Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




27 Nisan 2014 Pazar

(Bir Acayip) Acemi Annenin Loğusa Gün(lük)leri :)

Benim anladığım kadarıyla "loğusa" demek; "hani sen az önce hamileydin ve hormonların karmakarışıktı kimse sana bulaşamıyordu ya; işte doğumdan sonraki birkaç hafta da sen boşluğa düşme diye sana şimdi 'loğusa' diyeceğiz ve bir müddet yine kimse sana karışamayacak" demek gibi bir şey galiba. (iyi taraftan)
Tabii bir de hem istediğin kadar ağlayabilirsin hem de ammman çok ağlama, sütüne bir şey olmasın, demek olabilir.
Hamilelik öncesi halimi hatırlayamıyorum bazen. Kendimi zorladıkça görüntü iyice flulaşıyor sanki.Ne düşünürdüm ne yapardım hatta ben nasıl bir insandım :) Belki kulağa komik geliyor ama öyle hissediyorum.
Önceden de canımın her istediğini hemen yapan biri değildim ya da başına buyruk bir hallerde hiç değildim. Ama şimdi durum cidden değişti. Hamileliğin 9 ay olması gerçekten boşa değilmiş, insanı sürece hazırlıyormuş. Bebekle aranda öyle güzel bir bağ kuruyormuş ki buna sen bile inanamıyormuşsun.
Zaten oldukça evcimen bir insan(d)ım; geceleri bir yerlere gitmeyi vs sevmem, sıkılırım. Bana göre en güzeli evde kalıp mısır patlatmak :) Yanında kitap olur, film olur, sohbet olur hatta jenga da olur. Ama bahar geldi mi de "tutmayın beniiii" halleri yaşarım. Kendimi o çim senin bu sahil benim atasım gelir. Ankara'nın sahili sadece göl kenarları ama onu bulamayan da vardır diyip kendimi avutuyorum. Zira denizi, kokusunu, dalgasını ne kadar çok çok özlediğimi duymayan kalmadı. Loğusa günlerinin bahara denk gelmesi hem iyi hem kötü. Hava geç karardığı ve etraf uzun süre aydınlık kalabildiği için evde bile olsan için kararmıyor.(kış mevsimine göre) Ancak dışarıda kuşlar cıvıldayıp komşular arabalarına piknik malzemelerini güle oynaya doldururken evde olmak da insana biraz koyuyor. Kendimi eve kapatmış değilim ama istediğim saatte dışarıda istediğim kadar kalamayacağımı da biliyorum. Yürüyüşlerime henüz dönemesem de arada temiz havada çekirdek çitlemeye çıkıyoruz karabalıkla :) Önümüzdeki baharın inş. bizim için dolu dolu olacağını hissedebiliyorum. Elif'i çimlere atayım ben de yanına yatayım diyorum, planım bu. Ankarada ne kadar mümkün olabilirse avm'lere gitmeme niyetim var ancak hava kötüyken ve sen bir şeyler almak istediğinde başka bir çare kalmıyor. Kızılay bu durumda pek iç açıcı gelmiyor o şahane kaldırımlarıyla :)
Tabii ki Amelie :)
Günler daha çok -doğal olarak- emzirme, gaz, alt değişimi, uyku rutininde geçiyor. Rutin demişken Tracy Hogg geldi aklıma. EASY'i ne kadar uygulayabiliyorum, Tracy abla bizi görse madalya verir miydi bilmiyorum. Ama gerçekten gün içerisinde onu andığım zamanlar çokça oluyor. Hele ki "Your Time" kısmında :) Elif uyuduğunda -çoğu yeni anne gibi- ne yapacağımı şaşırıyorum. Duşa mı girsem, çıkıp temiz hava mı alsam, uyusam mı, kitap mı okusam hatta yemek mi yesem? Çoğunlukla önce tuvalete gidiyorum ki aklım başıma gelsin :) Ve bu ara hakkımı uykudan yana kullanıyorum. Duşa girme kısmı ise en sevdiğim. kitaplarda bunların bir süre gözümüze lüksmüş gibi görünebileceğini okumuştum. Hakikaten öyleymiş. Geçen gün minicik bir kütüphane kaçamağı yaptım. Zannedersin oraya kaçak gitmişim ve biri beni görürse "ahaa bastım yakaladım seni" falan diyecek :) Kitaplarla 5 dakika da olsa hasret giderdikten ve tabii ki aradığım kitapları bulamayıp kütüphaneye yeni kitap almaya bütçe ayırmayan zihniyete sevgilerimi gönderdikten sonra oradan ayrıldım. Dışarıdayken de aklım hep evde. "Elif ya uyandıysa, anneeee diye ağlarsa" :) Ki bunları yaşamam ve hissetmem de bildiğim kadarıyla oldukça doğal. Hayat bir müddet sonra "normal"e dönecek. Ama şu an bunları yaşıyoruz diye "ayy bu kadar telaşlı olma canııım"ları da duymak istemiyorum. "Acaba sen nasıldın bu dönemde, bir hatırlar mısın" diyesim geliyor.
Kafama ilk dank eden şeylerden biri de "Kimseyi yadırgamamak" oldu aslında. Başkalarına laf ederken ben de ne çok eleştiren biriymişim onu gördüm. eleştirdiklerimi de ohh bir güzel yuttum :)
elifle beraber oyunlar oynayacağımız, parklarda koşturacağımız günleri iple çekerken yaşadığımız günün kıymetini de bilmeye çalışıyorum. Ne de olsa zaman aslında çabuk geçiyor. Bir bakmışım ağzı süt kokulu kızım gitmiş yerine "hadi anne sinemaya gidelim" diyen tatlı bir çocuk gelmiş.
Bir de loğusalık demek bence bolca alınganlık, çokça salya sümük, "yetemiyoruuuuum" halleri demek.
Elifle eve geldiğimizde onu nasıl tutmam gerektiğini bile bilmiyordum. Dikişlerimden eğilip de altını değiştiremiyordum. Çok acayip bir acemilik vardı üzerimde, ki hala var. bazen "iyi ki var, her şeyi Elifle beraber öğrenmek çok güzel" diyorum; bazen de "daha tecrübeli olsaydım da kendimi yetersiz hissetmeseydim" diyorum... Burada da yine içgüdülerime güveniyorum ancak kıpır kıpırken üstünü değiştirmekte zorlandıkça aklıma "Yavru ahtapot olmak çok zor" kitabı geliyor :)
Kendini kötü hissettiğinde bunun "geçici" bir şey olduğunu bilmek, Elif ağladığında bunun onun kendini ifade etme dili olduğunu hatırlamak, insanlar boş konuştuğunda gülüp geçebilmek en güzeli. Tabii ki her zaman bunları yapamıyorum ama en azından farkında olmak da 1 adımdır değil mi?
Kısaca sevgili blog,
Adı "büyümek" mi, "evrilmek" mi bilmiyorum ama değiştiğimi ve bunun beni daha güçlü/mutlu hissettirdiğini biliyorum.(maşallah diyeyim de)
*Bu seferki "my time" da böyle geçti, bakalım diğerlerinde beni neler bekliyor :)

