katılan 1,700’ü aşkın blog arasında, En Çalışkan Blog kategorisinde ilk 3’e girdim. Yarışma süreci gerçekten çok tempoluydu. İlk 50, ilk 10 ve ilk 3 açıklandı. Hem halk oylaması yapıldı, hem de birbirinden değerli jüri üyeleri seçim yaptılar. Finale kaldığımı duyduğumda kulaklarıma inanamadım. Çünkü ilk 10’a kalan blogların hepsi gayet başarılı  bloglardı. Ödül töreni gecesine davet edilince adeta uçarak (gerçekten de uçakla :))Türkiye’ye gittim. Harika bir organizasyonla çok güzel bir gün ve gece geçirdim. Pek çok blogcu arkadaşımla ve çok sevdiğim bir yazar olan Ayşe Arman ile tanışma fırsatını buldum. Bugün ödülüm evimde en güzel köşede duruyor ve yazmaya devam etmek için bana cesaret veriyor. Elbette verdikleri oylarla beni bu noktaya taşımış olan okurlarımın, arkadaşlarımın ve ailemin desteklerini unutmak mümkün değil...

Sosyal imkanlar olarak Amerika’da daha fazla seçenek olduğunu söyleyebilir miyiz?
Sosyal imkanlar açısından Amerika’da yaşamanın en hoşuma giden yönü, çocukların gelişimini bütünsel olarak ele almaları.Örneğin bir şehir planlaması yapılırken ya da hükümet bütçeleri düzenlenirken ailelerin nefes alabileceği park alanları mutlaka düşünülüyor.Marketlerde, restoranlarda çocuklu ailelerin ihtiyaçları düzenlenerek öncelikli park yerleri, özel sandalyeler, alt değiştirme üniteleri çok yaygın. Türkiye’de de bu konuda gelişmeler olması beni mutlu ediyor.
Amerikan kültüründe okul çağındaki çocuklar için devlet okullarında dahi extracurricular activities denilen müfredat dışı aktivitelerin önemi çok büyük.Spor, topluluk içinde konuşma (hitabet), drama, koro çalışmaları, tartışma grupları, okul bandoları, okul gazeteleri, üniversitelerdeki sorority ve fraternity grupları (kız ve erkek kardeşliği birliği), toplum faydası için gönüllü olarak yapılan aktiviteler gerçekten önem taşıyor.Bu aktiviteler sayesinde kendine güvenen, yaratıcı, topluluk önünde konuşabilen, sorumluluk alabilen, lider ve girişimci insan tipi yetiştirilmeye çalışılıyor. Okul mezuniyetinden sonraki işe alımlarda diplomanın ya da akademik notların yanısıra bu aktivitelerin de önemi oluyor.
Bir açıdan bakarsak, Türkiye’de de çocuklar için çeşitli sosyal imkanlar var. Arayan, sosyal aktivitelere çocuğunu dahil etmek isteyen bir anne, biraz uğraşıylaçocuğuna uygun bir aktiviteyi mutlaka bulacaktır. Tek üzüldüğüm ve kabul etmek istemediğim nokta Türkiye’de bu tür sosyal imkanlara erişimin belli bir gelir grubunun üstündeki çocuklar için mümkün olabilmesi... Aslına bakarsanız, çocuklarımızı seven bir toplum iddiasında olmamıza rağmen çocuğun birey olarak varlığı önemsenmiyor ve hakları göz ardı ediliyor. Yaman bir çelişki bu…
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün 130’u aşkın gençlik merkezi var, ancak bunlardan yalnızca 40’ı kendi bina ve imkânlarına sahip, dolayısıyla Türkiye’nin tamamına erişemiyor. Türkiye’de ergenlerin ve gençlerin en yaygın boş zaman etkinlikleri TV seyretmek, arkadaşlarla sohbet ve alışveriş merkezlerinde gezmek.Gençlerin %75’i büyük alışveriş merkezlerini gezmenin en çok sevdikleri boş zaman etkinliği olduğunubelirtmiş.Gençlerin ve ergenlerin, boş zaman geçirecek başka yerleri olmadığı, maddi güçleri yetmediği ve aileleri kısıtlama getirdiği için boş zamanlarını böyle yerlerde geçirmek zorunda kaldıkları söylenebilir.Buna karşılık, fiziksel ve zihinsel yetenekleri geliştirme potansiyeli en yüksekolan boş zaman etkinlikleri çok daha az tercih edilmekte. Türkiye’de gençlerin sadece yüzde 36’sı günlük gazete, yüzde 27’si de kitap okumakta. (Türkiye’de Çocukların Durum Raporu, UNICEF, 2011)
Çocuğun ihtiyacı sadece karnının tok, sırtının pek olması değil. Sosyal ihtiyaçlar hep göz ardı ediliyor ya da edilmek durumunda kalınıyor. Biz bırakın çocukların sosyal haklarını hala çocuk işçilerin, çocuk gelinlerin, çocuklara uygulanan şiddetin yüksek oranlarını konuşuyoruz Türkiye’de... Bu konuda sadece devletin değil, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının da hemen şimdi harekete geçmesi gerekiyor.

İki yaş halleri ile ilgili duygu ve düşüncelerini de merak ediyorum.Yalnız kolikten yeni çıktık bizi çok korkutma olur mu? :)
“İki yaş bir şey değil, siz asıl üç yaşı görün” dermişim... Şaka bir yana her yaşın kendine göre güzellikleri ve zorlukları var bence... İki yaşla ilgili zor durum tam bir geçiş dönemi olması...Çocuk bir yandan yürümek, kendi başına yemek yemek gibi bazı gelişim milatlarını başarıyla yerine getirirken, konuşmak, kendini ve isteklerini doğru ifade etmek konusunda yetersiz kalabiliyor. 2 yaş efsanesinin :) çoğu buradan ileri geliyor. Adeta minik bir bedene hapsolmuş bir ergenle mücadele ediyorsunuz. Ama o ergen çoook tatlı... Bir saniyede sizi çileden çıkarırken, diğer saniyede ıslak bir öpücük ya da ufacık bir sözcükle kalbinizi eritiyor. İki yaşta da, üç yaşta da (ve muhtemelen 5 ve 15 yaşta da) en önemli nokta: sabır, sabır, sabır… Sıkıldığınızda aynanın karşısına geçip şu sözleri tekrar edin: “Bunları yaşayan ilk anne ben değilim, son anne de ben olmayacağım.” Sonra da dönüp, minik cüceyi kucaklayın. Sıkıntılar uçup gidecek...