HERKESE NUTELLALI KREP TADINDA MUTLU PAZARLAR :)

Devamını oku »

26 Nisan 2014 Cumartesi

Elifle İlk Günler & Haftalar :)

Sevgili Blog, (Sana arada böyle seslenebilirim)
Kaç zamandır unutmadan yazayım dediğim şeyler iyice birikti, taştı bende.
Doğum hikayemizi anlatmıştım ve gerçekten tekrardan kalbi bizimle atan /mesaj gönderen herkese yeniden teşekkürler...
Hikaye asıl şimdi başlıyor değil mi?
Sevgili Anne Gazetesi, bir yorumunda "iş doğumla bitiyor zannetme, sonrasına da hazırlan" demişti.
Sevgili Love and Smile da "bence bebeğe hazır olmak diye bir şey yok" demişti.
Sizleri çok andım :)
Ama önce geleyim doğumdan sonra yaşadıklarıma.
İlk gecemiz hastanedeydi ve ben epiduralin etkisinden sanırım hala çıkamamıştım. Hemen yanımda Elif ağlarken dikişlerden dolayı ona çok fazla uzanamıyordum ve bu da canımı sıkıyordu. Ama olsundu, ona sağlıkla kavuşmak her şeye değerdi.
O gece ayağa kalkma çabalarımın birinde hayatımın 4. bayılmasını yaşadım. (diğer 3'ünü de bir ara anlatayım, oldukça komikler) O ara babamı gördüm, Elif'e selam söyledi :)
Hemşire/doktor bir şekilde beni uyandırırken kardeşimin yaptığı saçma sapan esprilere gülmeye çalışıyordum.
Çocuk doktoruyla da ilk günden tanıştık ve sevmediğimizi oracıkta anladık. Bebeğimize yüzü o kadar buruşuk bakıyordu ki ben o adamla burun buruna gelsem kesin yüzüne kusmaya çalışırdım. (Hala yüzü gülen, iyi kalpli, işinde iyi bir çocuk doktoru arıyoruz-Ankarada- bilen/gören varsa lütfen yoruma yazsın) Hatta sonraki ziyaret öncesinde Elif'e "Kızım bak bunu her zaman söylemem, az sonra göreceğin amcanın yüzüne kusabilir her türlü tekmeni savurabilirsin" diyecektim :) Ay ne kötüyüm.
İlk öğrendiğim şeylerden biri "bebeği halkımızın kendisinin büyüttüğü gerçeği" oldu. Yani herkes ennn tecrübeli ennnn harika anne/teyze vb. olduğundan senin de onun tecrübelerinden faydalanmalanı kesin olarak bekliyorlar.
İnsan ilk günlerde daha bir salak olduğundan hemen her söylenene yapmasa bile şaşkın ifadelerle "denesem mi kiii" diyerek bakıyor.
En güzel cevabı da bence kendi iç sesin veriyor; KESİN BİLGİ!

Bir de nedense insanların ilk sorusu "sütün yetiyor mu?" oluyor :) Hatta bizim - ben bebek olsam üzerine kesin kusardım- çocuk doktorumuz henüz 2. gün "senin sütün yetmiyor kiiii" diyerek gözlerimden çıkan alevlere maruz kaldı. Hemen oracıkta pes ederim sanıyordum ama ben de olayı "arttırırım ben bu sütü, sana da gösteririm" diyerek gurur yaptım. İçerim suları, gelsin malt içecekleri, dayayın bulguru mantığıyla çok şükür istediğim kıvama geldim. hayatta başka şeylerde de bu hırsı yapsaymışım dediğim oldu :)
O aralarda sevgili Editor Mommy Esra'nın yazısına denk geldim.
Sahi insanlara neden açıklamalar yapıyoruz bebeğimizi büyütürken onu düşündüm.
Cevabı kocaman bir SANANE olan sorular zincirine maruz kalmamızın en önemli sebebi "başkalarının hayatına bu kadar kolay karışabilme" hakkımız! Nasıl bir haksa bu.
"Onu öyle yapma, böyle yap"cılarla henüz tanıştım ve daha bir dolu karşılacağımı biliyorum. Sabrım yettiğince esprili yaklaşıyorum ama yetmezse de "One Piece" animesindeki Hasır Şapka gibi "Gomu Gomu Gomu" diyerek atağa kalkıyorum. Ne de olsa loğusayım :) (Bu da bir nevi hamilelik hormonlarının devamı, bunu da ayrıca yazma niyetim var.)
"Alıştırma"cılar var bir de. "Aaa kucak mı, alıştırma; aa emzik mi sakın" diye diye birçok konuda sizi korkutan bir ekip var. Yine o malum içses devreye girmeli bence...
Kısacası ilk günler bebemi şöyle bir öpüp koklayayım diyorsunuz ama dış etkilere de çokça maruz kalıyorsunuz. Sırf bu sebepten telefonumdan uzaklaştım, misafir işlerinden soğudum.(zaten sevmezdim, hele ki çat kapı olanları)

Peki cidden Elifle hayat nasıl geçiyor?
Allah isteyen herkese bu güzel ve bambaşka duyguyu nasip etsin diyeyim öncelikle.
"Anne olunca anlarsın" dedikleri şeylerin bir kısmını cidden daha yolun başında anladım. (anlamadıklarımın da ya zamanı var ya da ben bazı yerleri anlayamıyorum :)
Sevgili Tanla'nın harika fikriyle ilk günden itibaren bir not defterine emme-çiş/kaka-uyku düzenini not ettim. Bu durum cidden çok işime yaradı. Uykudan genelde fırlayarak uyandığımda ve zaten dalgın/unutkan olan bünyede "nerede kalmıştık çizelgesi" hayat kurtarıcı oldu, tavsiye ederim.
Normalde de parfüm kullanmazdım, hamileliğimde kullananlara da sinir olmuştum şimdiyse cidden sadece süt ve ter kokuyorum. Yani bu kokular birbirine karıştı. Tiksinerek de yazmadım bunu, son derece doğal ve bence güzel bir şey.
Uyku... biraz uyku... Ah seni depolayabilseydik :) Şaka bir yana, bebek zaten ilk zamanlarda oldukça sık emmek isterken depodaki uykuyu kullanmamayı tercih edebilirdim.
geçenlerde bir arkadaşım- şimdiye kadar ilk defa soruldu- bana "nasılsın, neler hissediyorsun" dedi; bunu psikolog olduğundan mı sordu bilmiyorum ama zavallı kıza "şimdi şöyle ki......" diye başlayan uzun bir mesaj yazmışım :)
Kısaca dilim şişmiş, anlatasım var.
Elifli hayat maş. gerçekten çok keyifli; hiçbir an'ından şikayet etme lüksüm olmadığını düşünüyorum.
Sadece bazen...
Tuvaletim geldiğinde son dakikaya kalmadan tuvalete gidebilmek, terlediğimde duşa girebilmek (gerçi hep terliyorum), yemeğimi boğazıma dizilmeden yiyebilmek güzel olurmuş diye düşünmeden edemiyorum.
Karabalıkla anlaştık zaten ben yiyecekleri soğuk tüketeceğim o ise ılık :) (sıcak, kimseye nasip olmadı :P )
Bu arada evdeki 2 anne de "bu bebe üşüyoooor" telaşında; birinin elinde yelek ötekinde başlık. O kadar heyecanlılar ki aklıma geldikçe kırmamaya çalışıyorum ama bazen de -ben zaten yangın ayşe olduğumdan da olabilir- "üşümüyor benim kızıııım" halleri yaşıyoruz.
Bir de insanın yaratıcılığı gelişiyor; emzirirken aynı anda susayan anneye pipetle su içiriliyor, yastıklar çeşitli hallerde kullanılabiliyor.
Geçen gün aceleyle bir şeyler alırken satış danışmanı "kaç aylık" dedi karnımı göstererek. Soruyu tersten anlayıp "iki haftalık" dedim :) O da "iki haftada bu kadar karın mı çıkıyor!" dedi. Belki bozmasam iyiydi ama "hee yok canım ben doğum yaptım" dedim. O da -bak hala inat ediyor- "e ama karnınız geçmemiş" deyince "evet bir tane de oraya sakladım" diyiverdim :) Hayatım boyunca bir manken kıvamında olmadığım gibi işin bence kötüsü öyle bir telaşım da olmadı; ortalamalarda gezdim hep. Ama bir de şu "kilolarını hemen ver" ekibi var kiiiii... hamileliğimde de kaç kilo aldığımı sıkıcı takip etmişlerdi. Belki de herkesin 34/36 beden olma hayali yoktır; belki bazılarımıza 38/40 beden daha çok yakışıyordur; ne dersiniz :)
Elifli hayatın en güzel tarafı yepyeni bir duyguyla; annelikle beni tanıştırmış olması sanırım. Onsuz geçirdiğin vakitlerde kafanı boşaltmaya çalışırken aslında vicdan azabı da çekme, onu özleme halleri.
Kimsede susmayan bebenin sana gelince ağzı açık aranarak da olsa kokunu tanıması ve bunun sende gözyaşlarına sebep olması (işte bu bir loğusa)
refleks hareketi de olsa minicik gülümsemelerinin dünyalara bedel olması.
Kucağımdayken sıkıp sıkıp içime alma isteği yaratması (neyseki içimden çıktı :)
Kısaca bir dolu güzellik geliyor aklıma.
Bir başkasının gazına bu kadar sevinebileceğini düşünmezdim mesela. Elif gazını yapınca "ollleeeey" nidaları ve kendin yapmış kadar rahatlama hissi :)
Henüz miniciğiz ve huyumuzu suyumuzu düzenimizi oturtmaya çalışıyoruz ama biliyorum ki ne olursa olsun biz onu hep ÇOOOK KOCAMAAAAN SEVECEĞİİİİZ :)
"O kadar kitap okudum da ne oldu?"
Aslında iyi oldu, genel kültürüm arttı :)
İnsanın bilgisin olması elbette ki iyi bir şey ama bence kitap okuyarak hazır olunmuyormuş; hatta bir şeylerin tam da ortasına düşülüyormuş onu anladım.
"İyi ki düşmüşüm" dediğim bir yer burası.
Karabalığın ifadesiyle "Biz Elifi büyütürken Elif de bizi büyütecek"...
Çok haklı.
Loğusalıktan çıkar çıkmaz büyümeyi planlıyorum :)
Unutmadan, hani dünya küçük ya, olur da denk gelirse -o kendini biliyor- Hilal hemşire sana ne kadar teşekkür etsem az. Bayılsam da cidden o gece senin sayende yürüdüm, kendimi az sonra koşacak gibi hissettim :)
Yukarıda yazdığım şeylerin bir kısmını vakti zamanında ben de -farkında olarak/olmayarak- yapmış olabilirim; kusura bakmayın olur mu?
Bazen uyusun diye gözlerinin içine bakılan, bazen de "çok uyudu, özledim valla" denilen bir garip süreçmiş annelik.
Hala tam olarak "anne" gibi hissetmesem de Elif'e bakınca BİZ'i görmek, birlikte geçirdiğimiz 9 ayı anımsamak ve yine beraber Mozart amcayla mutlu olmak çok güzel duygular.
Her an'ına şükrediyorum ve hafızama kaydediyorum.
Notlar alıyorum, fotoğraflar çekiyorum, buraya yazıyorum :)
Çok uzatmadım umarım,
Devamı da sonraya olsun.
*Tatil fotoları paylaşılmaya başlandı, az insaflı olun olur mu :)

HERKESE MUTLU TATİLLER, BOL GÜNEŞLER :)


Devamını oku »

Hediye Kitap: 21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi; Ve Kazanan Belli Oldu :)

Ayın 15'ine çekiliş yapacağımı söylediğimde buna gerçekten inanmıştım :)
Ne safmışım, şimdi anladım..
Umarım katılanlar çok kızmamışlardır bana.
Bu seferki çekilişi hemencecik yapıverdik ve kazanan sevgili "Anne Gazetesi" oldu :)))
İletişim bilgilerini mail adresimize bekliyoruuuuuuuuz...


Devamını oku »

22 Nisan 2014 Salı

Elifle Kavuşma Hikayemiz :)