Can ileride nasıl bir çocuk olursa kendini iyi bir anne gibi hissedersin?
Uff, Pandora’nın kutusunu açtırdın  bana... Her anne sanırım bu konuda saatlerce konuşabilir. Ama bizim konuştuklarımız sadece temenni düzeyinde kalmalı. Sonuçta geleceğini belirleyecek olan çocuğun kendisi... Can, bağımsız; insanlara ve tüm canlılara karşı saygılı ve sevgi dolu; sevdiği bir işi ve yapmaktan keyif aldığı hobileri olan; pek çok arkadaşı, yeterli sayıda dostu ve özel bir hayat arkadaşı olan; çok yönlü düşünebilen; sorumluluk sahibi ve hoşgörülü bir yetişkin olursa bir anne olarak kendimi iyi hissederim.Sanki biraz uzun mu oldu? Demiştim Pandora’nın kutusunu açtırma diye… :)

Bir de sahiden “iyi anne” kavramı var; oldukça göreceli. Sence anne kime denir?
Anne bence sadece çocuğu doğuran değil, çocuğun yetişmesi için emek verendir.  Doğum her ne kadar mucizevi bir eylem olsa da ve klasik aile tipinde çocuğu doğuran kadın, aynı zamanda yetiştiren ve en çok emek veren kişi olsa da; çoğunlukla zorunluluklardan ya da bazı durumlarda tercihlerden, çocuğun biyolojik annesinden uzakta yetiştiği pek çok aile modeli de var. Bu anlamda çocuğa emek veren büyükanneler ya da diğer kadın akrabalar, evlatlık sahibi anneler ve kimi durumlarda öğretmenler bile en az biyolojik anne kadar önemli ve kutsal bir görev yapıyor. Bence anne, çocuğa emek verendir.

Can ile okuduğunuz kitaplardan yaptığınız aktivitelerden de bahsedebilir misin? Eskiden blogunda daha sık yazardın, şimdilerde yazmaz oldun, meraktayım…
Blogumda daha sık yazmayı çok istemekle beraber yaptığım projelerin yoğunluğu beni engelliyor. Bu konuda kendimi suçlu hissediyorum, çünkü yazmak benim için adeta bir alışkanlık. Yazarken nefes aldığımı hissediyorum.
Kitap konusuna gelince... Can’ın şimdiden oldukça dolu bir kütüphanesi var. Kitapların ağırlığı İngilizce’de... Ancak Türkiye ziyaretlerimiz oldukça Türkçe kitaplar da eklemeye gayret ediyoruz. Bir iki tane de çok basit İspanyolca kitabımız var. Okuduğumuz kitaplar dönemsel olarak ve Can büyüdükçe değişiyor. İlk dönemlerde yaşına uygun olarak kalın karton sayfalı, görsel ağırlıklı ve bir iki kelimeden oluşan kitaplar tercih ederken, artık ufak hikaye kitapları okuyoruz. Kimi zaman Can’dan gördüğü resimleri anlatmasını istiyoruz. Kendince öyle tatlı hikayeler uyduruyor ki...
Bu aralar en favori kitaplarından biri “He's Got the Whole World in His Hands” (Kadir Nelson) Bu kitap bir çocuğun gözünden dünya üzerindeki tüm insanların birbirleriyle bağlı olduğunu, yaşamaktan keyif almayı ve dünyaya bağlılığı anlatıyor. Diğeri de Aysun Berktay Özmen’in “Çevreci Kral Kurbağa” kitabı.Adından da anlaşılacağı gibi hayvanların gözünden çevreyi korumanın önemini anlatıyor.


Sence bir kadın doğuma en yalın/keyifli/dolu dolu nasıl hazırlanır?
Doğuma hazırlığın büyük kısmı bence kafada, düşüncede hazır olmaktan geçiyor.Bilgi sahibi olmak kesinlikle doğum sürecinin daha pozitif geçmesine yardımcı oluyor.Bu anlamda kitaplar okumak; hamilelik, emzirme ve doğum konusunda kurslara gitmek;doğum sürecine ve bebek bakımına ilişkin videolar izlemek faydalı. Doğum süreci hakkında tecrübeli annelerle konuşmak faydalı, ancak sürecin bizde farklı bir şekilde gelişebileceğini aklımızdan çıkarmamak gerek. Olumsuz hikayelerden fazla etkilenmemeye çalışmalı, gerekirse olumsuz konuşmaların yapıldığı ortamlardan uzaklaşılmalı.Tüm anne adaylarına doğum yapacakları hastaneyi mümkünse gezmelerini öneririm. Doğum yapılacak ortamın tanıdık olması insanı rahat hissettiriyor. Bu mümkün değilse de üzülmesinler. Çünkü doğum süreci, benim de yaşadığım gibi, planlanan şekilde gerçekleşmeyebiliyor. O nedenle doğum ile ilgili plan yapmak güzel ama esnek olmakta da fayda var. Annenin tek bir hedefe odaklanmasında fayda var: Bebeği sağlıkla dünyaya getirmek. Geri kalan her şey ikinci planda çünkü...