Sevgili blog,
Seni ihmal ettim ama bir sor neden :)
Hepsi minicik tatlı bir sebepten; Eliften :)
Nerden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum ama ortadan bir yerden gireyim konuya; Elifle kavuştuk çok şükür ...
09.04.2014'te gittiğimiz rutin kontrolde -ki bana hiç de rutin gibi gelmemişti- nst, ultrason ve muayene sonucunda deriiiin bir sessizlik oldu. 
Sanırım aslında ben kararımı çoktan vermiştim, Elifin bana gönderdiği izleri takip edecektim.
O sabah hareketlerinde azalma olduğunu hissettiğimde "neyi beklediğimi" sorguladım.
Ve Elif'in "siz bana gelin anneeaaa" deyişini duydum.
Saat 11.30 gibiydi; ben oldukça emin bir şekilde kararımı verdim; kızıma bugün kavuşacaktım.
Tamm da hayalimdeki gibi yanımızda bir dolu kalabalık yoktu,sadece karabalık ve ben.
Bence o benden daha çok korkuyor gibiydi; sürekli "emin misin, istersen bekleyebiliriz" halleri.
Durdum, "neyi bekleyeceğiz ki" dedim; "kızım bugün gelmek istiyor"
Genelde hislerime güvenirim, ne de olsa balık burcuyum :)
Odamıza gidip yatışı yapıp insanlara haber verdiğimizde saat 12.05ti.
O an aklıma geldi ve kızıma kitap okumaya başladım; karnımdayken yapmak istediğim son şey buydu.
İnanılmaz güzel bir kitap bu arada
Bir de defterine o anki duygularımızı yazdık.
Ben çok acayip heyecanlanırım nasıl ağlarım falan zannediyordum sanırım hormonlarım bana yardımcı olmaya karar verip adını tam olarak bilmediğim ama endorfin olduğundan şüphelendiğim bir hormon salgılamaya başladı ve ben etrafa gülücükler saçarak ameliyathaneye girdim.
Elimde bana ennnnn çok cesaret veren pandalarım vardı çünkü bizim karabalık tüm ısrarlarımıza rağmen ameliyata alınmamıştı.
Öğle arası yemeğe mi yetişeceklerdi yoksa bu işler hep bu hızda mı olurdu bilmiyorum ama kendimi oradan oraya savrulurken buldum, herkes koşturuyor bana bir şeyler takıyordu. O kadar şaşkın ve dalgındım ki insanlara espri falan yapıyordum "şimdi bayıldım" diye :) Halbuki sadece epidural aldım. Sezaryenin detaylarını yazmak istemiyorum çünkü bu satırları henüz doğum yapmamış insanlar da okuyabilir ve yanlış bir cümle onları etkileyebilir.
Sezaryen sırasında pandalarımı sımmmsıkı tuttuğumu hatırlıyorum.
Tam o sırada güçlü bir ağlama sesi duydum, sanki "anneeaaa" mi diyordu :)
Yanıma getirdiklerinde -biliyorum hiç duygusal olmayacak ama- "e ben bu kızı tanıyoruuuum" dedim...
Bebekler öpülmez koklanırmış ama hemen oracıkta her yerini öptüm.
Az önce karnımda olan bebe şimdi yanımdaydı.
Çok mu kitap okumuştum bilmiyorum çünkü çok bilmiş bakıyordu.
Vee saçları gerçekten de babasına benziyordu.
İşte buna çok ağladım... (insanın neye ağlayacağı hiç belli olmuyor)
"Hoşgeldin" diyebildim; sonra uyumuşum.
Saat 12.30da kavuştuk Elifle.
Bizim doğum günlerimizde doğar mı, ne zaman doğar, ahanda sancım mı geldi yok yok o yalancı sancıymış...derken geçti günlerimiz.
Ve hepinizin de dediği gibi Elif cidden doğacağı günü biliyormuş da bize söylemiyormuş.
Asansörle birlikte yukarı çıktığımızda anne-kardeş-kuzen kalabalığını görünce ağlamaya başladım çünkü onlar da ağlıyordu :)
Bizim şartlarımızda sezaryen cidden doğru bir karardı ve hiç "keşke daha da bekleseydim" demedim; "iyi ki doğdun Elif" dedim.
Elbette kendimi hazırladığım onca normal doğum senaryosu, sancılarla başa çıkma teknikleri, içgüdüsel doğumlar vs. boşa gitmedi; bana çok şey kattı. Onlar olmasa sezaryene de kendimi hazırlayamazdım.
Ve cidden anladım ki doğum şeklinden ziyade bebeğine sağlıkla kavuşmak önemliymiş.
Bir dolu güzel mesaj aldım, hepinize çoooook teşekkürler.
Bir sonraki yazıda "Elifle ilk haftalar"ı yazacağım inşallah. Malum, insan her zaman boş vakit bulamıyor. O vakitlerde de ben şimdilik uyumayı tercih ediyorum; ne de olsa henüz bilimadamları uykuyu depolamayı başaramadı :)
Sezaryenli doğum hikayeleri sanki hep bir eksik gelirdi bana; bir aksiyonu yoktu içinde ve herkes yapabilir diye düşünürdüm. Ameliyata girersin ve çıkarsın.
Hiç de öyle değilmiş ve gözünde bir şeyi fazla yüceltmek kadar (normal doğum) başka bir şeyi aşırı küçümsemenin  (sezaryen) yanlışlığı benim alacağım güzel bir hayat dersiymiş...
Doğumla ilgili olarak içimden geçen dua hep "kolay olsun ve kızımıza sağlıkla kavuşalım"idi.
Evren de sağolsun duymuş sesimi, daha ne isteyeyim değil mi :)
Ameliyata giderken yanımda sadece eşimin olması bana daha çok güç verdi; annem, kardeşim olsa belki sukoyverip ağlardım. Gerçi dersteyken öğrencilerini bırakıp apar topar doğuma yetişmeye çalışan bir teyzesi oldu :)
Elif her an uyanabilir...
Hepinize koooocaman sevgiler & süt kokulu öpücükler :)
* Kitap çekilişini de hemmen yapıp yayınlayacağım, katılanlar kusura bakmasın lütfen...

Devamını oku »

8 Nisan 2014 Salı

Yürüyüşü Güzelleştiren Keşifler :)

Egzersizlerin Kralı yürüyüş dedim ama ne zamandır aklımda olan birkaç fotoğrafı paylaşmadım.
Bence yürüyüşün olmazsa olmazıdır keşifler..
Yani her gün aynı yerde yürüyüş yapsan bile farklı bir bakış açısıyla bazen 1 yaprak ya da 1 gölge bulunduğun mekanı değiştiriyor, güzelleştiriyor.
Benim için de aşağıdaki fotoğraflar öyle oldu. Çoğu henüz çalışırken öğle arası yürüyüşlerimde çekildi, belki de devamı gelir bu fotoğrafların; kim bilir 1 minicik el de katılır bu keşiflere (bak yine heyecanlandım :)
İlk fotomuz geçen seneden, ayaklarımız çime bassın isimli bir çalışmadan...
Daha önce fark etmediğim bu ağacı "malum günlerde" tanımıştım, sevmiştim...
Sonra bir "umut" oluştu:
 Derken bir gün öğle arasında dışarı çıkamayınca, öğleden sonra kaçamağı yaptım çaktırmadan:
 Bu kırmızılara da hep vurulurum:
 Yaprakların hışırtılı sesi de en büyük zevkim:
 Biraz kırmızı biraz sonbahar:
 Yürürken şekerim düşmesin diye; mandalinam :)
 En sevdiğim kozalak :
 Bir de bu kabuklar vardı yoluma çıkan. Baktım ayrı olunca üzgünlerdi, ben de birleştirdim onları :)
Ve tabii buraya fotoğrafını koyamasam da "müzik" var yürüyüşlerimin en güzel hali...
Sizin var mı yürüyüş rutininiz/keşifleriniz?