Anne adaylarına neler tavsiye edersin?
Anne adaylarına rahat olmalarını tavsiye ederim. Annelik bir yarış değil. Kimse bir şeyi en iyi yaptığınız için size madalya takmıyor. Sosyal medyadaki allı pullu annelik gösterişlerine kulakasmayın. Annelik inişli çıkışlı bir macera. Hem çok mutluluk verici, hem de tüketici anları var, ama, yaşanan zorluklar ne olursa olsun mutlulukları, verdiği tatmin duygusu hep bir kademe yukarıda oluyor.Çocuğunuzla yaşadığınız her anın kıymetini bilin... Ben öyle  yapmaya çalışıyorum...

İyi ki tanımışım seni.Çok teşekkürler katıldığın için.

Asıl bu güzel soruları yanıtlama fırsatını verdiğin için ben teşekkür ederim.

Can'ın neler yaptığını merak ediyorum, hele ki yeni okulunda. Bizi bu haberlerden mahrum bırakan annesine buradan duyurulur :) 
Bazen "bloglar neden var" diye düşündüğümde aklıma gelen güzel örneklerden biri "Bebek ve Ben" ve tabii Tanla. Bir gün aklımdakileri yazarım umarım ama kısaca bloglar, güzel bir arkadaşlık, samimi paylaşımlar ve yazdıkça  rahatlamak için var sanırım.
İyi ki tanımışım seni Tanla ve iyi ki Elif'in teyzesi olmuşsun. 
Sahi sana söylemeyi unuttum, Elif kapısının üstüne astığımız uğur böcekli "Elif" yazısını çok sevdi, o böceğe her seferinde el atıyor, yeniden teşekkür ederiz :)
Devamını oku »

16 Eylül 2014 Salı

Lokum, Değişim ve Var-Yok Arası Bir yerler ...

Buralarda yoksam ya vaktim yoktur ya da yazmaya bile gücüm yetmiyordur.
Araya başka yazılar girse de Lokum hep aklımda. Bizimle olduğundan çok daha mutlu olduğunu fotoğraf ve videolardan görüyorum. Hem çok seviniyorum hem de dolu dolu ağlıyorum. Çok özledim onu. O gittikten sonra ev çok değişti. Evet "tüysüz"leşti ama sanki bir nefes de kayboldu gitti. kapıyı her açışımızda bilirdik ki Lokum  hemen burnunu uzatacak, bacaklarımıza dolanacak.
Henüz onun gidişine alışamamışken Elif'in geçmeyen ishali  ve benim acemilik hallerim, uykusuzluğum, bir şeylere yetişemem birbirine eklendi. Ben yine şükrediyorum çünkü yaşadıklarımız benim içimde hissettiğim kadar koooocaman şeyler değil ama ben onları olduklarından daha büyük yaşıyorum. (neyse bunun farkındayım)
Sevdiğim bir arkadaşımın bir süredir rahatsız olan görümcesi vefat etmiş. Hiç tanışmadım kendisiyle ama o kadar üzüldüm ki.
Bir taraftan yok yere aklımıza taktıklarımız, günümüzün kıymetini bilmeyişimiz diğer taraftan işte o var-yok arası bir yerlerde gezinme durumum beni şaşkına çevirdi.
İnsana bazen böyle haller de gerekli, bir durup düşünmek ve yeniden toparlanmak için.
Tobie Lolness'ı okuduğumdan beri de içimde bir şeyler çok farklı sanki daha yeşil mi desem bilmiyorum.
Bugünler de böyle olsun,
Umarım önümüz sağlıklı, huzurlu, neşeli, sevdiklerimizle güzel günlerle geçer.
Unutmadan, bu satırları okuman zor ama, Lokum seni sahiden özledim :/

Devamını oku »

Tobie Lolness; Bir Buçuk Milimetrelik Kahraman :)

Hani bazı insanlarla, hayatlarla, ailelerle tanışırsınız, kaynaşırsınız ve onlardan bir daha hiç kopamayacağınızı anlarsınız. "Acaba şimdi ne yapıyorlar" diye merak ettiğim böyle bir grup var sahiden benim hayatımda. Çoğu da kitap kahramanları. Gerçek hayatta bu kadar meraklı olduğumu söyleyemem. Ama bazı kitaplardaki bazı karakterler öyle çok içine alıyor ki beni bir müddet sonra onlardan biri oluyorum.
Bu kitaba daha önce başlamış birkaç sayfa sonra bırakmıştım. Geçen gün "ya sahi ne anlatıyor şu Tobie" diye kitabı tekrar elime aldığımda "Neden daha önce bırakmışım, vay ben ne salakmışım" dedim. Dedim gerçekten.
Bu kitabı okuduktan sonra yanından geçtiğim her ağaca bambaşka bir gözle bakmaya başladım.
Bizim dünyamıza çok benzeyen bir dünya var bu kitapta. Tek farkla; kahramanlarımız sadece 1,5 milimetre :) Ve bir ağaçta yaşıyorlar. (Bu kısım kıskanılası elbette)
Haberleri bilerek ve isteyerek hiç takip etmiyorum ama bu demek değil ki duyarsızım. Tam tersi bazı şeylere o kadar sinir oluyorum ki içim içime sığmıyor. En basit (ki o kadar da basit değil elbette) yaşama hakkımız olan temiz su içme, engelsiz bir yaşam, doğayla barışık bir çevre gibi kavramların içinin ne kadar boşaldığını gördükçe çok üzülüyorum. İşte bu iki kitap bana unuttuğum bazı değerleri hatırlattı: dostluk gibi mesela. Her şeyimiz "sanal" iken dostluğun tanımı da değişti haliyle. Birbirimizi "beğenerek" takip ediyoruz, "paylaştıkça" çoğalıyoruz... Elimdeki -şu an bu yazıyı yazmama vesile olan- bilgisayar ve internet bağlantısı da dahil her şeyi bırakıp Tobie'lerin yanına hatta mümkünse Ağaçsızların yanına gidip orada yaşayasım var.
Sahi Tobie'yi anlatacaktım.
Tobie Lolness ile kaçarken tanışıyoruz. Kimden neyden kaçıyor ve nereye gidiyor gibi soruları zamanla ve yavaş yavaş öğreniyoruz. Kitabın en başarılı tarafı kuşkusuz oldukça iyi işlenmiş kurgusu. İki kitapta ikişer bölüm ve 20'ye yakın ana karakter var ve hepsi hikayede öyle güzel serpiştirilmiş ki; sahneyi biri boşalttığı an diğeri dolduruyor. Yazarın bu kurnaz halini çok sevdim. Tam bir macera romanı. Her an yeni bir şeyler oluyor. "Buradan kurtulamazlar" dediğim an çoook önceden oraya yerleştirilmiş ama bizim unuttuğumuz bir figür çıkıveriyor. (sahneye bir silah konduysa,o mutlaka patlar değil mi?)
Tobie, babası Sim, annesi Maia, Elisha, Isha, Asseldor Çiftliği,Kar ismindeki minik kız,  Nils Amen, Jo Mitch, Kaplan, Ay Surat... Notlarıma bakmadan aklımda kalanlardan yazdığım isimler.
Bu iki kitap, Tobie ve ailesinin Alçak-Dallar'a sürgün hayatını, Elisha ile olan aşkını, Ağaçsızların yaşamlarını, Dorukların neye benzediğini, oduncuların iyi kalpliliğini yaklaşık 8 yıllık bir zaman diliminde anlatıyor.
Benim en sevdiğim karakter Sim Lolness ve Nils Amen oldu. Jo Mitch'i ve günümüzde temsil ettiği düzeni de bir kere daha nefretle andım. (kitap ve gazete yasaklanıyor bir ara; tanıdık geldi bana hayret!)
Ve bu kitapta çeviren kısmında "Elif" adını görünce duygulandım. Elif'in meslek olarak nasıl bir seçim yapacağını hiç düşünmemiştim ama günün birinde böyle harika bir kitapta adı geçerse ne kadar mutlu olacağımı hissettim. (Çeviri: Elif Gökteke bu arada)
Kitabı birkaç solukta okuduğum için aklım hep Ağaç'ta kaldı, rüyamda Asseldorlara misafir olup onlarla şarkı söylemişliğim bile var.
Kısacası bu kitaptan, hikayesinden çok etkilendim.
Tobie'nin Altair yıldızını ödünç almak istedim :)

" Her beynin kendi sırrı vardır. Benimkisi yatağım. Seninkisi tabağın. Düşünmeden önce yemek ye, yoksa iyi düşünemezsin."
"Eylem, düşünceyi özgürleştirir."
" ...tıpkı kar yağarken altına sığınılan bir kuş tüyü gibi o da bu hayallere sığınıyordu."
"Birisinin arkasından ağladığımızda bize vermediği şeylerden ötürü de ağlarız."
"Değişiklik boşuna olmaz."
" Özgürlüğün bir kokusu vardır, bir tadı vardır. Özgürlüğü bütün bedeninde hisseder insan."
"Gözlerinin derinliklerinde hala kıpırdamadan duran bir kuyrukluyıldız parlıyordu."

İlk kitap için inanılmaz bir başarı bence Tobie Lolness. 2006'da Saint-Exupery ve Tam-Tam, 2007'de Sorcieres Ödüllerini almış çünkü...

* Yazarın diğer bir kitabını meğerse önceden okumuş ve çok sevmişim, haberim yok :) YKY'den çıkan son kitabını da hemmen okumam lazım, karabalık bence sen mesajı aldın :)



Devamını oku »

Anne(lik) Sohbetleri: Semi (Mutlu Eller) & Kai Felix & Peer Ole :)

(Annelik sohbetlerine ara vermişiz gibi oldu sanırım bugünlerde. Soruların cevaplarını gönderip yayınlanmasını bekleyen annelerden kısaca özür dileyeyim buradan.)
Semi... Mutlu Eller :) Blog dünyasına girdiğimde (evet böyle bir dünya varmış sahiden; orta dünya gibi) karşıma çıkan ilk bloglardan biri. Semi ne yazsa ben ilgiyle takip ediyor, yazdıklarını okudukça mutlu oluyordum. Gezmeyi çok seven bir aile, pozitif ve sıcacık bir aile hayatı (maşallah diyeyim de) ve kahve sohbeti yapmak istediğim mutfakları :) (mutfağı nereden gördüysem hem değil mi :) Yolumuz böyle kesişti Semi ile. Blogunun adı "Mutlu Eller" olan birinden de daha sıcak bir sohbet düşünemezdim doğrusu:


Semi Merhaba,
Çok hoş bir tatilden yeni döndünüz. Önce oradan başlayalım; tatiliz nasıldı, nereleri gezdiniz? Çocuklarla tatil için tüyoların var mı?
Bizim gibi kurtlu bir aile için tatil her zaman biraz farklı. Hep böyleydi, bebeğimiz varken de sonrasında da.  Havuz başında ve açık büfede geçen tatiller bize göre hiç değil. Tatil bizim için yeni keşifler, yeni yerler, imkan varsa yeni kültür ve dolayısıyla yeni bir bakış açısı demek.
He yaz gittiğimiz gibi bu yaz da Hamburg tatiliyle başladı, malum babaannemiz ve dedemiz orada yaşıyor. Sonrasında aylar öncesinden planladığımız gibi İzlanda tatiliyle devam etti. İzlanda`yı anlatmak zor, bizim gibi doğayı, yürümeyi seven ve hava şartlarını kafaya takmayan bir aile için olağanüstü bir yer! Devamını merak edenler bloguma bakabilirler.
Çocuklarla tatil için çok özel bir sistemim yok. Biraz çocukların ilgi alanlarına ve karakterlerine göre zamanla kendiliğinden taşlar yerine oturuyor. Bebekliklerinde de çok sıkıntıya girmedim doğrusu. Peer Ole (ilk oğlum) ilk kez uçtuğunda 2,5 aylıktı ve sonrasında çok kez karayolu veya havayoluyla seyahatlerimiz oldu. (o dönem Polonya`da yaşadığımızdan uçak yolculukları, Türkiye ziyaretleri daha çoktu) Polonya`da orman, park çok. Hafta sonları çok yürüyorduk. Peer Ole`yi içine oturtabileceğimiz dağcı bir sırt çantamız vardı, her yere bizimle geldi bu sayede.
Aslında bebekle/çocukla şu yapılmaz veya zor yapılır diye düşündükçe işler daha da zorlaşıyor. Çok büyütmemek lazım. Her şey yapılır, zamanı iyi ayarlamak lazım. Tabii ki iki kişilik seyahat gibi olmuyor, her şey düşünülenden daha uzun sürüyor en basiti. Arabayla 3-4 saatlik yol, sık verilen molalardan dolayı çocukla daha uzun sürüyor mesela... Bunları göze almak lazım, sonuçta çocuğun da normal yaşama bir şekilde alışması lazım, sürekli evde oturacak hali yok.

Senin annelik maceran nasıl başladı ve tabii devam etti?
Hamile kalmam maceralı olmadı. İstediğimiz bir zamanda ve tam hazırken anne-baba olmaya karar verdik. İki hamileliğim de gayet iyi geçti, sıkıntı yaşamadım. Hamileliğimin 6.ayında Bursa`dan Polonya`ya, ikinci hamileliğimin 4.ayında Polonya`dan Bursa`ya taşındık. Hatta blogumda şöyle yazmıştım bu durum için: “evet bizim ailede taşınmak için hamile olmak birinci şart”

Doğumlarını Türkiye’de mi yaptın? Kısaca doğum hikayelerini anlatabilir misin?
Birinci doğum Hamburg`da, ikincisi Bursa`da gerçekleşti. İkisi de normal doğum. Hamileyken taşındığım Polonya`da, dilini hiç bilmediğim yerde doğurmak yerine Hamburg`da doğurmayı tercih ettim. Ufak bir ev kiraladım, doğum ve sonrasını birkaç ay tek başıma orda geçirdim. (eşim bu arada Polonya`da çalışıyordu ve hafta sonları ziyarete geliyordu.) Ailesi Hamburg`daydı tabii ama onlarla da arada görüşüyordum. Doğuma tek başıma taksiye atlayıp gittim, eşim sonradan geldi ve yetişti. Doğum esnasında da yanımdaydı.
İki doğum arasında çok fark var. Çok detaya girmeyeyim ama bizim ülkemizde her şey hızlandırılmış film gibi yaşanıyor. Kimsenin doğum sancısı bekleme gibi bir sabrı yok. Normal doğum anlayışı bile “ver suni sancıyı, hızlandır doğumu” şeklinde. Eğer şanslıysan normal doğum yaparsın bu ülkede. Gerekli durumları bilmem, tıp uzmanı değilim sonuçta, ama bu sezaryen için gereken tüm durumlar her neyse sadece bizim ülkemize özel anlaşılanJ Konu derin, benim ısrarımla ikinciyi de normal doğurdum diyerek konuyu kapatayım.

Seni biraz eski günlere götürmüş olacağım ama doğumdan sonra ilk günlerde yanında birileri var mıydı? Zorlandın mı?
Yukarıdaki cevabımda da biraz anlattığım gibi ben yalnızdım. Biz ailelerinin yanında yaşayan insanlar  değiliz. Ben ailemin yanından 19 yaşında üniversite için ayrıldım ve bir daha da dönmedim. Dolayısıyla alışkınım işlerimi kendim halletmeye. İyi ki de öyleJ
Bence doğumdan sonra anne ve bebek yalnız bırakılmalı. Evet biraz yardım edilebilir elbette. Ama her kafadan ses çıkan, gelenin gidenin her şeye karıştığı, ziyaretçilerinin eksik olmadığı bir evde bir annenin bebeğini tanıması çok da kolay değil.
Ben bu yalnızlığımı şansa çevirdim. Şans olarak gördüm bunu, karışan kimse yoktu. Bazı şeyleri okudum, bazı şeyleri ebeye sordum. Peer Ole uyuduğunda uyudum, onunla uyandım. Misafir ağırlama derdim olmadığımdan böylelikle dinlenebildim, birlikte bir ritim oluşturabildik.

İki dil iki farklı kültürle çocuk büyütmek zor mu yoksa daha kolay mı?
Nasıl algınlandığına bağlı. Kolay olduğunu söyleyemem ancak biz fırsat olarak görüyoruz. Aidiyet, milliyetçilik, din gibi konularda daha toleranslı olmak gerekiyor, ağzımızdan çıkana daha çok dikkat ediyoruz. İster istemez yaşadıkça farklı kültürleri kıyaslama yoluna gidiyorlar.  Kıyaslama olabilir ancak ince bir çizgi var, bir kültürün diğer kültürü ezmesine izin vermiyoruz.
Dil konusu ilginç. Daha önce iki dilli çocuklarla ilgili uzunca bir yazı blogumda da yazmıştım. Onlar için çok rahat bir konu aslında. Farkında bile olmadan öğreniyorlar. Ben 4 dille büyüyen çocuklar bile gördüm! Zaman zaman komik şeyler de olmuyor değil.  Karşılığını bulamadıkları bir kelimeyi tercüme ettiklerinde meselaJ Mekanizma doğuştan farklı çalıştığı için ileriki yaşlarda başka dilleri de öğrenme ihtimalleri yüksek.