HERKESE YEPYENİ TATLAR/MUTLU YOLLAR :)
Devamını oku »

7 Nisan 2014 Pazartesi

Elif'e Sağlıkla Kavuşmaya Az Kala (İnş.) :)

Son yazılar biraz daha "ha geldi ha gelecek" şeklinde oluyor sanırım.
Kontrollerimiz 2 günde 1'e düştü.
Bende hem heyecan hem duygusallık had safhada.
Rutin olarak bakılan dopplerde bile ağlayacaktım, neden bilmem.
Elif de heyecanlı mı acaba, hep bunu düşünüyorum.
Keşke bilim ilerlemiş olsa ve içerideyken neler hissedebildiklerini anlayabilsek.
Tüm gün konuşuyorum onunla, en çok da onu ne kadar sevdiğimizi söylüyoruz.
Son haftalardaki kontrollerden sonra canım sıkkın oluyordu, pek gelişme olmadığı için.(insan bu evrede her şey yolunda diye şükretmeli aslında)
Ama 40.haftanın 2. perdesinden beridir bana daha farklı bir rahatlama geldi.
Eninde sonunda kavuşmayacak mıydık kızımıza? Millete kulak asmamaya başlayalı da neyse ki 1 hafta oldu; bu da bir gelişme.

Gerçekten bu süreçleri yaşamam gerekiyormuş, onu fark ettim.
Hani insan içindeyken anlamaz ya bazı şeyleri, olaydan uzaklaşınca görüntü daha netleşir.Sanırım bu da o hesap.
Hiçbir zaman kendimi şartlandırmamış olsam da gönlümden geçen hep normal doğumdu ama belli bir haftadan sonra kendimi sezaryene de hazırlamıştım.
Şu an doğum şeklimiz hala belli değil. Doktorum da -kadının resmen gözlerinden okuyabiliyorum- o kadar çok istiyor ki normal doğum yapmamı. Sezaryen ihtimalini ben sordukça o geçiştiriyor,ona o zaman bakarız diyor. Bu hallerini gerçekten çok seviyorum. Bir kez daha gerçekten "doktor ilgili olsun" dedim.
Elifin sağlıkla dünyaya gelmesinin onun için de ne kadar önemli olduğunu anlattı. Bugün yine içimden sarılmak geldi doktorumuza.
42. haftayı beklemeyi kendisi teklif etse biz kabul etmeyecektik; o yüzden de kararımız inşallah Elif'e bu hafta içinde kavuşmak yönünde.
Bence en önemlisi doktoruna güvenebilmek. Ben de gerçekten tecrübesine, samimiyetine, sıcaklığına, bilgisine güveniyorum doktorumuzun.
Kontrol sonrası kendimi yine bir kitapçıya ve kahveciye verdim (meyve suyu içiyorum gerçi :) Evde olup kurmaktansa dışarıda en sevdiğim yerlerde olmak bana daha bir huzur veriyor.
Bir de aklıma gelmişken hurma yiyip yürüyüş yaptım (hatta bir arkadaşımın tavsiyesiyle ananas yedim) ve "ne yapılabilir"i araştırdım. Sanırım son haftalara gelince hamile kişisi internetten en çok "doğum nasıl doğal yollarla başlatılabilir"bunu araştırıyor. İnanılmaz komik ve bir o kadar saçma bilgilere rastladım.
Sanırım bazen "olacağı varsa olur" lafına da inanmak lazım.
Hani sen elinden gelen bir şeyler varsa yap (yürüyüş gibi) ama kendini de helak etme; buna gerek yok.
Yani ben böyle düşünüyorum ama farklı düşünenlere de saygı duyarım çünkü bu herkesin kendi düşünce yapısı ve özeli.
Buraya sadece doğumla ilgili bir şeyler yazdığım için sanmayın ki sadece o an'a odaklandım.
Hayallerimde keyifli emzirmeler, kitap okumalar, parklarda koşmalar var.
Güzel şeyler düşünmeye devam etmek istiyorum.
Başka ne yazılar yazarım, ne zaman yazarım tabii ki bilmediğim için "bizim için dua edin olur mu?" diyip bu yazıyı da bitiriyorum.

HERKESE (U)MUTLU, GÜZEL, NEŞELİ, NİSAN BAHARI KIVAMINDA GÜNLER :)

Devamını oku »

5 Nisan 2014 Cumartesi

40.hafta / 2.perde

40. haftanın 2 perdeden oluşacağını hiç düşünmemiştim. Hatta 40. haftayı tamamlayacağımı da sanmıyordum, kızımız Mart ayında gelir diye düşünmüştük (biz de mart doğumluyuz diye mi acaba :P ) Ama işler hiç de planladığımız gibi olmadı, Nisan geldi. İyi ki de geldi. Seçimler geçti, çiçekler açtı ve güzel bir bahar havası kendini göstermeye başladı, yaşasın.
Bugün çok şükür tam 40 haftalık olduk. Şimdilik hala beklemedeyiz çünkü Elif canı ne zaman isterse o zaman gelsin diye anlaştık. 
Geçen yazımdan sonra gelen destek mesajları için çok teşekkürler, kendimi çok çok daha iyi hissettim.
Hatta benim için 2. perdenin -şimdilik- zihinsel süreci de değişti.

Zamanından ve şeklinden ziyade "Neeaaay Elife kavuşmaya az mı kaldıııı" şokundayım. Bunu yeni idrak etmem de ayrı bir komedi tabii. Kızım belki de bunu hissetmiştir :) İnsan hamileliğe o kadar alışıyor ki yeri geliyor hamile olduğunu unutuyorsun. Dün mesela kapının girişine çocuklar seksek oyunu çizmişler; taş atıp 1'lerden başlayasım geldi. Doktor kontrolü sonrası açık havadaydık, o da iyi oldu.
Evde olmayı genel olarak sevsem de tam da bu ara dışarıda yürüyüş yapasım, kırlarda termoslu piknik hazırlığında olasım var.
Elifle konuşmaya devam ediyoruz. Bugün hatta annem dedi ki "bak seni parklara götüreceğiz, çiçekleri seveceğiz ama koparmayacağız,onlar dalında güzel" :) Dedim anne mesajı burdan mı vemeye başladın :)) Hani öğretmen ya, bir yerden başlayayım diyor herhalde :P
İkinci perdede daha çok inşallah sağlıkla kızımıza kavuşacak olmanın heyecanı var. Böyle bir heyecanı daha önce yaşadığımı hatırlamıyorum. Hani insan hayatındaki başka şeylere de seviniyor tabii ama bu durum çok farklı bence.
Emzirme dönemi için süt arttırıcı yiyecek-içeceklerden aldık, hazırlıklar tamam.(tavsiyesi olanlar lütfen yorumda yazsın)
Kendimi zihinsel olarak hazırlamaya çalıştım önümüzdeki sürece.
Bir dahaki kontrol 2 gün sonra ve inşallah haftaya en geç bugün gibi Elifi sağlıkla kucağımıza almış oluruz. (42. haftayı beklememe kararı aldık)
Bizim kızımız da böyle muzipmiş işte ne yapalım değil mi? Zaten yüzünü de (hemen hemen) hiç göstermedi; tamamen sürpriz yani...
Doğum sonrası/loğusalık/bebek bakımı/emzirme ile ilgili güzel tavsiyelerinizi bekliyorum.
Okuduklarımdan sonra ilk yapacağım şey içgüdülerime güvenmek olacak.
Bir de -neyse ki öyle biri değilim ama- mükemmel olmaya çalışmayacağım.
Mutlu anne = mutlu bebek hem değil mi :)

HERKESE GÜNEŞLİ, GEZMELİ, HARİKA HAFTA SONLARI :)
Devamını oku »

3 Nisan 2014 Perşembe

Çalışan Hamileler için Sağlıklı Ana&Ara Öğünler

İşyerine giderken uzun bir süre öğle yemeğimi evden götürdüğümü söylemiştim; sebebi tamamen midemin başka yemekleri kabul etmemesiydi çünkü midem çok hassastı. Hatta birkaç önerim bile olmuş :)
Durum böyle olunca hamilelikteki geçişte pek de zorlanmadım.
Tek sorun insanın üşengeç yaradılışlı olması :)
O yüzden de hem sağlıklı hem pratik olanları yapmaya çalıştım.Kabul ediyorum kimi zaman kısır bir döngüdeydim ama en azından yürüyüşlerde zorlanmayacak kadar hafiftim. Bazen de pastanede keyifteydim tabii :)

Öncelikle şunu da belirteyim; bu menü tamamen benim mideme uygun hazırlandığından "az kalorili olma" gibi bir derdi hiç olmadı :) Her şey tamamen duygusal yani, aklınıza yatarsa diye yazmak istedim.
Kahvaltı:(saat:7-7.30) (dilerseniz aç iken 1 kaşık pekmez)
3 Dilim çavdar ekmeği
1 haşlanmış yumurta
Beyaz peynir / kaşar
reçel/bal
1 bardak portakal/mandalina suyu

Ara Öğün: (Saat: 10-10.30)
1 elma veya
Muz ve süt (kısaca muzlu süt) veya
Ihlamur ve ceviz/badem/fındık
Öğlen:(saat: 12-12.30)
Bulgur pilavı
Sebze yemeği ( kabak, ıspanak, kereviz, pırasa vb.) veya
Kuru bakliyat (mercimek, nohut, kuru fasülye)
Yoğurt
Ara Öğün: (saat: 15-15.30)
1 çavdarlı tost/ayran veya
Marullu/ semizotlu salata veya
1 meyve
Akşam yemeği:(18-19)
Sebze yemeği/ızgara köfte/balık
Bulgur pilavı/bazen makarna
Yoğurt
Akşam Sefası :) (canınız ne zaman isterse)
1 tabak meyve (elma, kivi, Trabzon hurması, çilek, muz, mandalina benim yediklerim)
Arada az yağlı/tuzsuz patlamış mısır (kendime torpil)

Kısa Kısa Notlarımdan:
*Bence asıl unutulmaması gereken günlük su içimi. O da 2.5-3 litre olduğunda ben kendimi daha iyi hissediyorum.
*Yemekleri akşamdan hazırlamak işin en kolayı çünkü sabahları daha da zor oluyor.
*Çantamda mutlaka siyah kuru üzüm&badem&ceviz&fındık&kayısı vb. taşıdım ki ani kan şekeri düşümlerinde hemen ağzıma atıvereyim :)
*Saatlere çok da takılmamak lazım ama en azından 2 saate bir bir şeyler yemek de lazım diye düşünüyorum.
*Ben bu programa %100 uymadım elbette;%80-85 uydum diyebilirim. Bazı günler canım sadece simit bazense sade kumpir yemek istedi; ben de kendimi zorlamadım.
*Burada güzel olan suyunu, yağını, temizliğini bildiğin bir şeyler yemek. (hele ki salatalarda)
*Bir de tavsiyem kendinize sevimli iki kap ve çatal/kaşık alın; her gün onlarla taşımacılık yapın :)
*Önerisi olan varsa yorum kısmına yazsın lütfen. Çünkü diyetisyen vb. olmadığımdan bu liste oldukça öznel.
*Şunu da söylemem lazım; bence en önemlisi sevdiğin şeyleri yemek ya da yediğin şeylerden mutlu olmak :)
Bu demek değil ki fast-food yensin(ki onlar insanı zaten mutlu etmiyor) ama tavsiye edilen her şeyi de yemeye çalışmak insanı bazen sıkıyor.
*Balık konusunda da -seviyorsanız- tavsiyem: somon :)
*Çalışıyorsanız ve vaktiniz çok olmuyorsa çavdar ekmeğine beyaz peynirli sandviç bile dışarıda yemek yemekten daha iyidir.

HERKESE SAĞLIKLI & LEZİZ YEMEKLER & MUTLU GÜNLER :)

Devamını oku »

Sevgili Oksitosin :)

Doktor olmadığım için tıbbi bilgiler yazıp kafa karıştırmaya gerek yok.
Oksitosin hormonu mutlu olduğumuzda beyinde salgılanan bir horman olup; ilginçtir ki hem aşık olduğumuzda hem de doğum eylemi sırasında kendini gösterirmiş.
Bir de doğumdan hemen sonra "ten tene temas"ın sebebi annenin oksitosin salgılaması ve rahmin çabuk toparlanmasıymış.
Oksitosin ile hurma meyvesinin arasında bağlantı var sanırım; okuduğum kaynaklarda da çok bilimsel olmasa da bu tarz bilgiler var; ben de neyseki hurmayı sevdiğimden her gün yiyorum. Ve cidden kan şekerim düşünce ya da yürüyüşten önce yediğimde çabucak toparlanıyorum.
                                                                                 ***
Sevgili Oksitosin;
Adını ilk duyduğumda "oksijen" karışımı bir şey zannetmiştim; meğerse sen bir tür "hormon"muşsun :)
hayatımıza hoş geldin diyecektim ama sen hep buralardaymışsın da bizim haberimiz yokmuş.
Bugünlerde nerelerde olduğunu bilmiyorum ama mutlu olduğum her an yanımdasın gibi geliyor. O yüzden de sana "sevgi hormonu" deniyormuş.
Umarım hayatımızda bolca olmaya devam edersin; yüzerken/yürürken/emzirme döneminde/kitap okurken/Pazar kahvaltılarında /deniz kenarında/Elifle beraberken... kısaca bizim hep hayatımızda ol,olur mu?
Bu ara belki birazcık daha fazla ortalarda görünüp doğum konusunda bize yardım edebilirsin :)
Hani belki :)

                                                                               ***
Dünkü "40. hafta" yazısına hiç de beklediğim alakasız tepkiler gelmedi; hatta genelde "yerini sevmiş annesi" dendi; mutlu oldum.
Oksitosinle ilgili yazıyı da aklıma gelmişken yazayım dedim yoksa dünden beri çok şükür daha rahatım.
Sürecimiz sağlıkla olsun, kolaylıkla ve güzellikle gelsin;
Biz bekleriz oksitosini de Elifimizi de :)