KaiFelix ve Peer Ole J Bildiğim kadarıyla aralarında çok fazla yaş farkı da yok. İki kardeşin arası nasıl; birlikte neler yapıyorsunuz? (Mandala, Legolar, okumalar, pasta pişirmeler bir dolu şey yapıyorsunuz değil mi J
Çocukları büyütürken her aşamada onlarla yapacak yığınla şey buldum. Çok küçük yaşlarda başladım diyebilirim. Bu konuda pek mütevazı olamam, el becerileri yaşıtlarına göre ikisinin de çok iyi mesela. Okula başladıklarında daha eline makas almamış çocuklar vardı, çok şaşırmıştımJ Çocuklar için artık Türkiye`de de çok güzel aktivite setleri var bu konuda. Şart mı, asla değil. İnternet bir derya önümüzde. Üstelik çocuklar basit malzemeleri daha çok seviyorlar. Karton bir makarna kutusunu renkli renkli boyayıp ya da kaplayıp mesela bir kumbara yapmak çok mu zor! Ya da bitmiş bir kağıt havlu rulosundan hayvanlar, dürbün vs. yapmak. Ev dediğimiz yer atık malzeme cenneti! Benim mutfakta alttan iki çekmece çocukların atık malzeme deposu, malzeme her an elimizin altında.
İki kardeşin arası 3 yaş. Birlikte elbette bir şeyler yapıyorlar ancak kavga da ediyorlar. Bildiğimiz kardeşler yaniJ Birlikte bir şeyler yapmak büyüdükçe biraz daha değişiyor, eskiden aktiviteler çoktu ve keyifliydi. Şimdi birlikte fen deneyleri yapıyoruz, Okey, Mandala turnuvası yapıyoruz, kutu oyunları oynuyoruz, Origami ve Lego hayatımızda hep var zaten, mutfak da öyle...

Bir yorumda Alman sistemine göre uyku eğitimi verdiğini söylemiştin. Ondan bahsedebilir misin?
Aslında Alman sistemi falan demeyelim, aklın yolu bir diyelim. Benim etrafımda tanık olduğum örnekler daha çok Alman bakış açısı olduğundan öyle kaldı. Yoksa pek çok Avrupa ülkesinde durum aynı. Uyku dediğimiz şeyi de diğer şeyler gibi çocuğa öğretmemiz gerekiyor. Bir bebek istisnadan zor anlar, dolayısıyla bebeği çanta gibi gezdirerek uyku saati gelince hadi uyu bakalım demek ne kadar doğru olur. Bizim bebekler dışarda, parkta, ormanda gezip temiz hava solumak yerine çoğu evlerde vakit geçiriyor. Hele kışın en sık duyduğum şeydir “aman hasta olmasın, hava soğuk”.  Bu konuda gene Almanların sevdiğim lafı devreye girer “kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır”. Peer Ole`yi doğurduğumda hastanedeki çocuk doktoru mutlaka her gün dışarı çıkarın tavsiyesinde bulunmuştu. Temiz hava çocuğu daha rahatlatır, uyumasına yardımcı olur çünkü. Peer Ole, Polonya`nın soğuğunda öğle uykularını genelde dışarda uyudu. Hatta bıraksam birkaç saat uyurdu ama ben akşam normal saatinde uyusun diye uyandırırdım. Her akşam aynı şeyleri yapardık, pijama giy, (ilk dişten sonra diş fırçalama sıraya girdi) kitap okuma, şarkı söyleme ve öpüp koklayıp yatağa bırakma.  Böyle anlatınca ay ne kolaymış diyesi geliyor insanınJ Yok bu kadar kolay değildi tabii, arada ağlamalar, uyumak istememeler, diş çıkarma huzursuzlukları, burun tıkanmalar vs. oluyordu. Genelden bahsettiğimde iki çocuğum için de uyku bizde sorun olmadı diyebiliyorum.
Bu konu da aslında bazı konular gibi kültürden de kaynaklanıyor. Bizde çocuk ağlayınca kimse dayanamıyor. Araba koltuğu için de aynı şey söz konusu. Yolda görünce dayanamıyorum bazen söyleniyorum. Çünkü ufacık bebeği araç içinde kucakta görmek bana cinayet gibi geliyor. Neden diye soruyorsun “ araba koltuğunda ağlıyor, durmuyor” deniyor. Bazı şeylerin istisnası olamaz, güvenlik meselesi gibi çok ciddi konularda hiç.  Ya da başka bir cevap “zaten yakın mesefe, uzak değil”. E tamam o halde, zaten kaza dediğimiz şey de gelmeden önce haber veriyor nasıl olsa...

Ergenlik halleri sanırım sizde de başlamıştır. Çocuklarda sahiden bir dönüm noktası olarak yaşanıyor değil mi? Sen neler gözlemliyorsun?
Ergenlik henüz çok yeni bizim için. Birkaç sinyal aldık ancak başımıza tam olarak neler gelecek bilmiyoruzJ

“İyi ki yapmışım” dediğin neler var annelik hakkında?
Evet. İyi ki kendim büyütmüşüm diyorum. Bebeklik, ilk adımlar, ilk heyecanlar...hepsine tanık oldum. Öncelikle tek elden büyüttüğüm için kontrolü de kolay oldu. Zaman içinde birlikte çok şey yaptık, bu onları çok iyi tanımamı sağladı. Bir annenin tüm gününü bu şekilde geçirmesi elbette kolay değil, kafayı yer insanJ Ama eşler var neyse kiJ Ben bunaldığımı hissettiğimde bir hafta sonu birkaç saatimi arkadaşlarımla kahve içerek, sohbet ederek geçirebilmeliyim mesela...

Biz şimdi gazdır uykudur uğraşıyoruz ve bazen zorlanıyoruz. Size bakınca “ohh rahatlamışlardır” diyorum J Büyüyünce de daha farklı şeyler geliyor gündeme sanırım değil mi?
Çocuk büyütmenin hiçbir aşaması çok kolay değil bence. Zorluğun derecesi biraz değişiyor belki. Büyüdüklerinde kendi kendilerine hareket etme diye bir rahatlık var mesela. Bu da anne-baba olarak kendimize daha çok zaman ayırmamızı sağlıyor. Arkadaşlarında geceleyebiliyorlar ya da oynamaya gidiyorlar vs. Buradaki zorluk daha çok okulla birlikte başlıyor. Doğru okul seçimi, arkadaşların seçimi gibi. Eğitim Türkiye`de bir dert yumağı maalesef. Bunu da başka zaman anlatırızJ

Faydalandığın  çocuk eğitimi kitaplarını hatırlıyor musun?
Çok aşırı kitap okuduğumu söyleyemem. İki dilli büyütmeyle ilgili kitaplar ve bebekken hafta hafta beni nelerin beklediğini takip edebildiğim bir kitabım vardı. Almanca idi çoğu okuduğum kitap. Haluk Yavuzer`in kitapları da kitaplığımda vardır mutlaka tavsiye ederim.

İnanılmaz güzel çantalar yapıyorsun. Onlardan da bahsetmeden geçmek istemiyorum. Ne kadar zaman oldu, nasıl başladın ve nelerden ilham alıyorsun bu güzel çantaları yaparken?
Çok teşekkürlerJ Öncelikle dikiş hayatımda hep vardı. Annemden dolayı, çocukken de dikerdim onun yanında. Gençlik ve üniversite yıllarımda dikmedim elbette. Sonradan gene bir şekilde hayatıma girdiJ
Çanta fikri de kendiliğinden çıktı. İhtiyaçtan yaniJ Plastik poşet sevgisizliğimdenJ Önce bizim ev için her boy diktim, sonra diktiğimi yakınlarıma hediye etmeye başladım. Ben uzun yıllardır markete bez çantayla giderim, yolculuklarda arabada mutlaka bez çanta içinde kitap, oyuncak vs. olur, çocukların kendi çantaları var zaten. Bez çanta hem çevreci, hem daha sağlam.

Anne adaylarına ve benim gibi taze(cik) annelere neler tavsiye edersin?
Çok bilmiş gibi davranmak istemem ancak mutlaka bir şey söylemem gerekirse bebeklerinizle/çocuklarınızla mümkün olduğu kadar vakit geçirin, onları birey olarak önemseyin derim. Sevginizi belli edin ve yaptıklarına, düşüncelerine saygı duyun mutlaka ki o da büyüdüğünde size saygı duysun.  Duygularının ciddiye alındığından, önemsendiğinden emin olan bir çocuk size karşı güven duygusuyla büyür, sevgi besler.

Katıldığın için çok teşekkür ederim J
Ben teşekkür ederim, çok güzel hazırlanmış sorulardı

Semiyle sohbetimizi kahveler eşliğinde yapsaydık sanırım buraya sığdıramazdım. Ona soracak daha bir dolu sorum var-dı. Herkesin annelik tarzı farklı elbette ama Semi'nin tarzını çok seviyorum. Tatlı-sert ama disiplinli, sıcakkanlı olduğu kadar olayları soğukkanlı bir şekilde göğüsleyebilen, yenilikçi... Daha da uzatmak istemem ama katıldığın için sahiden bir dolu teşekkürler Semi; iyi ki kesişmiş yolumuz :)
* Kediniz için de çok ama çok üzgünüm :/
** Bir sonraki sohbet tee Amerikalardan hem de çok Can'lı :)




Devamını oku »

12 Eylül 2014 Cuma

5. Ay :)

1 ay daha geçmiş ve ben yine bir önceki ayda söylediklerimi bir güzel yalamış yutmuşum.
İnsan hayatında minik bir zaman dilimi belki ama bebekler için kooocaman bir atılım sanırım.
"Biz artık şunu yapıyoruz; ötekiler geride kaldı yaşasın"ların her zaman eklenerek değişeceğini çok güzel öğrendim. "Onu asla yapmam" dediğim şeylerden bazılarını yaptım. "Düzenimiz artık böyle" dediğimde ters köşe oldum. (Zaten bahsettiğim şey düzensizlikti...) Yani yine kısaca dolu dolu 1 ay geçirdik.

- Elif maşallah diyeyim her bebek gibi kıpır kıpır. Bize çok hareketli geliyor ama muhtemelen sadece Elifi gördüğümüz için böyle düşünüyoruz. Yani yerinde duran bebek yok sanırım.
- Çoraplarını illa ki çıkartıyor. O çorap kesinlikle ayakta durmayacak; onun yeri ağzın içi :)
- Ah o benim sırma saçlarımdan eser yok şimdi :) (arabesk bir şarkıyı mırıldanır gibi oldum) Tamam abartmayayım saçlarım hiçbir zaman kooocaaamaan değildi ama bana yetiyordu; iyiydik yani. Biraz kişiliksizdi. Tarandıktan hemen sonra bile annem "saçlarını tara" derdi çünkü tarandığı anlaşılmazdı, öyle karışık karmaşıktı ama ben seviyordum onları. Ta ki bir çoğunu kafamda değil de yastığımda yerde Elif'in elinde omzumda vs. görene kadar! Bir acayip dökülüyorlar ve yeni çıkanlar beyaz çıkıyor. Bu senenin modası Storm gibi bir şey olmazsa yandım :) Neyse şimdi bir şampuana başladım, 1 hafta oldu, fayda görürsem onu da yazarım.
- Elif son 2 haftadır ishal. Ve genel keyfinin iyi olması + İhmalkarlığımız sebebiyle doktora daha yeni gittik. Ankarada da şahane bir salgın varmış. Ama çok şükür tahlil iyi çıktı. Peki Elif neden ishal? Başka bir çocuk doktoruna daha gittik. Ona göre de Elif ishal değil. Diş mi dedik? Yok. Ben kendimden şüphelendim. Bu ara ayaklarım hiç ama hiç ısınmıyor. Bu sıcaklarda ısınmayacaksa ne zaman ısınır? Ayağımda çorap üstü yün patik var :)
- Şok Şok Şok!!! Elif kendi kendine uyumayı öğrendi... Hahaha yazınca bile güldüm :) İnşallah o da olur bir gün ama geçen aya göre uyku konusunda ilerlediğimiz tek şey Elif'in gündüz uykularının ayağımda sallamaya geçince azıcık iyiye gitmesi. Genelde 30 dakika sonra uyanıyor ama ayağımdan hiç bırakmadığım için uykusu açılmadan yeniden uyutuyorum. (geçen ayki "sanki o daha mı iyi" dediğim ayakta sallamanın ne iyi bir şey olduğunu anladım; sebebi bir sonraki satırda.)
- Veeee bu ayın en en en güzel gelişmesi neredeyse her güne 1 kitap okumuş olmam oldu. Henüz çoğunun yazısını bloga ekleyemedim ama bazılarını zaten unutmam mümkün değil. (Uyandığımda "Ağacın kalbine gidiyorum" dediğime göre...) Elif'e bu ay pek fazla kitap okuyamadım, bolca kukla oynattım ama... Kukla hikayeleri uydurdum ki bence bu daha eğlenceliydi :) Ve Elif nedense tavşanı çok sevdi :)
- Elif ilk defa kahvaltı masasından kendi elleriyle yürüttüğü biberi damakladı :) Dişledi desem olmaz, dişi çıkmadı çünkü.