Devamını oku »

2 Nisan 2014 Çarşamba

Saftirik Greg'in Günlüğü: Ah Kalbim :)

Önce bu kitabın bana geliş hikayesini kısaca anlatayım. Saftirik Greg ile ben önceki yıllarda kuzenimden aldığım bir kitabı sayesinde tanışmıştım, sevmiştim de ama kendime almak aklıma gelmemişti :) Geçen seneki doğum günümde annem bana özel bir şey olsun diye hediye olarak "çocuk kitabı" almak istemiş. Ama ne alacağını bilememiş; kitaplığımda ne var ya da ben neyi severim bilememiş. Gitmiş bir kitapçıya ve ben kızıma kitap almak istiyorum ama okudu mu ya da sever mi kararsızım; ne tavsiye edersiniz demiş. Onlar da beni kaç yaşında düşündülerse artık "size en son çıkan Saftirik Greg kitabını verelim; tüm çocuklar bunu seviyor" demişler :) Aradan 1 sene geçti ve ben kitabın jelatinini bile açmamıştım. Hep inandığım bir şey varsa "kitabın da bir okunma zamanı" olduğudur. Yani kitaplığımı dolduruyorum ama okuyamıyorum desem de kimi zaman, bilirim ki bugün ya da seneye :) okuyacağım onları...
Saftirik Greg'in bu kitabı serinin 7. kitabıymış ama ben öncekileri okumadığım için bir kopukluk yaşamadım.
Bu kitapla ilgili söylenebilecek en güzel söz harika vakit geçirdiği ve her çocuğun mutlaka okumaktan keyif alacağı.
İçinde sadece yazı yok, sayfalarda yazılara eşlik eden oldukça neşeli çizimler de var.
Bu bile okumayı çok da sevmeyen bir çocuğa cazip gelecektir.
Bu çocuğun başına gelenler gerçekten pişmiş tavuğun başına gelmez :) Diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumak istiyorum. Komik günlükler "Sevgili Salak Günlük", "Clarice Bean" gibi insana harika vakitler yaşatıyor.
Bir de ben utanmadan yanına film izliyormuş gibi mısır patlatmış olabilirim :)
40. haftayı güzelleştirmenin ve aslında hayatın her an'ından keyif alabilmenin bir yolu bence aşağıdaki fotoğrafta gizli; ne dersiniz?

Devamını oku »

40. Hafta

Bu yazıyı yazsam mı yazmasam mı çok kararsız kaldım. Bazı cümlelerim çevremdekileri kırar mı incitir mi acaba dedim ama yine de yazmak istedim. Geriye dönüp baktığımda hep mutlu, umutlu şeyler hatırlamak istiyorum ama bir parça içimi de dökebilirim herhalde burası kişisel bir blog olduğuna göre...
Çok şükür ki sağlıkla geldik bugünlere,birkaç gün sonra tam 40 haftalık olacağız. Tabii zaman ne gösterecek onu da bilmiyorum ama ben yine buradan bakınca neler görüyorum onları yazayım:
Daha önceki yazılarımda da söylemiştim aslında her şeyden önemlisi kişinin zihninin ferah olması, huzurlu olması. İyi bir doktor seçimi, sağlıklı beslenme (onu daz yazdım, yayınlamayı unuttum bak şimdi geldi aklıma), güzel aktivitelerle vakit geçirme vs.

Peki 40'a gelince neler oluyor?
Kim ne derse desin bir taraftan bebeğin hareketlerini güzelce hissettiğiniz müddetçe sakin kalmaya çalışıp aynı zamanda bu son günleri bekleyen o meraklı telefonlara hem de defalarca cevap vermeye sabırlı olmak anlamına geliyor-muş.
Bazıları tahmini doğum süresini 2 hafta sonraya veriyormuş, ilk duyduğumda anlayamamıştım ama şimdi "ah kafam" diyorum :)
Nankörlük de yapmayayım şimdi bu kadar çok sevenimiz olduğunu bile bilmiyordum yani iyi ki güzel insanlar var. (orası ayrı)
Bir de ne dediğini bilmeyen insanlar var ya... İşte onlara söyleyecek çok şeyim var da ben yine susuyorum. Geçen gün bir arkadaşım "susmamak lazımmış yoksa insanın içinde kalıyormuş" demişti bana. Çok haklı. Herkesin tarzı farklıdır ya kiminin cevabı hemen ağzındadır kiminin mideden gelir... İşte benimki herhalde ayaklarımdan falan geliyor; yukarı pek çıkamıyor çünkü :)
Kendimle ilgili gözlemlediğim şey,1 temel çekirdeğimin olduğu. Ona direk bir etki/tepki olmadığı müddetçe susmakla/kabullenmekle yetiniyorum ve ara ara kendime de zarar veriyorum. Ama o çekirdeğe en ufak bir taş gelse aslan kesiliyorum. Ortam yok herhalde.. Gerçi bu durumu da hayatta 1-2 defa yaşadığımdan olsa gerek insanlar bana/bize "ne sakinsiniz" derler. Bu iyi bir şey değil belki de. Yani yine sakin kalıp insanlara cevap da verebilmek lazım ama her zaman olmuyor.
İnsanlar iyi niyetli olduklarından ve arayanları tabii ki sevdiğimden ben de konuşmak istiyorum. Yalnız son günlerde iyi niyetin boyutunun biraz patavatsızlığa döndüğünü gördüm, üzüldüm.
Son dönemece inşallah geldiğimiz şu günlerde kimsenin kalbini asla kırmak istemiyorum, o sebepten de bol kitap/biraz yürüyüş/ "sağır olmaya çalış esra", "elifi düşün esra" cümleleriyle geçiriyorum.
Bir bebeğin "vaktinde" gelmek istemesinde acayip olan nedir???
Ben ki gerçekten kendimi sabırsız zannederdim-belki hala öyleyim-ama benden de sabırsız çıkıp beni de panik yaptırmaya çalışan/sanki bir şeylere "geç kalmışız" izlenimi veren arkadaşlara/dostlara/çevreme şaşırıp kalıyorum.
Elif de bu durumdan etkilenmesin diye onunla sürekli konuşuyorum; "canım yavrum, sen istediğin/hazır hissettiğinde sağlıkla gel" diyorum... Bundan daha mantıklı bir şey gelmiyor aklıma.
Bu yazı da başta dediğim gibi biraz iç dökme oldu; bozulan olduysa da oldu...
"Doğum yaklaştıkça hamile kişisi neler hisseder?" demiştim; şimdi de 40. haftanın bir genel özetini yapmış oldum.
Bana sorarsanız çok şükür her şey gayet yolunda/sağlıklı/güzel :)
İşte bu yüzden de sadece "bana sormak" lazım; ben de yazınca anladım :))

HERKESE SABIRLI/GÜVENLİ/İYİNİYETLİ/GÜZEL/NEŞELİ/GÜNEŞLİ GÜNLER :)


Devamını oku »