- Bu ayın en üzücü gelişmesi de, az önce Lokum için yediğim balıktan ayırmam oldu :/ Son aylarda onunla neredeyse hiç ilgilenememiş olmanın verdiği vicdan azabı zaten yeterince oturdu içime.
- Babaanne ve anneanne ziyaretleri evimizde büyük bir neşe ile karşılandı. Sahiden iyi ki var'lar. Bir de minik teyzoş ziyaretimiz oldu :) Keşke her ay olsa... Onun gidişine de alışamadım. Yok ben sahiden ayrılıkların insanı değilim :/ Ah Lokum ah...
- Bebek bakımı ve gelişimiyle ilgili okuduğum satırları azalttım. Gına geldi resmen. "Tatlım yoksa sen hala pijamanla mı geziyorsun" denilmesini de sevemedim. Evet ya evet, bazen akşama kadar pijamamla geziyorum ve mutluyum. Oh!
- Elif ilk mektubunu ananesine yazdı. O da bir hayli duygulandı. Ah şu ananeler :)

- Elif uykuyu hala ve ısrarla sevmiyor. Ama uyuyunca da rahatlıyor. Uyanırken de öyle hafifçe değil de ya deriiiin bir ağlamayla ya da birden gözlerini açıp "ee ne kaçırdım uyurken" bakışıyla açıyor. Uyurken çok da bir şey kaçırmadığına hala inandıramadık.
- Az uykudan ara ara gündüz hülyaları görmeye başladığımı düşünüyorum :)
- Karabalıkla anlaştık bir gün sinemaya gideceğiz. İlk yarıyı ben izleyeceğim, ikinciyi de o izleyecek. Böylece hem tasarruf edeceğiz (tek biletle) hem de birlikte sinemaya gitmiş gibi birbirimize olayları anlatacağız.
- Elif, ilk kez bir düğüne katıldı. 7'de başlayacak düğün için 6.30'da yola çıktık ve düğün salonunu şiddetli yağmurun da etkisiyle 8.30'da bulduk çünkü yolda kaybolduk. Gelin ve damat 8.40ta içeri girince pek keyiflendik doğrusu; hiçbir şey kaçırmamıştık :) İşte o kır düğününde tanıştım bu kurtlu elmalarla.
- Biliyorum ki artık sesim inanılmaz güzel olmasa da Elif'i uyutmada çok işe yarıyor. "Bir Başkadır Benim Memleketim" şarkısının "laylay laylay laylay laylay"lı versiyonunu uyduruktan birkaç söyledim, hani nereden aklıma geldiyse, şimdi bu şarkıyla uyuyuyor :)
- Bazen İnişli çıkışlı da olsa Elif'e her baktığımda "iyi ki gelmişsin hayatımıza" diyoruz. Karabalığın Elif ağlarken "çok tatlı ağlamıyor mu" deyişi de bunun kanıtı herhalde. Babalar ve kızları :) Biz de şöyle anası ve kızı olabiliriz:

-Daha geniş yer verene kadar kısaca "Biricik Dünyam" sitesinde konuk yazar oldum diyeyim :) Becerebilir miyim bilmiyorum çünkü bu blog benim kendi yağımda kavrulduğum yer :) Bu güzel anılar için Biricik'e ve tabii ki Tanla'ya çok teşekkürler :) (ilk yazımı okumak isterseniz burada)
- Elif, gözlükten ve gözlüklülerden hoşlanmadığını açıkça belli etti bu ay :)  Çünkü bence kendisi "haydutsporun başkanı" lakabını cidden hak ediyor :)

Bu ay da bu kadarmış yaşadıklarımız. Hala çocuk doktorumuzu sevmeyip neden yola onunla devam ettiğimizi sorguluyoruz. Ve Elif hala ona bir yumruk atmadı, yüzüne kusmadı, eline çiş yapmadı ama onu görünce ağladı ve onun da kafası şişti :) (evet kötü anneyim :)
Önümüzde kısmetse Kurban Bayramı ve babaannee/dedee ziyareti var. Oradan da bolca güzellik biriktireceğimizi düşünüyorum.
*Aslında bir gelişme daha var ama o Elifle doğrudan ilgili değil; onu da başka bir yazıda kutlayayım pardon yazayım :)

Ne dersiniz, Lokum beni/bizi bir nebze olsun affetmiş midir?
Bizi özlüyor mudur?


Devamını oku »