1 Nisan 2014 Salı

Küçük İnsanlardan Büyük Sorular, Hayli Mühim İnsanlardan Basit Cevaplar :)

BDK Yıldıray'ın kitabından sonra yine ona yakın tarzda bir kitap okumak beni çok mutlu etti. Hamileliğin 40. haftasındayız çok şükür ve hemen her gün gelen ""doğurmadın mı"lara karşı sabırlı olabilmek ve zihnimi başka şeylere yönlendirebilmek ve bunu yaparken de eğlenmek süper oldu. Daha ne isterim ki :)
Kitabı neredeyse bir solukta okudum. NTV Yayınlarının bu tarz (Cahillikler Kitabı vb.) kitapları var ama hiçbiri çocuklar için yazılmış değil. Domingo Yayınevinden çıktığını görünce şaşırdım.
Bu kitap aslında bir projenin ürünüymüş. 10 ilkokulda yaşları 4-12 arasında değişen binlerce çocuktan, yanıtını en fazla merak ettikleri soruları yazmalarını istemişler ve bu soruları alanında uzman yazar/psikolog/doğabilimci/astronot/sinirbilimci/ fizikçi/biyolog/gezgine sormuşlar. Onlar da kendi çocuklarına anlatır gibi sade bir dil ve esprili bir anlatımla bu sorulara cevap vermişler. Ve bu kitap, Birleşik Krallıktaki önde gelen çocuk koruma derneği olan NSPCC yararına hazırlanmış. İşte bu sebepten bir proje-kitap aslında.
Yaklaşık 300 sayfa boyunca bir dolu soruya verilen yanıtlar 1-1-5 sayfalık kısacık özetler halinde ve bence en güzel tarafı hiiiç sıkılmadan okunabilmeleri. Hatta ben ciddi anlamda bittiğine üzüldüm.
Hikaye/roman okumak da ayrı bir zevk ama benim gibi bilim yoksunu bir insanın 30'una ramak kala gözlerini kocaman açarak öğrendikleri de kayda değer.
Ah ah keşke okul zamanında karşıma çıksaydı bu kitaplar; ben de anlardım "şimşek nasıl oluşuyor", "su/buz/buhar ilişkisi"vb. Kısmet :)

Sevdiğim Sorular/Cevaplar:
*Solucan yememde bir sakınca var mı?
*Atom nedir'e verilen cevaptan: "Atomların içinde o kadar fazla boşluk var ki, dünyadaki tüm insanların tüm atomlarının içerdiği tüm boşluğu sıkıştırabilseydiniz, hepsini bir kesme şeker hacmine küçültebilirdiniz." :)
* Neden yetki hep yetişkinlerdedir? (Sahi, neden :)
*Pastanın tadı neden bu kadar güzel? (Ahh, ah :)
*Neden kendimi gıdıklayamıyorum?
* Arı arıyı sokar mı? (Sokuyormuş!)
* Neden tuvalete gideriz? (Bu soruyu ben de çok sorarım, hele ki son anda yetiştiysem :)
*Aslanlar neden kükrer?( Bu sorunun çok neşeli bir cevabı var ama buraya yazmayayım, merak edin :)
*Neden bazı insanlar kötüdür?'e verilen cevaptan: " Bir dahaki sefere biri size kötü davrandığı zaman, kendinize şunu sorun:' Acaba bana kötü davranan bu insan neden bu denli mutsuz? Acaba onu bana kötülük yapmaya itecek kadar üzen ya da öfkelendiren şey ne?' İşin ilginç yanı, böyle yaptığınız zaman, kendinizi o kadar da kötü hissetmeyeceksiniz."
*İyilik nereden gelir?
* Neden kızların bebeği olur da erkeklerin olmaz? :)
*Nasıl aşık oluruz? 3 tane harika cevabı var;bir tanesi:

*Neden sonsuza dek yaşayamayız?
* Hepimiz akraba mıyız? (bunu ben de çok düşünmüştüm)
* Zaman hızlı geçmesini istediğinizde neden yavaş geçer?
* Gazlı içeceklerdeki baloncuklar şişeye nasıl girer? :)
* Seyirciler gürültü yaparken sporcular nasıl konsantre olur?'a verilen cevaptan: "Konsantre olmanın en iyi yolu, çevrenizde olup biten her şeyi unutmaktır." ...
* En güçlü hayvanlar hangileridir? (Böcekler!)
* Çikolatayı kim buldu? (bulmasa iyiymiş :)
* Büyük İskender kurbağaları sever miydi? (çok güzel /mantıklı bir cevabı var)
* Çiş neden sarıdır?
* Neden sıkılıyorum? (ah, ah ne çok sordum bu soruyu küçükken..)
* Beni ben yapan nedir? (bu soruya 3 kişi cevap vermiş;bir tanesi :" Bizler kendimizi oluştururken başkaları bizi inşa eder. Başkaları bizi oluştururken, biz kendimizi inşa ederiz." !!!
***Favorim: Bir inek bir yıl boyunca osurmayıp biriktirdiği gazı bir kerede osursaydı, uzaya fırlar mıydı? :)
*Neden kardeşlerimle durmadan kavga ediyorum? (sahi neden :)
*Gökkuşağı neden yapılmıştır?'a verilen cevaptan: " Gökkuşağındaki renklerin sırasını nasıl hatırlarsınız? Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor. Şu komik cümleyi aklınızda tutmaya çalışın: Kırkayak tekerlekli sandalyesinde yoğurtlu makarnasını lüptetirken morardı :))
Makaslananlar:
Yukarıda bir kısmını yazdığım soruları bu kez komedyenlere sormuşlar. Hangisinden alıntı yapsam karar veremedim,hepsine çok güldüm. Bazıları:
* Michelangelo nasıl bu kadar ünlü oldu?
Ninja Kaplumbağalarda gerçekten iyi resim yapan bir tek o vardı :)
* Piramitler nasıl yapıldı?
Binlerce ton Toblerone'u üst üste koyarak :)
*Zaman hızlı geçmesini istediğimizde neden yavaş geçer?
Burnunuzu karıştırabilesiniz diye :)
* Hıçkırık nedir?
Kalp osurduğunda olan şey :)
*Solucan yememde bir sakınca var mı?
Annen bakmıyorsa yok :)
                                                                              ***
Bir dolu "neden"li soru okudum ve çocukların hayalgücüne hayran kaldım. Ben küçükken öyle çok soru soran biri değildim, hatırlıyorum. Aklımı kurcalayan şeyler vardı elbette ama onlar da bana kalsın şimdilik.
Sizin çocukken sorduğunuz sorular var mıydı?

HERKESE SORU SORMA CESARETİNİ KAYBETMEDİĞİ GÜNLER & MUTLU HAFTALAR DİLERİM(Z) :)

*Kitabı derleyen Gemma Elwin Harris'e de özel teşekkür...
**BDK'nın yazısını da okumak isteyebilirsiniz :)



Devamını oku »